MATADOR
Çok önemli bir roman değil belki; filmi de, Rita Hayworth’a, Tyrone Power’a, Anthony Quinn’e rağmen öyle ahım şahım bir film değil, ama bir final sahnesi var ki unutulmaz.
Biraz önce bir boğanın keskin boynuzlarıyla ciğerleri parçalanan İspanya’nın en ünlü matadoru, arenanın altındaki loş bir odada, önünde mumlar yanan bir Meryem Ana resminin altına yerleştirilmiş sedyede ölürken, dışarıdan yeni matadoru alkışlayan kalabalığın coşkulu haykırışları duyulur.
Kamera, yeni matadora atılan çiçekleri tarayarak kayar ve az önce o arenada halkın alkışlarını aldıktan sonra yaralanan ünlü matadorun kan izlerinin üstünde durur. Çiçeklerle kan lekeleri yan yanadır kumlarda.
Ölmekte olan matadorun âşık olduğu güzel kadın da yeni matadoru alkışlayıp ona çiçek atanların arasına karışmıştır.
Ölen matadorun yanı başında, onun bir zamanlar güzel kadın uğruna terk ettiği kadın durmaktadır yalnızca.
KALABALIKLARIN, ALKIŞLADIKLARININ GİZLİ GİZLİ ÖLÜMÜNÜ BEKLEDİKLERİNİ DÜŞÜNÜR İNSAN
Matadorun yardımcısı ise kalabalığa haykırır:
— İşte istediğiniz oldu, ölüyor artık o.
Kalabalıkların, arenalarda alkışladıklarının gizli gizli ölümünü beklediklerini düşünür insan “Kan ve Kum” filminde o sahneyi görünce.
Ve merak eder, matadorlar neden kadınlarla yazarların bu kadar ilgisini çekiyor?
Güneşin altında parpar yanan daracık parlak giysileri mi, hayatlarını ölümle oynaşarak kazanmaları mı, “en başarılı” olmak için boğanın boynuzlarına daima diğerlerinden bir santim daha yakın durmaya uğraşmaları mı, kasıklarına neredeyse sürünerek geçen o keskin boynuzlardan biri bedenlerine saplandığında korkunç bir iç çekişle ayağa kalkan seyircilerin on beş dakika sonra bir başka matadoru yeniden coşkuyla alkışlamaya başlayacaklarını bile bile bu işe razı olmaları mı, arenada bir boğa tarafından öldürülene kadar süren korkunç iktidarları mı?
Belki hepsi birden.
O ayinsel törenler, süsler, cesaret, ölüm tehlikesi, boynuzun bir santim daha yandan geçmesi halinde bitecek olan bir hayatı kırmızı pelerinleriyle birlikte kumların üstünde sürüklemeleri.
Arenanın dışında şımarıkça, hiçbir kurala aldırmadan yaşamaları.
insanlar için önemli olan ölçülere riayet etmemeleri.
Ölüm oyunlarında hayatları pahasına kazandıklarını, o paralardan nefret edermiş gibi öfkeyle ve görgüsüzce harcamaları.
Ölümle hayat arasındaki mesafeyi “bir santime” kadar indiren bu insanların yaşadıkları, hep kadınlarla yazarların ilgisini çekmiştir.
Hemingway de birçok hikâyesinin yanı sıra, “Güneş de Doğar” isimli romanında “seçkin” bir grupla bir matadorun ilişkisini anlatır. Gruptaki bütün erkeklerin âşık olduğu ve değişik zamanlarda değişik aşklar yaşadıkları çekici ve gizemli kadın, o erkeklerin hepsini bırakıp gencecik, cahil, kaba bir matadora gider.
Matador, o erkeklerin hiçbiri kadar akıllı, bilgili, görgülü, esprili değildir, ama o erkeklerin hiçbirinin kasıklarının o kadar yanından geçmemiştir boğanın boynuzları.
Ve kadın boğaya öylesine yaklaşan o kasıkları görmek ister.
Belki de bir matadorla sevişmek, ölümle ve hayatla aynı anda sevişmek gibidir o kadınlar için.
Belki de hiçbir oyuna yer vermeyecek saf bir cesaretle sevişmektir. Belki onlara dokunmak boğaya dokunmak gibidir.
İşin tuhaf yanlarından biri, “ayartan” hiçbir zaman matador olmaz, kadınlar ayartır onları. Romanlardaki ve filmlerdeki o kadınların ortak bir özellikleri vardır; güzel ve aldırmazdırlar.
Aynen kalabalıklar gibi, en parlak, en başarılı, en meşhur olduklarında koyunlarına alırlar matadorları ve matador boynuzları bedeninde hissettiğinde, aynen kalabalıklar gibi terk ederler onları.
