Kökenler, Başlangıçlar: “İnsana Ne Kadar Toprak Lazım?” – Nurdan Gürbilek

366

Yurt

Soruyu Tolstoy sormuştu: “İnsana Ne Kadar Toprak Lazım?” Öyküde, daha fazla toprak uğruna canından olan bir adamı anlatıyordu. Altmışına yaklaşan, doğru bir hayat sürüp sürmediğini sorgulayan, uçsuz bucaksız topraklarım topraksız köylülere dağıtmak isteyen Tolstoy’un yanıtı açıktı. İnsana cansız bedenin sığacağı kadar toprak lazım.  Amery soruyu değiştirdi: “İnsan Yurda Ne Kadar İhtiyaç Duyar?” Soruyu yedi yıl Auschwitz ve Buchenwald toplama kamplarında kaldıktan, yurdu sandığı Almanya’nın hiçbir zaman yurdu olmadığını anladıktan sonra sormuştu.

Yanıtın, insanın yurdun yerine koyabilecek bir şeyi olup olmadığına göre değiştiğini söyler Amery. Para, itibar, şöhret, din. Bunların hepsi yabancı topraklarda yurdun yerine geçebilecek “ikame yurt”lardır. İnsan yanında ne kadar azını taşıyabiliyorsa, yurda da o kadar ihtiyaç duyar. İnsan ne kadar az parası, ne kadar az şöhreti, ne kadar az itibarı, ne kadar az inancı varsa, yurda o kadar ihtiyaç duyar. Proust, Beckett, Sartre manevi yurttaşlarım olabilir, ama onlardan zevk alabilmem için sokakta kendi yurttaşlarıma rastlamam gerekir. Kültürel enternasyonalizm ancak yurdun güvenli topraklarında serpilebilir. Benim böyle bir yurdum yok artık.

Aynı konuya bir başka kapıdan, Sennett’in Yabancı’sından da girebilirdim. Yuvanın nimetlerini yücelten her türlü sürgün imgecisini, kişinin kendini başka bir şeye dönüştürme yeteneğini baştan Sarıda bıraktığı için karşısına alır  Sennett. Uzun yıllar Britanya ve Kıta Avrupası’nda sürgünde yaşayan Rus düşünür Aleksandr Herzen’den söz ediyordur. Şehirden şehire sürüklenmiş,  gittiği her yerde memleket hasreti çekmiş, yaşlılığında yaranın  iyileşmeyeceğini kabul ettikten sonra anlamıştır. Ona özgürlük duygusu veren aynaya baktığında kendisinin kim olduğunu söylüyor olması değil, söylemiyor olmasıdır. Hatıratında  sürgün arkadaşlarına verdiği tavsiye budur: “Katıl ama özdeşme!” karaya çık ama parçası olma.

Sennett’in “Yabancı”sı bir evrensel yurttaş değil, onu geldiği yere bağlayan kültürel bavulu kolay kolay fırlatıp atamayacağı fark eden biridir. O ağır yükle başa çıkmanın tek yolu onu bazı yerinden etmelerle hafinetebilme becerisi geliştirmektir. Yabancı Sürünün (“gittiği yerde bir yabancı olarak kalan bir Rus”), enerjisini nesneleri temsil etmekten çok yerinden etmeye hasretmiş modem sanatçınınkine benzer bir rol oynadığını söyler Sennett. Bugünün kimlikçi dünyasına tutulan bu yabancılaştırıcı ayna, insanın kendini tanımlarken başvurduğu verili çerçeveleri bozmanın, kendini (ve başkalarını) kültürel tiplerden daha fazlası olarak görmenin, kendine bir ikinci hayat kurmanın imkânını taşır.

Kökende ısrar eden bir dünyada (“Russun sen, Rus kal”) insanın yeni birine dönüşebileceği fikri ferahlatıcıdır. Amery’nin karşı çıktığı bu değildi. Bu ikinci hayatın kendisi için imkânsız kılındığını söylüyordu. Kendini Alman Hans  Meyer’den kulağa Fransız gibi gelen Jean Amery’ye dönüştürme çabası sonuç vermemişti.” Suç ve Kefaretin Ötesinde’nin önsözünde soruya (“insan yurda ne kadar ihtiyaç duyar?”‘) bu dünyada herkes için geçerli bir cevap verilemeyeceğini söyler: “Çünkü ben bu soruyu Üçüncü Reichtan sürülmüş olan birinin fazlasıyla özgül konumu açısından ele alacağım.” Gelecek kuşakların yurtsuz yapamayacaklarını ya da yapmamaları gerektiğini söylemiyordur. Söylediği, bugün yurt denince akla sadece milliyetçiliğin gelmesinin, “yurt saçmalıkları” bu alanı ele geçirdi diye yurt ihtiyacının yok sayılmasının doğru olmadığıdır. Yurt denen şeyin “ikinci sınıf bir kozmopolitizm”le takas edilemeyecek kadar önemli olduğunu söyleme cesaretini “ehliyetli bir yurtsuz” olmasından almıştır. Bu dünyada insanın bir yurda ihtiyaç duymaması için önce ona sahip olması gerekir: Dublin olmasa Joyce, Viyana olmasa Joseph Roth, Illiers olmasa Proust ne olurdu?” Eğer insan sadece yurdunu tanıyorsa bu bir düşünsel tükenişe yol açar, ama yurdu olmayan insan da bir karmaşanın içinde kaybolur. Kaçmak başka, kovulmak başka.

Şükrü Argın “İnsan Yurda Ne Kadar İhtiyaç Duyar?”dan hareketle yazdığı yazıda bir dönemselleştirme yapmıştı: “Kant modemitenin şafağında evden sokağa çıkmanın keyfi ve neşesiyle yazıyordu; bugün biz modernitenin alacakaranlığında ensemizde ‘sıçan deliğinin soğuk nefesiyle, keder ve korkuyla sığınabileceğimiz evler arıyoruz ya da her an aramak zorunda kalabiliriz.” Said’in sürgün yazılarında bu iki imge (“sokağa çıkmanın keyfi” ve “sıçan deliği”) bir çifte perspektifte, Said’in kendi deyişiyle bir “kontrpuan” oluşturmak üzere bir araya gelir. İki uğrak son kitapta bile uzlaştırılmış değildir. Yersiz Yurtsuz’u yazdığında neredeyse kırk yıldır New York’ta yaşıyordur Said. Amerikan üniversitelerinde iyi bir kariyeri olmuş, Şarkiyatçılığın başlattığı tartışma sayesinde sadece akademik dünyada değil, akademi dışında da güçlü bir yankı uyandırabilmiştir. Buna rağmen iğretilik duygusundan neden hâlâ kurtulamadığını anlamaya çalışıyordun Yerinden edilmiş yığınların kendisi kadar şanslı olmadığının da farkındadır. Sürgün bir seçim değil, insanın başına gelen şeydir. Ama yer insanın ayağının altından bir kez kaydıktan sonra kendisi için bir seçim anının da belirdiğini söyleyecektir. Kitabın sonlarına doğru, sadece son kitap sona ererken değil, bu dünyadaki kendi hikâyesinin de sona erdiğini hissettiği anda, ancak o zaman seçim cümlesini kurar Edward Said: Topluluğa duyulan kör sadakat ile kişiyi yalnızlaşman entelektüel duruş arasında bir seçim yapmak gerektiğinde ikincisini seçeceğim.

“Entelektüel Sürgün”de güçlü insanın bağımsızlığa bağları reddederek değil, onları işleyerek ulaştığını söylemişti. İmgeyi bir kez daha “Amy Foster”ın batan teknesi vermiştir. “Amy Foster” yazarının yabancı bir dilde kendi başlangıçsızlığından kurduğu ikinci hayat. “Bir entelektüel, gemisi battıktan sonra karada değil, karayla birlikte yaşamayı öğrenen birine benzer.” ” Köken değil, başlangıç.

Nurdan Gürbilek
Kaynak: İkinci Hayat
Kaçmak, Kovulmak, Dönmek Üzerine Denemeler
Yayıma Hazırlayan: Müge Gürsoy Sökmen | Kitabın Baskıları: 1. Basım: Nisan 2020


Nurdan Gürbilek Boğaziçi Üniversitesi, İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü’nü bitirdi ve aynı bölümde yüksek lisans yaptı. Akıntıya Karşı, Zemin, Defter ve Virgül dergilerinde yazdı. Nurdan Gürbilek, 2010 Erdal Öz Edebiyat Ödülü ve deneme dalında 2011 Edebiyat Mevsimi Büyük Ödülü’nü aldı. Metis Yayınları’ndan çıkan kitapları: Vitrinde Yaşamak (1992), Yer Değiştiren Gölge (1995), Ev Ödevi (1999), Kötü Çocuk Türk (2001), Kör Ayna, Kayıp Şark (2004), Mağdurun Dili (2008), Benden Önce Bir Başkası (2011), Sessizin Payı (2015), İkinci Hayat (2020).

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz