İki yazarın ortak dili: Çizim
(…) Kısa bir süre önce İstanbul’dayken dostlarıma beni yazar Latife Tekin’le tanıştırmalarını rica ettim. Şehrin kenarındaki gecekondularda yaşanan hayatı anlattığı romanlarından yapılmış bir iki çeviri bölüm okumuştum. Okuduğum o kısa bölümler bile beni yazarın düş gücü ve özgünlüğü açısından son derece etkilemişti. Herhalde o da gecekondularda büyümüştü. Dostlarım yemekli bir toplantı düzenlediler. Latife geldi. Ben Türkçe konuşamadığım için, doğal olarak, çeviri önerileri geldi. Latife benim yanımda oturuyordu. İçimden bir şey bana, “Boş verin çocuklar, biz aramıza anlaşırız sanıyorum.” dedirtti.
Önce kuşkuyla baktık birbirimize. Başka bir zamanda, başka bir yerde o otuz yaşlarında sürekli hırsızlık suçundan yakalanan genç bir kadın, bense o kadını sorguya çeken yaşlı bir polis memuru olabilirdim. Ama işte bu tek ömrümüzde, ikimiz de birer anlatıcıydık. Birbirinin dilinden tek sözcük anlamayan iki masalcı. Gözlemlerimiz, anlatım özelliklerimiz, Ezopça bir hüznümüz dışında hiçbir şeyimiz yoktu. Kuşku yerini çekingenliğe bıraktı.
Elime bir defter alıp kendi resmimi çizdim. Latife’nin kitabını okuyordum. Sonra kalemi Latife aldı ve kâğıda batmış bir vapur çizdi. İyi resim yapamadığını anlatmak istiyordu. Ben de kâğıdı ters çevirdim; vapur yüzmeye başladı. Latife bir desen daha çizdi. Resimlediği bütün vapurların battığını söylemek istiyordu. Ben denizin dibinde kuşlar olduğunu çizdim. O da gökyüzünde demir bir çapa yaptı. (Masadaki herkes gibi biz de rakı içiyorduk.) Latife, ondan sonra, bana şehrin eteklerine bir gece içinde yapılmış evleri belediyenin buldozerlerinin nasıl yerle bir ettiklerini anlattı. Ben de ona bir karavanda yaşayan yaşlı bir kadından söz ettim. Çizmeyi sürdürdükçe birbirimizi daha çabuk anlama başlamıştık. Sonunda kendi aceleciliğimize yine kendimiz gülmeye başladık. Anlattıklarımız acıklı ya da korkunç bile olsa biz gülüyorduk. Latife eline bir ceviz alıp iki böldü, uzattı –bir beynin iki yarısı demek istiyordu! Derken, biri Bektaşi müziği çalmaya başladı bütün konuklar da dans etmeye.
(…)
John Berger, “Şiirin Saati”
Çeviri: Gönül Çapan, Adam Yayınları
John Berger ile ışık ve karanlık üzerine: Yaşar Kemal, Latife Tekin ve Nâzım Hikmet’i severim
Latife Tekin kimdir?
1957 yılında Kayseri’nin Bünyan kazasına bağlı Karacafenk köyünde doğdu. Dokuz yaşında ailesiyle İstanbul’a geldi. İlk kitabı Sevgili Arsız Ölüm 1983 yılında yayımlandı. Ardından Berci Kristin Çöp Masalları (1984), Gece Dersleri (1986), Buzdan Kılıçlar (1989) ve Aşk İşaretleri (1995) adlı romanları yayımlandı. Değişik üslubu ve yaklaşımıyla kendi kuşağındaki edebiyatçıların önde gelen isimlerinden biri olan Latife Tekin’in romanları İngilizce, Almanca, Fransızca, İtalyanca, Farsça ve Hollanda diline çevrildi. Tekin’in Gümüşlük Akademisi adlı küçük kitabı da Nisan Yayınları’ndan (1997) çıktı. Farklı üslubu ve yaklaşımıyla kuşağındaki edebiyatçıların önde gelen isimlerinden biri oldu.
Sevgili Arsız Ölüm, Türk romanında köklü değişimlerin gözlendiği 1980’li yıllarda, dönemin yenilikçi (avant-garde) arayışlarını yansıtan önemli eserlerden biri olarak kabul edildi. 1984’de Atıf Yılmaz’ın yönetmenliğinde beyaz perdeye aktarılan ve senaryosunu Latife Tekin’in yazdığı Bir Yudum Sevgi adlı film, 1984’te Antalya Film Festivali’nde Altın Portakal, 1986’da Uluslararası İstanbul Sinema Günleri’nde En İyi Film ödülünü, 2004 yılında yayımlanan Unutma Bahçesi adlı romanıyla 2006 Sedat Simavi Edebiyat Ödülü, 2019 yılında “toplumsal yaşama eleştirel bakışı ve kadın ve çevre konularına duyarlı romanları” nedeniyle, Erdal Öz Edebiyat Ödülü aldı.