Matador, yapayalnız ve kanlar içinde arenanın altındaki mumların yandığı loş odaya taşındığında, onun elini tutan kadın da hep aynıdır: Matadorun bir zamanlar terk ettiği eski kadını.
Ve biz matadorların hayatlarına baktığımızda hep aynı garip çelişkiyi görürüz.
Matador, kötü zamanında yanında olacak kadına
değil de kendini ilk fırsatta terk edecek kadına gider; “vefasız” olan daha çekici gelir ona.
Vefasız olan kalabalıkların alkışı uğruna hayatını tehlikeye atması gibi.
Kalabalıklar ve “çekici” kadınlar, matador ölüme yakınlaştığı sürece yakınlaşırlar matadora.
Ölüm matadora değdiği anda arkalarını dönüp yeni gelene bakarlar.
Ölüm gözüktüğü anda, matadorun yanında olan ise daha önce terk edilmiş olandır.
Matador, niye sadık olmayanı seçer?
Kalabalıkların ve vefasız güzel kadınların sadakatsizliği, matadorun şımarıklığına daha uygun düştüğü için mi?
Bütün hayatlarını ölümcül bir gösteriye koyup ölümü en parlak, en renkli, en göz alıcı ayinlerle insanlara sunanlar kaçınılmaz olarak kalabalıkların parlak alkışlarıyla kadınların parlak güzelliklerine doğru çekildikleri için mi?
Sadakatsizlik her zaman sadakatten daha parlak ve göz alıcı olduğu için mi?
Matadorlar, daha önce yaşanmış yüzlerce binlerce tecrübeyle kimin kendilerini ne zaman terk edeceğini bilirler, kendilerinden bir santim daha fazla boğaya yaklaşanın kendilerini unutturacağını her zaman akıllarının bir köşesinde saklarlar, boğanın boynuzlarına diğerlerinden bir santim daha yaklaşmaya çalışırken o boynuzları karnında hissetmenin de kendilerini oyunun dışına fırlatacağını daha baştan öğrenmişlerdir, kendileri ölürken arenadakinin alkışlanacağını da başka örneklerde görmüşlerdir.
Hatta, kendilerini en çok sevenlerin de onların ölümünü beklediğini hissederler her zaman.
Onları alkışlayanlar, onlara çiçek atanlar, onları koynuna alanlardır düşmanları.
Ama düşmanlarını severler.
Onları sırf arenaya çıktıkları için seven ve arenaya çıkamadıkları zaman onları unutacak olanların peşinden giderler.
Arenaya çıkmadıkları zamanlarda da onları sevecek olanları ise terk ederler.
Matadorların, kalabalıkların ve “çekici” kadınların vefasızlıkları birbirine benzer aslında.
Ama aralarından yalnızca matador vefasızlığını hayatıyla öder.
Belki de yazarların ve kadınların ilgisini çeken budur.
Arenayı dolduran onca kalabalıkla, kumların üstünde boğayla dövüşen tek adamın aynı vefasızlığa sahip olmasına rağmen kalabalığın değil de o tek adamın ölümle yüz yüze olmasıdır matadoru çekici kılan.
Matadorlar, ölümün canlı halidir.
Ölümün, en canlı, en parlak, en renkli, en çekici halidir onlar. Kırmızı pelerinleriyle birlikte sürüdükleri ölüm çekici kılar onları.
Matadorlar da bilir bunu.
Kendi ölümünü seyretmeye geldiklerini bilir.
Vefasız olduklarını bilir.
Ve kabullenir bunu.
Kendisi de vefasızdır çünkü.
Matadorlar niye vefalı olanları sevmez peki?
Ölümle oynaşan, niye kendisini yaşatmaya çalışanı, kendisinin hayatı temsil eden yanını seveni değil de, ölümlü yanını seveni sever?
Matadorlar, kan içinde kalmış sırmalı cepkenleriyLe arenanın altındaki karanlık odada ölümü beklerken, bir başka matadoru alkışlayanları duyduklarında’ ne düşünürler, pişman olurlar mı matadorluğu mesjek seçtiklerine, kızarlar mı kadınlara ve kalabalıklara?
Kadınlar ne düşünür peki?
Matadorlar ölürken onları terk eden güzel ve vefasız kadın olmayı mı, yoksa ölüm ânında onun elini tutan terk edilmiş sadık kadın olmayı mı?
Bu iki kadından hangisi matadora daha çok benzer?
Bu iki kadından hangisidir, cesareti, ölümle oynaşan matadorun cesaretine benzeyen?
Ahmet Altan
Karanlıkta Sabah Kuşları