Kafka’nın temel yaşantısı, «Babasınm Dünyası» ile olan uyuşmazlığıydı. Bu dünyaya başkaldırmıştı; ama bu tutumu aynı zamanda bir suç, bir uyum yeteneksizliği, o dünyaya girecek güçten yoksun olduğu için bir dışlanmışlık olarak duyumsuyordu. Özü açısından küçük burjuvaya özgü nitelik taşıyan bu başkaldırı, içerdiği çelişkiyle birlikte «Dava» da aşılması olanaksız bir yoğunlukla biçimlendirilmiştir. Josef K., gizli bir makamın memurlarınca gerekçe gösterilmeksizin tutuklanmasına karşı çıkar; bu memurların «bedenlerine oturan, çeşitli kıvrımları, cepleri, tokaları, düğmeleri ve bir kemeri bulunan… kara giysileri» gelecekteki korkuların habercisi gibidir.
Josef K., bu makamın kendisine açtığı davaya, geri planda kalan ve ipleri ellerinde bulunduranlara karşı çıkar. Direnişçi bir Avusturya vatandaşının üslubuyla, kamuoyuna başvurarak ve sokaktaki adamı kazanmaya çalışarak karşı koymaya çalışır. Hiç kuşkusuz, der, tutuklamanm ve sorgunun ardında «büyük bir örgüt var. Yalnızca satın alınabilen gözcüleri ve en iyi olasüıkla ancak kendini beğenmişlikten uzak kalabilen sorgu yargıçlarını çalıştırmakla kalmayıp, bundan öte, yüksek ve en yüksek derecede bir yargıçlar sınıfını da besleyen bir örgüt… Peki, ya bu örgütün amacı nedir, beyler? Bu amaç, suçsuz insanların tutuklanması ve haklarında anlamsız, tıpkı benim olayımda görüldüğü gibi, çoğunlukla sonuçsuz kalan bir kovuşturmanın yapılmasıdır…»
Josef K.’yı tutuklamış olan küçük dereceli, ahlaken yozlaşmış, çok düşük aylık alan memurlar, K.’nın gözleri önünde bir dayakçı aracılığıyla cezalandırılır; bu dayakçı artık bir insan değil, yalnızca bir işlevdir. K., bu memurları aslında hiç suçlu saymadığını söyleyerek araya girer, «suçlu olan örgüttür, suçlular yüksek memurlardır.» Bekçiler: «Evet, öyle!» diye bağırırlar ve hemen çıplak sırtlarına bir darbe yerler. «Şu değneğin altında yüksek dereceli bir yargıç bulunsaydı»,
der K. ve konuşurken, yeniden havaya kaldırılmak istenen değneği bastırır, «o zaman inan ki engellemezdim vurmanı, tam tersine, gördüğün iyi iş için güçlenesin diye sana para verirdim.» Dayakçı: «Söylediklerin inandırıcı geliyor,» diye karşılık verir, «ama ben rüşvete boyun eğmem. Dayak atmam için işe alındım, o halde dayak atanın.»
K., işi kilisedeki rahibe şöyle seslenecek kadar ileri götürür: «Yalan, dünyanın düzenine dönüştürülüyor.»— «K. sözlerini böyle tamamlamıştır», diye sürdürür Kafka, «ama bu söylediği, son ve kesin yargısı değildir.» Başkaldıran küçük burjuva, hiçbir kesin yargıya, hiçbir karara varamaz; karşı çıkışı sonuç kararı o değil, ama perde arkasındaki mahkeme verir.
Bürokrasiyi yöneten güçlerin değil, yalnızca bürokrasinin karşısına çıkan, her zaman yalnız kalır.
Tek bir insanın ansızın oluşan direnci, etkisizdir. «Solgun benizli ve şişman, yerlerinden oynatılamazmış izsuz kalır, gizliden kendini suçlu hisseder, silindir şapkalar giymiş» iki adam, K.’yı infaza götürürler. K., bu adamları «yaşlı, ikinci sınıf oyuncular» sanır, ve gerçekten de öyledirler; dayakçı nasıl yalnızca bir işlevse, bu adamlar da insanı suçlu kılan bir sistemin maskeleridir. K.’yı ortalarına alırlar, ellerini «öğretilmiş, talim edilmiş, karşı konulması olanaksız bir yakalayışla» tutarlar. «K., aralarında dimdik yürüyordu, şimdi üçü öyle bir bütün oluşturmuşlardı ki, sanki içlerinden biri kırılacak olsa, ötekiler de hemen kırılıverirdi. Bu, neredeyse ancak cansız nesnelerin oluşturabileceği türden bir bütündü.» Çünkü yalnızca başkaldırmakla yetinen, ama bir suçluluk bilinciyle düzeni tanıyan küçük burjuva, bu bütünün, bu nesneleşmiş, canlılığını yitirip taşlaşmış olgunun bir parçasıdır. K.’nm ıssız taşocağında, dünya yazınının en tüyler ürpertici gece sahnelerinden birini oluşturan taşocağında gerçekleştirilen idamı, başka olasılıkların kıvılcımlarıyla aydınlanır gibi olur. «Bakışları taşocağmm bitişiğindeki evin en üst katma takıldı. Bir ışığın ansızın yanması gibi, o katın pencerelerinden birinin kepenkleri de açüıvermişti, uzaktan ve yüksekte zayıf, incecik görünen bir insan bir çırpıda iyice öne doğru eğildi ve kollarını daha da öne uzattı. Kimdi bu? Bir dost mu? İyi yürekli bir insan mı? Onları umursamazlık edemeyen biri mi?Ya da yardım etmek isteyen biri? Tek bir kişi mi? Herkes mi? Hâlâ yardım umulabilir miydi?…» Daha ölmeden yıkılmış olan Josef K., yardımın, çıkış yolunun, başka türlü olmanm mümkün olduğunu sezer, ama onun için artık çok geçtir, boğularak, gövdesi delinerek ölür.
Josef K, yetersiz araçlarla başkaldırmıştır; «Şato» romanındaki adsız K. ise artık başkaldırmaz, tek amacı dışlanmış biri olmamak, benimsenmek, şatodaki topluluğa girebilmektir. Roman buz gibi bir atmosferle ve yalnızlıkla doludur. Şatoya giden yolda «köyün uzunluğu hiç bitmiyordu, küçük evler, buzlanmış pencere camlan, kar ve insansızlık sürüp gidiyordu…»
Kullanılan dil de taze kar gibi beyaz, an ve yoğundur; sanki K.’nın öyküsü, başmeleklerden birinin tutanağından alınmadır. Şatoya ulaşabilmek olanaksızdır; ama Brod’un yorum girişiminin tersine, bu şatoda «Tanrının Lütfu»nu anımsatan hiçbir yan yoktur.
Şatonun dünyası kötü bir dünyadır; kötü yaratıcı Demiurg’un gnostik düşüncesi, Kabbala’mn «karşı dünyası», kendisinden önce Blake ve Shelley’de olduğu gibi, görünüşte Kafka’yı da etkilemiştir. 19 Haziran 1916 tarihli günce notundan, eski tanrıtanımazlığı yansır:
«…Tanrının insanlık ailesine yönelen öfkesi. İki ağaç, gerekçeden yoksun yasak, tümünün (yılanırt, kadının ve erkeğin) cezalandırılması, Tanrmm konuşmasıyla daha da kışkırttığı Kabil’i yeğ tutması…»
K.’nm elinden hiçbir şey gelmeksizin, karşı karşıya kaldığı «güçler», kötü, yozlaşmış ve insanlık dışı olarak betimlenir. Ama bunlara boyun eğmeyenin vay haline!
Yabancı K.’nın karşılaştığı Barnabas Ailesi, lanetlenmiş bir ailedir. Güçlü bürokrat Sortini, Barnabas’ın kızkardeşi Amalia’dan hoşlanmıştır. Kısa bir mektup yazarak ondan en bayağı sözlerle kendisine gelmesini ister: Kız mektubu yırtar ve parçalannı getiren habercinin suratına fırlatır. Böylece «ailemiz de lanetlenmiş oldu» diye anlatır kızm kızkardeşi Olga K.’ya. Barnabas Ailesi, bu olayın ardından gerek ekonomik, gerekse toplumsal bakımdan yıkıma sürüklenir. İşin en korkunç yanı ise her şeyin sanki kendiliginden, ortada somut bir karar bulunmaksızın, perde arkasmda kalan bir oyunun etkisiyle olup bitmesidir. «Açık seçik bir cezanın gelmeyeceğini hepimiz biliyorduk. Ama herkes bizden elini eteğini çekti. Gerek buradaki insanlar, gerekse Şato…
Somut hiçbir şey olmadı. Ne bir çağrı, ne bir haber, ne herhangi bir bilgi, ne de bir ziyaretçi, hiçbir şey…» Köyde yaşayanlar aslında Barnabas Ailesini aralarına almaya memnuniyetle hazırdırlar; ama şatodan bir işaret beklemişlerdir ve bu işaret gelmemiştir. Hiçbir şey olmadığından, ailenin şöhreti giderek kötüleşir ve aile iktidarın gölgesi altında kaybolma tehlikesiyle karşılaşır. Sonra babamın girişimleri başladı îdiye anlatır Olga, «ricada bulunmak için yöneticiye, sekreterlere, avukatlara, yazıcılara hep sonuçsuz kalan gidip gelmeler başladı-, babam çoğu kez kabul edilmedi; bir numarayla ya da rastlantı sonucu içeri bırakıldığı zamanlar ise —kabul edildiğini haber aldığımızda sevinçten deliye döner, ellerimizi oğuştururduk.— çok çabuk savılır, bir daha aynı yere sokulmazdı… Affedilebilmesi için önce suçunun ne olduğunu saptamak zorundaydı, oysa böyle bir suç, ilgili makamlarca yadsınıyordu…»
Böyle bir konumda her şey, sapık bir görünüm almaya başlar. Şatonun egemenliğini yadsımayan, ilke olarak tanıyan baba, ondan sakladıklarına inandığı «suçunu» bu kez kendisi aramaya koyulur, suçluluk bilincinin belirsizliği içersinde kendini suçlamaya çalışır, soğukta ve perişan bir halde, anayolda gelip geçen memurları bekler, hastalanır ve yıkılıp gider. Kafka suçu bulunmaksızın bir topluluktan kovulan, geri dönmesine, böylece de toplumsal açıdan varolabilmesine izin verildiği takdirde her suçu üstüne almaya hazır olan bireyin dış ve iç konumunu tedirgin edici bir kesinlikle tanımlamıştır. K., şatonun bürokratik sisteminin ne denli utanç verici olduğunu yeterince öğrenir, ama bu sistemde «yer almayan» toplum tekinin nasıl bir bırakılmışlığın pençesine düştüğünü de bilmektedir; bundan ötürü ne pahasına olursa olsun yer almak ister. En kötü toplulukta yer almak bile, hiçbir toplulukta olmamaktan daha iyidir! Teslim olmak, yalnız kalmaya yeğdir! K.’nm şatonun kapıları önündeki tutumu böyledir; bu, umarsız ve gelecekteki yıkımın habercisi olan bir tutumdur.
Kafka, 9 Ekim 1921 tarihinde şunları yazmıştır: «Yalnızlık ile toplum arasındaki bu sınır bölgesinin sınırları dışına çıktığım çok ender oldu, dahası, yalnızlıktan çok, bu bölgede yerleştim…» «Çin Şeddinin İnşaasında» başlıklı öyküde topluma duyulan gereksinim, her şeye egemendir. Büyük şeddin yapımına gitmek üzere yola çıkanlara kitleler eşlik eder: «Geçtikleri bütün yollarda insan toplulukları, flamalar, bayraklar vardı; ülkelerinin ne denli büyük, zengin, güzel ve sevilmeye değer olduğunu daha önce hiç görmemişlerdi. Her vatandaş, uğruna koruyucu bir set yapılan bir kardeşti; tüm sahip oldukları ve tüm varlığıyla bundan ötürü yaşamı boyunca şükran borcu duyan bir kardeş. Birlik! Birlik! Bir halka olmuş ulusun dansı ve artık bedenin acıması kan dolaşımı içersinde hapis kalmaktan kurtulmuş, uçsuz bucaksız Çin’i tatlı tatlı dolanan, amja hep yeniden geri dönen kan.» 1923 Sonbaharında yazılan «Yapı» adlı öykü, yalnızlığa yönelik ve düşsel yankılar bırakarak zayıflayan bir örgüdür: «Ama yapımın en güzel yanı sessizliği…
Yaklaşmakta olan yaşlılık için böyle bir yapıya sahip olmak, sonbahar başladığında bir çatının altına sığınmış olmak güzel bir şey… Evsiz barksız, yoksul gezginciler yollarda, ormanlarda, en iyi olasılıkla da bir yaprak yığınının içine büzülmüş ya da nereye gideceğini bilmeyen bir sürüye karışmış olarak, yerin ve göğün tüm yıkımlarına açık yaşıyorlar!
Bense burada her bakımdan güvenlik altında olan bir yerde yatıyorum…» Buna karşılık son öyküde, «Şarkıcı Josefine ya da Fare Ulusu»nda (1924 İlkbaharı), şarkısıyla fare ulusunda yükselen bir kişilik olan Josefine, bu ulusun güçlerini kendinde birleştiren bir simge olarak tanınır. Güç kaynağı olan şarkısı, bu gücün bütününü ulustan kazanmıştır. Kendi dünyasına çekilen Josefine ise, artık bir toplumun yaşantısı olmaktan çıktığı için önemini yitirir. «Josefine saklanıyor, şarkı söylemiyor, ama halk, bu sakin, göze görünür bir düş kırıklığı bulunmayan, yukardan bakan, kendi içersinde dingin kitle, görünüş başka türlü olsa bile armağanları yalnızca verebilen, ama asla alamayan, Josefine’den bile alamayan bu kitle, kendi yoluna gitmeyi sürdürüyor. Josefine’nin durumunun kötüleşmesi ise kaçınümaz bir sonuç. Çok geçmeden son ıslığı da çınlayacak ve kesilecek. Josefine, ulusumuzun sonrasız tarihinde yalnızca küçük bir bölüm ve ulus, bu yitimi de aşacak…»
Ernst Fischer
Franz Kafka
Çeviren: Ahmet Cemal