“Yahu, adam mı öldürdük?” Karakoldan Kurtulamadık – Aziz Nesin

Aziz-NesinNurettin önce bir otomobil aldı. Otomobille Avrupa gezisine çıkacaktı. Ençok görmek istediği yer de İsviçre idi. Çoktanberi böyle bir geziye çıkmak istiyor, ama bitürlü iki ucunu biraraya getiremiyordu. Sonunda istediği oldu. Hem bir spor araba aldı, hem de döviz buldu. Yaz başında çıktı yola. Gezisi ençok bir birbuçuk ay sürecekti. Giderken,
– Belki mektup gönderemem, kusura bakmayın. Ama her gittiğim yerden kart atarım, dedi. Mektup da göndermedi, kart da… İnsan Avrupa’ya geziye çıkar da her gittiği yerden, eşine dostuna oranın renkli kartpostallarından göndermez mi? İnsan bunu da yapmazsa, Avrupa’ya gitmenin tadı mı olur? Avrupa’ya gideceksin. Giderken İstanbul’un, Ankara’nın, İzmir’in telefon rehberini de beraber götüreceksin. Sonra, her gittiğin yerde oranın bisürü renkli kartpostalını alacaksın. Otele gidince, telefon rehberini açacaksın. İster tanı, ister tanıma, rehberde ne kadar adres varsa hepsine her gittiğin yerden birer ikişer renkli kartpostal yollayacaksın ki, herkes de senin Avrupa’ya gittiğini anlasın.

Kartın arkasına da “Venedik’ten selamlar…”, “Zürih’ten sevgiler…”, “Paris’ten bir hatıra… ” diye yazacaksın. İnsanın Avrupa’ya gittiğini bilmeyen kalmamalıdır. Ancak bu kadar zahmete değsin… Ondan sonra da dönünce, ömrün oldukça Avrupa gezisinin anılarını anlatırsın…

