‘Görme eylemi’ni yeniden tanımlayan ünlü Görme Biçimleri’nin yazarı sanat eleştirmeni, romancı, ressam ve şair John Berger, her yönüyle bir sanat adamıydı. Dünyanın en önemli eleştirmenlerinden bir sayılan İngiliz yazarı, Susan Sontag “harika bir sanatçı ve düşünür” diye tanımlamıştı. John Berger anısına, kendisiyle Türkçede de yayımlanan kitabı Katarakt üzerine yapılan bir söyleşi:
Önce kitabın nasıl oluştuğunu konuşalım isterseniz. Selçuk Demirel projede nasıl yer aldı? Katarakt üzerine bir metin yazmaya ne zaman karar verdiniz?
Aslında bu konuda bir kitap yazmayı düşünmüyordum. İki yıl önce bir katarakt ameliyatı geçirdim. İlk ameliyattan sonra notlar almaya başlamıştım. Sonra Selçuk beni ziyarete geldi, bazı çizimler yapmak istediğini söyledi ve böyle bir proje fikri doğdu. Neden olmasın dedim, çünkü Selçuk’la daha önce de beraber çalışmıştık. Selçuk’un çizimlerine hayranlık duyuyorum, insan bedeni hakkında çok zekice gözlemleri var. Çok iyi ve sıkça çiziyor. Selçuk da böyle bir projeden zevk alabileceğini düşündü. Daha sonra ikinci gözümden bir ameliyat geçirdim. Selçuk benimle hastaneye gelmek istediğini söyledi. Doktorlarla konuştum ve kabul ettiler. Onlara, beraber küçük bir kitap hazırlamak istediğimizi söyledik, çok memnun oldular. Ardından Selçuk da hastaneye geldi, gözlemlerini yaptı. İkinci ameliyattan sonra yine bazı notlar aldım. Bütün notları Selçuk’a gönderdim. Böylece bu kitap ortaya çıktı.
Anlaşılan Selçuk Demirel’le sıkı bir dostluğunuz var…
Elbette, biliyorsunuz beraber Kıyıdaki Adam adlı bir çalışma da hazırlamıştık. Selçuk çok yakın arkadaşım, onun sanatını ve mizahını çok seviyorum.
Bahsettiğiniz iki katarakt ameliyatı riskli operasyonlar mıydı?
Hayır, günümüzde bu operasyonun riski kalmadı. Bu konuda uzman göz hastaneleri haftada yüzlerce katarakt operasyonu gerçekleştiriyor. Elbette bazen yan etkiler olabiliyor. Ama operasyon genel anesteziye gerek duyulmadan, sadece yirmi dakika sürüyor. Uzanıyorsunuz, doktor gözünüze bakıyor ve operasyonu yapıyor. Diş doktoruna gitmekten daha kısa.
Katarakt, “görmek” üzerine bir kitap. Aslında sizin kurgu olmayan bütün eserleriniz görmek ve bakmak üzerine. Bunun en kişisel kitabınız olduğu söylenebilir mi? Bir tür günlük gibi?
Önce şunu söylemem lazım: İngilizcede “bakmak” (looking) ve “görmek” (seeing) arasında bir fark var.
Türkçede de var aynı ayrım…
Güzel. Görmek, basitçe gözünüzün ışıktan gelen mesajı ve dolayısıyla nesneleri algılamasıdır. Baktığınız zaman ise bu bir değer yargısını netice veren bir eylemdir. Sanırım aradaki fark açık. Şunu söyleyebilirim: Katarakt benim “görmek” üzerine en kişisel kitabım. Burada görme yetisini kastediyorum. Eğer benim hep üzerine yazdığım bakma eyleminden söz edersek, mesela bir resme ya da bir manzaraya bakmak, bunların hepsi kişisel eylemlerdir. Fakat görme yetisi dediğimiz sıra dışı şey, yani gözün ışıktan gelen mesajı algılaması konusunda ise kişisel olan elbette benim için çok önemli olan gözlerimdir. Herkes için öyledir elbette… Kitap işte bu yönüyle kişisel.
Görme eylemi üzerine çok önemli metinler yazan, dünyadaki en önemli eleştirmenlerden birisiniz. Hatta “görme”yi bazı yönleriyle yeniden tanımladınız. Katarakt, görme eylemine yaklaşımınızı değiştirdi mi?
Evet, bir bakıma. Burada önemli nokta şu: Katarakt adım adım ilerleyen bir hastalık ve o kadar yavaş ilerliyor ki, hiç fark etmiyorsunuz. Yani her yıl, hatta her ay doğru görme yetinizi biraz daha kaybediyorsunuz. Renkleri, ışığı ve karanlığı doğru görememeye başlıyorsunuz. Ama dediğim gibi, bu çok yavaş gerçekleşiyor ve farkına varamıyorsunuz. Böylece görme yetinizin zedelendiğini fark etmeden kuşlara, ağaçlara bakmaya devam ediyorsunuz. Oysa görme yetiniz büyük ölçüde zarar görmüş oluyor. Ve bir gün ameliyatın gerekli olduğunu söylüyorlar, bundan kaçış yok. Gözünüzdeki katarakt alındıktan sonra ise birdenbire çevrenizdeki nesneleri ilkgençliğinizdeki gibi görmeye başlıyorsunuz. Bir süreliğine her şeyi ilk kez görüyor gibi oluyorsunuz. Sonra zamanla buna da alışıyorsunuz, sanki katarakt hiç olmamış gibi. Şeyleri birdenbire ilk kez görüyormuş gibi fark etmek, görme eylemine yaklaşımımı değiştirdi.
Bu kitap aynı zamanda bir tür terapi miydi sizin için?
Aslında hayır. Tedavi, gözüme yapılan operasyondu. Ama bununla ilişkili olarak kitabı hazırlama sebeplerimizden birini söyleyeyim. Biliyorsunuz, artık binlerce insan katarakt ameliyatı oluyor. Hatta o insanların da bir şekilde bu konuya muhatap olan binlerce tanıdığı var. Burada önemli olan, ameliyatın zorluğu değil, hastanın ve yakınlarının kendilerini nasıl hissettikleri. Doğal olarak insanlar bir tedirginlik yaşıyor. Biz şöyle düşündük: Eğer bu kitap katarakt hastalarına operasyondan önce verilirse onları rahatlatabilir, onlara bir fayda sağlayabilir. Mesela kitap İngiltere’de yayımlandığında, yayıneviyle anlaşma sağlanarak (biz kitaptan para talep etmedik) Londra’da katarakt operasyonu yapan hastanelere yüzlerce kopya verildi. Böylece operasyonu bekleyen hastalar kitaba çok ucuz bir fiyata ulaşabildiler.
Kitapta “ışığın metafiziği” kavramından söz ediyorsunuz. Bunu biraz açar mısınız?
Bu aslında ışıkla ilgili, mekânla yakından ilişkili olan bütün bir kavrayış, bütün bir fenomen. Çünkü zaman, ışığın uzaydaki hızıyla ilgilidir. Bu yüzden uzak bir galaksi hakkında şu kadar kilometre uzakta demeyiz de şu kadar ışık yılı uzaklıkta deriz. Bütün metafizik, zaman ve uzayla ilişkilidir. Bu da ışık kavramıyla yakalanır. Işığın metafiziği derken kast ettiğim bu.
Kitabın bir yerinde de, “Karanlıksa, tersine, çoğu zaman sanıldığı gibi bir son değil, bir giriştir.” diyorsunuz. Burada karanlığı ölümün metaforu olarak mı okumalıyız?
Kesinlikle. Karanlık bir ölüm metaforu ve eğer öyle kabul ederseniz, ışığın ölümden sonraki formunun adı. Bu, örneğin Spinoza’nın felsefi yaklaşımıyla da ilgilidir. Hatta sanırım dervişlerin anlayışı da bununla örtüşüyor, öyle değil mi?
Söylediğiniz bir ölçüde doğru.
Mesela Mevlana’nın bazı dizelerine bakın, bunun çok iyi örneklerini bulabilirsiniz.
Kitaptan, ameliyat sonrası mavi rengi çok farklı görmeye başladığınızı öğreniyoruz. En sevdiğiniz renk midir mavi? Mesela hangi rengi görememek sizin için felaket olurdu?
Katarakt hastalığı süresince en çok bozulan renk mavidir. Bu kişisel bir tercih değil, bir hakikat. Dolayısıyla operasyondan sonra maviyi çok farklı görmeye başladım. Bu rengi yeniden keşfettim. Bu elbette mavinin en sevdiğim renk olduğu anlamına gelmez, işin tuhafı, en çok giydiğim renk mavidir. Gömleklerimin üçte ikisinin mavi olduğunu söyleyebilirim. Ama yine de mavinin en sevdiğim renk olduğunu söyleyemem.
Ama yine de maviyi yeniden keşfetmek dünyaya bakışınızı çok değiştirmiştir.
Elbette, şüphesiz.
Kitabın çevirmeni Cevat Çapan’ın dostunuz olduğunu biliyorum. Latife Tekin’in bir kitabına önsöz yazmıştınız. Bejan Matur’un şiirlerini sevdiğinizi de biliyorum. Türk edebiyatından ilgiyle takip ettiğiniz başka isimler var mı?
Dağların ve hapishanelerin büyük romancısı Yaşar Kemal’i çok severim. Söylediğiniz gibi, Latife Tekin’e hayranlık duyarım. Bir de hayatta olmayan çok büyük şair Nâzım Hikmet var tabii…
kronos.news