Oturma odasına adımını atınca buradaki her şey ona alabildiğine yabancı, doğallıktan uzak geldi. Sabahın erken saatinde, bu delilikten, çılgınlıktan kurtulmaya, her şeyi unutmaya, hiçbir şey düşünmemeye kararlı bir halde, dipdiri, canlı ve neşeli uyanmıştı. Öğleden önce hiç farkında olmadan, bu ruh hali yavaş yavaş dağılmaya başlamış, işine yönelik ilgisi uçup gitmiş, bütün bu bağlardan kurtulma isteği doğmuştu. Daha önce kendisine önemli gelip onu sevince boğan şeyler şu anda el atmaya değmez, önemsiz görünmeye başlamışlardı. Tamamen bilinçdışı bir sürüklenişle her türlü meşguliyetten kurtulmaya çalışıyordu şimdi; sakin sakin durumunu düşünebilmek ve aklını başına toplayabilmek için bunu gerekli görüyordu; bu amaçla yalnız kalmaya çalıştı. Gelgelelim yalnız kalır kalmaz da bahçede ve ormanda dört dönmeye başladı. O kirli hatıralarıyla, hani onu karşı konmaz bir güçle çeken hatıralarıyla ilintili olan yerleri arıyordu. Gerçi kendini, bir şeyler düşünebilmek için böyle aylak aylak dolanıp durduğuna inandırmaya çalışıyordu, ama hiçbir şey düşündüğü yoktu; sadece bir deli gibi, herhangi akla yatkın bir nedeni olmaksızın bekliyordu; belki Stepanida bir mucize sonucunda, kendisinin, özlemini çektiğini tahmin eder de, buraya hiç kimsenin, hiçbir şey görmeyeceği bir yere, belki de geceleyin ay yokken ve her yer karanlıkken gelir o da onu kendine çekip bedenine dokunabilir diye bekliyordu.
“Evet, işte payıma düşen: İşime öyle gelince onunla ilişkimi kesmeye kalktım,” diye kendi kendine konuşmaya başladı. “Sırf sağlığım nedeniyle genç, taze, temiz bir kadınla ilişki kurmak istedim. Şimdi, kadınlarla böyle oynanmayacağı ortaya çıkıyor işte. Onu istediğim an kullanabileceğimi, alabileceğimi sandım; şimdi o beni aldı ve bırakmıyor. Özgür olduğumu sanıyordum, oysa ne zamandır özgür değildim. Evlendiğimde kendi kendimi kandırdım. O günden bu yana yaptığım her şey çılgıncaydı, aldatmaydı. Onunla ilişkiye girdiğimde, kocasıymışım gibi yepyeni bir duygu benliğimi sarmıştı. Ondan hiç ayrılmamalıydım…
“Benim için artık iki türlü hayat mümkün: Bunlardan biri Lisa ile başlattığım hayat; resmi, kamusal konumum, statüm, ticari işlerim, çiftlik, çocuk, insanların bana duydukları saygı. Bu hayattan yana karar verirsem Stepanida burada kalamaz. O zaman da istediğim gibi, çekip gitmesi şart ya da arkasında hiçbir iz bırakmaması için yok edilmeli. Öteki hayat şöyle olabilir: Onu kocasının elinden alırım, ona para veririm ve her türlü rezilliği, ayıbı, utancı sineye çeker, onunla birlikte yaşarım. Ancak bu durumda Lisa ve küçük Mimi’ye veda etmek zorunda kalırım. Ya da hayır, çocuk bir engel oluşturmaz, ama ya Lisa, o zaman burada kalamaz, çekip gitmesi şart olur. Her şeyi öğrenmeli, bana lanet edip çekip gitmeli, Lisa’ya, onu bir köylü karısıyla değiştiğimi, bir sahtekâr, alçak bir serseri olduğumu söylemek zorundayım. Ama hayır, bu fazlasıyla tehlikeli; böyle bir şey olmaz! Ama niye olmasın ki?” diye zorlayıp duruyordu düşüncelerini, “mesela Lisa hastalanıp ölebilir. Lisa ölse… evet, bu harika olurdu…
“Harika mı? Ne tür bir serseriyim ben! Hayır, ille de birinin ölmesi gerekiyorsa bu öteki kadın olmalı. Stepanida bir ölse; ah, bir ölse!..
“İnsanın karısını ya da sevgilisini nasıl ve niçin zehirlediğini ya da vurup öldürdüğünü kavrayabiliyorum. Eline bir tabanca alıyor, ona bir randevu veriyorsun, sonra ona sarılmak yerine göğsünün ortasına bir mermi sıkıyorsun ve her şey bitiyor…
“Şeytanın ta kendisi o; ete kemiğe bürünmüş şeytan! Ben istemeden beni boyunduruk altına aldı.
“Onu öldürmeli miyim? Sadece iki çıkış yolu var: Ya karım bu dünyadan gitmeli ya da o. Çünkü şu ana kadar olageldiği gibi yoluma devam etmem artık imkânsız.
“Bu tamamen imkânsız! Her şeyi iyice düşünmeli ve bunun ne gibi sonuçlara yol açabileceğini açık seçik önüme koymalıyım. Her şey eskisi gibi devam etse neler olabilir? Olacak şu; her şeyden vazgeçtiğime ve artık onu düşünmek istemediğime kendimi inandırmaya çalışacağım, ama bunların hepsi bir niyet olmaktan öteye geçemeyecek, akşam olunca gene evinin arkasındaki samanlıkta pusuya yatacağım ve o pusuda beklediğimi zaten bildiği için bana gelecektir.
Dostoyevski: Bence şeytan diye bir şey yoksa, insan onu, kendine bakarak uydurmuştur
“Ve millet bunu öğrenecek, kalkıp karıma söyleyecek ya da yalan söyleyemeyeceğim için gidip bizzat kendim söyleyeceğim. Böyle yaşamaya devam etmem artık kesinlikle imkânsız. Muhakkak ki herkes olup biteni öğrenecek. Paraşa ile Schmied de. Böyle yaşamak mümkün mü yani?
“Elbette, kesinlikle mümkün değil. Düşündüğüm gibi sadece iki çıkış yolu var: Ya karımı öldürmeliyim ya da onu. Ama dur… evet, öyle ya: Üçüncü bir yol daha var; kendimi öldürmem,” dedi Yevgeni birden kendi kendine. Bunu düşünür düşünmez de buz gibi bir ter başından aşağıya indi.
“Evet, kendimi öldürmem şart; o zaman onu öldürmeme gerek kalmaz.” Ve Yevgeni’nin bütün benliği bu korkuyla dolup taşmaya başlamıştı; çünkü kendisi için sadece tek çıkış yolunun bu olduğunu hissediyordu. “Bir tabancam var ya… peki gerçekten de kendimi öldürecek miyim? Bunu şimdiye kadar hiç düşünmemiştim; ne kadar ilginç!..”
Yevgeni odasına dönüp içinde tabancanın bulunduğu dolabın yanına gitti. Tam dolabı açmıştı ki, karısı odaya girdi.
Yevgeni tabancanın üstüne bir gazete fırlattı.
“Hep aynı şey,” dedi Lisa, Yevgeni’ye şöyle bir baktıktan sonra.
“Aynı şey mi, ne demek istiyorsun?”
“Bana içini açmaya yanaşmadığın zamanlardaki o korkunç yüz ifadesini tekrar taşımaya başladın. Genya sevgilim, ne olursun söyle, neyin var? Sana korkunç acı verdiğini görüyorum. Söyle bana, seni rahatlatacaktır. Neyse ne, her halükârda böyle acı çekmeye devam etmek yerine, söylemen çok daha iyi olacaktır. Biliyorum, çok kötü bir şey olamaz zaten.”
“Emin misin bundan? Sadece önce…”
“Söyle bana, söylemeden seni bırakmayacağım.”
Yevgeni acı acı gülümsedi.
Ona söylemeli miydi? Hayır, imkânsızdı, zaten şunun şurasında, anlatacak olmuş bitmiş ne vardı ki? Gerçi tam o sırada süt anne odaya girip çocukla gezintiye çıkıp çıkamayacağını sormasa belki de ona durumu anlatacaktı. Lisa çocuğu giydirmek üzere odadan çıktı.
“Anlatacaksın bana öyle değil mi? Hemen dönüyorum.”
“Evet, belki.”
Lisa sonraları, bu sözlere eşlik eden o zoraki gülümsemeyi hiç unutamayacaktı. Çıkıp gitti.
Yevgeni bir hırsız gibi çarçabuk tabancaya sarılıp onu kılıfından çekip aldı. Tabanca doluydu; ancak çok uzun bir zaman önce doldurulmuştu; tabancada bir mermi eksikti.
“Peki şimdi ne olacak?”
Yevgeni tabancanın namlusunu şakağına dayayıp bir an tereddüt etti. Ne var ki Stepanida’yı, onu görmeme kararını; bütün o şeytana uymaları; bitip tükenmez tökezlenmelerini ve yalpalamalarını, kendini bekleyen yeni mücadeleyi düşününce dehşete kapılıp, “Hayır, böylesi daha iyi!” deyip tetiğe bastı.
Lisa çılgınlar gibi odaya koştuğunda –zaten merdivenleri inmeye bile vakit bulamamıştı– Yevgeni yerde yüzü koyun uzanmış yatıyordu. Koyu, sıcak kanlar yaradan fışkırıyor, ceset hâlâ gerilip kasılıyordu.
Adli soruşturma başlatıldı. Kimse bu intiharının nedenini kavrayıp açıklayamıyordu. Amca, bu intiharın, Yevgeni’nin iki ay önce kendisine yaptığı itiraflar ile bir ilintisi olabileceğini bir an bile aklının ucuna getirmedi.
Varvara Alekseyevna, bunu zaten hep tahmin edip önceden söylediğini iddia etti. Ona göre, Yevgeni biriyle tartışıp kavga ederken bu her zaman belli oluyordu. Lisa ile Mariya Pavlovna onun bu talihsiz eylemi niçin gerçekleştirdiğini bir türlü anlayamıyorlardı ve doktorlar, Yevgeni’nin akıl hastası olduğunu iddia ettiklerinde onlara inanmadılar. Yevgeni’nin bedenen ve ruhen tanıdıkları yüzlerce insandan çok daha sağlıklı olduğunu bildiklerinden doktorların yargısına katılmaları imkânsızdı.
Gerçekten de, Yevgeni Irtenyev o zamanlar akıl hastası idiyse, bütün insanlar akıl hastasıdır; ama en ağır akıl hastası olanlar; kendilerinde farkına varmadıkları akıl hastalığı belirtilerini başkalarında görmek isteyenlerdir.
Lev Tolstoy
Kaynak: Şeytan
Çeviren: Saniye Güven