– Neydi o günler… Hey hey…
– Ben Avrupa’da iken…
– Avrupa’dan yeni geldiğim sıra idi…
– Efendim, Avrupa başka…
– Biz adam olmayız kardeşim. Adam olmasına oluruz ama, on fırın ekmek ister. Avrupa’nın…
Nurettin, bunların hiçbirini yapmadı. Salak oğlan… Ben Avrupa’ya gitmeliyim ki görsünler. Görsünler nasıl Avrupa’ya gidilirmiş. Burnumun ucunu kıvırıp da, şöyle bir çevremdekilere bakayım, görenler,
-Ne derseniz deyin, bu adam Avrupa’ya gitmiş! desinler. Nurettin yirmi gün sonra döndü.
– Hani birbuçuk ay kalacaktın, neye döndün? dedim.
– Sus, sorma, canımı zor kurtardım, dedi.
– Yahu, bir kart bile göndermedin.
– Kart gönderecek zaman mı buldum?
– Demek iyi eğlendin…
-Ne eğlenmesi… Karakoldan karakola sürttüm. Karakollardan kurtulamadım ki kardeşim… Gözümü açamadım.
– Neden? Yoksa seni interpol, milletlerarası bir sabıkalıya mı benzetti? -Değil kardeşim, kimseye benzetmedi. Bak nasıl oldu… Arabayla yola çıktım. Sınırı geçtik… Balkanları aştık. İşler yolunda, Avusturya’dan İsviçre’ye girince herşey değişti. Neye uğradığımı şaşırdım. Sınırdan girişim çok sıkıntısız oldu. Ama daha bir kilometre gittim gitmedim, trafik polisi yolumu kesti.
– Lütfen karakola, dedi.
Gidiş o gidiş, bir daha karakollardan kurtulamadım. Arabanın far lambalarından biri yanmıyormuş.
– Bitanesi yanıyor ya, daha ne istiyorsunuz, dedim. İkisi de yanmasa daha mı iyi idi?
Komiser,
-Bakın, arabaya iki far lambası koymuşlar. Bitanesi yetse, bitane yaparlardı, dedi. Suratıma baktı. -Yabancısınız galiba… dedi.
– Evet, dedim. -Belli… dedi.
Lambaları tamir ettirdim, çıktım yola. Bir ayak önce Zürih’i tutmaya çalışıyorum. Zürih’e girerken polisler yine durdurdu:
– Buyrun karakola!
Şehre girerken yavaşlamak gerekirmiş.
-Yol geniş. Dümdüz de… Hızlı girsek ne olur? Adam ezmedik ya… Komiser suratıma baktı,
– Siz yabancısınız, dedi. -Yabancıyım, dedim. -Belli, dedi. Hoşgeldiniz.
– Hoşbulduk.
Şehre girdim. Girmemle arabayı durdurmaları bir oldu.
– Buyrun karakola!
– Yahu ne yaptık?
-Virajı alırken sinyal vermediniz!
Şu Zürih’ten canımı atmazsam, karakollardan da kurtulamayacağım. Aman Bern, diye bastım gaza. Bern’e girdim. Şehre şöyle bir bakmaya kalmadı,
-Buyrun karakola…
Bu sefer de soldan gitmişim. Yani önümdeki otobüsü sollamışım.
– Önüm açıktı, ne çıkar… Komiser suratıma baktı, -Yabancısınız sanırım, dedi.
– Nereden bildiniz? -Belli… Hoşgeldiniz.
Baktım, arabada rahat edemeyeceğim. Park yapılmayacak yerde park yaptın, diyorlar. Haydi karakola… Trafik işaretine boş verdin, diyorlar… Haydi karakola, işaret lambasına aldırış etmedin, karakol. Hızlı sürdün, karakol… Başım dertte. Şu arabayı satıp da kurtulayım, dedim. Araba belasından, Avrupa diye karakoldan başka biyer göremeyeceğim. Ucuz pahalı demeden arabayı sattım.
– Haydi karakola…
Bizim arabada motor makine adına hiçbişey yokmuş.
– Bu nasıl çalışıyor, dediler.
– Çalışır evvelallahın izni ile… dedim.
Şoför yerindeki kaplumbağa kabuğunu, maşallah levhasını, karınca duasını, mavi gözboncuğunu gösterdim. Ne desem inanmazlar. -Yahu, alın şunu bedava… Kurtarın beni…
Arabayı bıraktım bir boş yere yürüdüm gittim. İsviçre’yi göremeden mi döneceğim bu araba derdinden.
– Buyrun karakola…
Yaya kaldırımından gitmemişim, araba yoluna inmişim… Anladım ki, bana bu Bern şehrinde de rahat yok. Otobüse binip Lozan’a gideceğim.
– Buyrun karakola… Komiser,
– Siz yabancısınız, belli… dedi.
Otobüse binerken, benden önceki adamın önüne geçmişim. Komisere yalvardım,
– N’olur, beni surdan Lozan’a atın, üst yanına karışmayın. Lozan’a geldim. Şehri dolaşmaya kalmadı,
– Buyrun karakola!
Allah inandırsın, hiçbişey yapmadım. Ne olmuş, boş cıgara paketini sokağa atmışım. Yahu, adam mı öldürdük, göz göre göre şehir ortasında kız mı kaçırdık, ne yaptık…
Lozan’da da tutunamayacağımı anladım. Ver elini Cenevre. Hiç olmazsa, şu Cenevre denilen yeri bir göreyim. Bırakıyorlar mı?.. -Haydi karakola!
Yola tükürmüşüm. Canım, tükürdümse birinin suratına mı geldi. Ortada
bir davacı, bir şikâyetçi mi var?..
Komiser,
-Hımmm… anladım, dedi.
-Ne var anladmsa, yabancıyım işte… dedim.
Koca İsviçre’yi döndük dolaştık, karakoldan başka biyer göremedim. Artık yollarda gezerken, aman bir pot kırmayayım derken… İnsanlık hali kardeşim, şeyim geldi. Şöyle tenha bir köşe başı aradım. Duvara baktım “eşeklere mahsus” diye de yazmıyor. Eh, anlaşılan serbest… Buyrun karakola!
Birader İsviçreliler insanın suratına baktılar mı, yabancı mı değil mi şıp diye anlıyorlar. Olur şey değil…
– Aman, beni insaniyet namına İsviçre sınırından dışarı atın! diye yalvardım.
İşte böyle birader, sana kart atmaya vakit mi oldu? İsviçre’yi döndüm,
dolaştım da karakoldan başka bi-şey mi gördüm?..

Aziz Nesin
Gözüne Gözlük adlı kitaptan

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz