Gününden önce Doğan Bir Roman Nasıl Yapmalı ve Çernişevski – Asım Gönen

53

Bazı eserler vardır; bir kez okunduktan sonra etkileri bir daha akıldan çıkmaz. İşte Çernişevski’nin Nasıl Yapmalı isimli romanı tüm okuyanların belleklerinden çıkmayacak bir eser. Yazılışından bu yana yüz elli yıla yakın bir zaman geçmiş olmasına karşın, kitaplıklarda baş kitaplar arasında yer alması da ayrıca bunun bir göstergesi. Tersine bazı eserler de sonuna kadar ya okunur ya da okuyucusu sıkılır ve bitirmeden okumayı bırakır. Bazen de birtakım yan etkilerle birdenbire saman alevi gibi parlar, kısa süre sonra söner ve bir daha da gündeme gelmezler.

Nasıl Yapmalı bin sekiz yüz altmışlı yılların Rusya’sına denk düşen bir roman. öncelikle şunu belirteyim: Daha önceleri toplumsal bilinçten yoksun ya da yarım bilinçle bu romanı okuyanlarımız vardır. Hiç okumayanların mutlaka okumalarını önerirken, çok önceden okuyan bu dostların da yeniden okumalarını öneriyorum. Şu bir gerçek ki her eser okunurken o eseri oluşturan bilinç düzeyine yakın bir bilinç düzeyinde olmak, o eserin kişi üzerindeki tüm etkilerini kat kat artırır. Tüm etkilerden kastımın içinde eserden tat almak da vardır. Bilinç düzeyi eksik olanların bilinçlenmelerine katkısı ayrı bir değerdir. Nasıl Yapmalı her yaş döneminde ve bilinç düzeyinde okundukça yeni tatlar, yeni görüş alanları, yeni deneyimler ve bulgular kazandıracak kadar derinlikli bir roman. Her okunduğunda yeni şeyler keşfedilmesi elbette boşuna değil. Aşk konusundaki yanılgılardan, doyumuna aşka, sosyalist üretimden ve paylaşımdan, gerçek arkadaş ve dostluğa, yardımlaşma, dayanışma,  yeni insanın yaratımı ve o dönem baskılarına karşı aydınlık, ilerici güçlerin mücadelesine kadar çok yönlü bir romandır Nasıl Yapmalı. İnsan özellikle aşk konusunda hiç acı çekmeyeceği halde bilinçsizliği yüzünden boşu boşuna acılar çeker. Eşinden ayrılanlar, aşık olduğunu sandığı halde, karşı tarafın aşkına karşılık vermeyişi yüzünden acı çekenler, bu romanı okuyunca, eminim ki boşuna acı çekmişim diye romanın kazandırdığı bilinçle rahatlayacaklardır. Şunu buraya ben ekleyeyim. Karşı tarafın karşılık vermediği bir birlikteliği bir biçimde sağlamak, mutluluğun olduğu bir birliktelik olur mu, yoksa bunun içinde sürekli bir ayrılık var mıdır?  Kişiliklerin ve beğenilerin birbirini tutmadığı bu yalancı aşk, gerçekten bir aşk mıdır acaba?  O zaman gerçek olmayan bir aşk için acı çekmeye değer mi?

Gece köprüsünün tam ortasında bir silah sesi duyulmuştu | Nasıl Yapmalı? – Nikolay Çernişevski

Pek çok gencin aşk konusunda içinde bulunduğu şartlar yüzünden yanlış duygulara kapıldığı bir gerçektir. Bin bir zorluk içindeki bir üniversite öğrencisini düşünelim. Kendine karşı cins tarafından gösterilecek herhangi bir küçük ilgiden sonra dumanı bacasından çıkacak biçimde aşk ateşine yakalanır. O anda bütün bir ömrünü feda etmenin hayalleri içindedir. Bu aşk yaşam mücadelesi içinde beğenilerin ve kişiliklerin birbirini tuttuğu, yine kişiliklerin yerine oturduğu, kendi yaşamını belirleyecek olgunluğa erişmiş olmaktan doğan sağlıklı bir aşk mıdır? Üniversite psikozunun içinde doğan aşk ve yine bu ortamda ortaya çıkan ayrılıktan acı çekmek, hastalıklı bir duygusallığın ve buna dayalı olarak da bilinçsizliğin ve pek çok yoksunluğun ürünüdür ve bilinmeli ki geçicidir. Dırdır içinde birbirini yiyip bitirecek bir beraberlikten bir an önce kurtulmak ya da böyle bir beraberliğe girememek acı çekmenin gerekçesi olmamalıdır. Neyse, bu konuyu romana bırakalım, o anlatsın basiretli okurlarına ve kafaları açsın.

Sanattaki her köklü yenilik, toplumdaki köklü değişimlerle birlikte gerçekleşir. Toplum köklü değişimin eşiğindedir ya da köklü değişim gerçekleşmiştir. Sanatçı da bu değişimlerin etkileri içinde sanat yapar. Bu noktada sanat değişime katkıda bulunurken, değişim de sanata katkıda bulunur. Sanatta gerçekçiliğin özünü bu nokta belirler. Çernişevski’nin büyüklüğü işte bu nokta ile ilgilidir. Gerçekçi sanatçı yaşadığı toplum düzeninden bir sonraki toplum düzeninin özlemi ve coşkusu içindedir.  Feodalizm kapitalizme, kapitalizm sosyalizme gebedir. Feodal yapının ilerici sanatçısı burjuvazinin öncülüğündeki burjuva demokratik devrimin coşkusu ve açtığı ufuk çerçevesinde ürün verir. Feodal yaşam biçimi içinde kapitalist yaşam biçiminin etkisinde kalmak gerekirken, Çernişevski sosyalist yaşam biçiminin etkisinde kalarak gerçekleştirmiştir Nasıl Yapmalı’yı ve bu bir tek Çernişevski’ye özgü bir ustalıktır. Yani yaşadığı dönemin bir sonraki yaşam biçiminin değil de, ondan da sonrakinin sanatını yapmıştır o.  Gerçekçi sanatçı ufukta görünene bakarak ürün verirken, Çernişevski ufuktan sonraki ufka bakmayı ve görmeyi becermiştir. Bin sekiz yüz ellilerin Çernişevski’si, günümüzün pek çok sanatçı geçineninden ne kadar ileridedir bunu varın siz hesaplayın.  Tolstoy, Balzac, Dickens, Stendhal gibi ustalar feodalizmin çürümüşlüğünü yerin dibine batırırken ve burjuva devrimlerinin etkisiyle coşarlarken, Çernişevski kapitalizmi aşmış, sosyalist yaşam ve o yaşamı kurmanın etkisiyle o yaşamın insanını karakterize etmiştir.

Çernişevski’nin en büyük özelliklerinden biri de, roman karakterlerini asla içinde bulundukları koşullardan soyutlamamasıdır. Ne aşk konusunda, ne kişilerin işlediği suçlar, ne de diğer konularda bu önemli gerçekliği göz ardı eder.  Burayı bir örnekle pekiştirelim. Romanın başta gelen karakterleri Kirsanov, Lopuhov, Vera ve Rahmetov’dur. Bunların hepsi sosyalist yaşamın karakterleridir. Mariya Pavlovna, Vera’nın annesidir. Vera’nın annesini de babasını da kişilik olarak belirleyen şey, herkes için geçerli olduğu gibi, kendi çabaları değil, içinde bulundukları koşullardır. Bireyleri içinde bulundukları koşullar belirler gerçeğine uygun olarak şöyle tipler Pavlovna Mariya’yı Çernişevski.

Vera’nın annesi ve babası bir malikanede aşçı olarak çalışırlar ve süreç içinde malikanenin kahyalığına kadar yükselirler. Kolay olmaz bu yükselme ve bedeller öderler. Anne içinde bulunduğu koşullar gereği malikane sahiplerinin en çirkin emellerini bile yerine getirmek zorunda kalır. Baba da değişik sorunlar yaşayarak insanı onursuzlaştıran emellerin onursuz kişiliğinin alışkanlığı içine girer. Anne cinsel arzuların bile aleti olması gereği, onursuzluğun olağan bir karakteridir. Artık çirkef bir anne ve çirkef bir babanın kızı olmaya bağlıdır Vera’nın kaderi.

Zaman geçmiş Vera büyümüş ve güzelleşmiştir. Bu arada piyano çalmayı ve terziliği öğrenmiştir.  Malikane sahiplerinin delikanlı çağındaki oğulları kızın annesinden yararlandığı gibi Vera’dan da yararlanma isteğine kapılır. Onu nasıl elde edeceğini arkadaşlarına ballandıra ballandıra anlatır.  Vera onun bu isteğine karşı çıkar ve teslim olmaz. Olacak şey değildir bu. Kendine büyük bir lütuf gibi sunulan bu birlikte olma isteğine karşı koymak şaşılacak şeydir. Delikanlının isteğini kendine verilmiş bir paye gibi kabul edip seve seve onun koynuna girmesi gerekmez miydi? İşin gönüllü olması için işin içine para ve bol hediyeler girer. Vera asla ödün vermez. Karşı koyuş Vera’yı daha da cazip hale getirir. Durum gencin Vera’ya âşık olmasına kadar gider ve bu kez delikanlı kıza evlenme teklif eder. Kız olanca tepkisiyle yine hayır der. Hele evlenme teklifini reddetmesi olacak şey değildir.

Kızının, delikanlının metresi olmayı reddedişine sinirlenen anne, kızının evlenme teklifini kabul etmeyişinden dolayı çileden çıkar. Artık bu evde yaşamak Vera için bir işkencedir. Bu noktada şöyle seslenir okurlarına Çernişevski:

“Basiretli okurum, bu kadına kızıyorsun biliyorum. Ama onu bu duruma getiren nedenleri hiç düşündün mü? Bu nedenler ve bu nedenleri yaratanlar mı suçlu, yoksa Vera’nın annesi mi?”

Romanı okudukça şu soru çakılır beyinlere ve cevabı da buldurur. Hiç kimse kendi kendini belirleme olanağına sahip değildir. Kişiler içinde bulundukları koşullara göre belirlenirler. Koşulları hangi sınıf egemense o sınıf belirler ve alt sınıf bireyleri de bu koşullar içinde yaşamak ve kişilik kazanmak zorunda kalırlar. Emekçiler kendi koşullarını yaratmak için örgütlenerek büyük bir güç haline gelmek zorundadırlar. Eski yaşam koşullarının yerine yeni yaşam koşullarını geçirmenin yolu buradan geçer.

Burada Çernişevski çok önemli bir gerçekliğe yine parmak basar.  Annesinin, babasının baskısı ve delikanlının metresi olması için zorlaması ve daha sonra evlilik teklifleri yüzünden Vera çok bunalımlı günler geçirmektedir. Delikanlı Vera ile buluşur ve onu çok sevdiğini, onun için deli divane olduğunu söyler. Vera’nın cevabı tam yerine oturur ve okuyucunun belleğine kazınır.

“Bu nasıl sevmektir ki sevdiğine bu kadar büyük acılar çektiriyor?”

Evet sevmenin ve aşkın gereği böyle olmaz. Zaten delikanlının aşkı gerçek bir aşk olsaydı, kişilikler ve beğeniler de birbirini tutmuş olurdu. Eğer kavuşmak sevdiğine acı çektirecekse bedeli ayrılık olmalıdır ve bu ayrılığı karşılıksız seven, sevgisi gerçekse, yanıldığını anlamalı ve bu ayrılığı gönüllü olarak kabul etmelidir. Sosyalist yeni insanın aşk konusunda romandaki yeri işte böyledir.

Başka önemli bir konuyu açalım. Vera bu sıkıntılar içindeyken, üniversitede tıp öğrencisi olan Lopuhov’la, Vera’nın küçük kardeşine ders vermesi için para karşılığında anlaşmaya varılır. Bu yüzden Lopuhov sık sık Veralara gelir. Lopuhov’la, Vera giderek yakınlaşırlar ve Lopuhov sıkıntılar içindeki Vera’yı yanına alır. Tek başına geçinmek durumundayken Vera’nın yükü de üzerine binince, Lopuhov üniversiteden ayrılmak zorunda kalır. Aralarındaki duygusal yakınlık böyle başlar ve Vera kendinde beliren minnettarlık duygusu ve aşk karışımı bir ruhsal biçimlenme sonucu Lopuhov’la evlenir. Kirsanov, Lopuhov’un üniversiteden arkadaşıdır. Kirsanov üniversiteyi bitirir ve tıp doktoru olur. Sık sık Lopuhovlarla bir araya gelirler. Süreç içerisinde Vera’nın, Lopuhov’a olan aşkının gerçek aşk değil, Lopuhov’un, Vera’ya yaptığı iyilikler sonucu gelişen minnet duygusu olduğu kendini belli etmeye başlar. Vera, içten içe Kirsanov’a karşı beliren duygularını Lopuhov’a bağlılığı yüzünden şiddetle bastırmaya çalışır. Ruhunda huzursuzluk veren bir gerilim başlar ama bunun ne olduğunu kendisi de anlamaz. Sebebini kendinin de bilmediği bir mutsuzluk içine düşer. Durumu hisseden Kirsanov aynı duygular kendinde de belirdiği için, bir daha Lopuhovlara uğramaz. Vera acı çeker ama asla Lopuhov’a ihanet etmez. Kirsanov’a olan gizli aşkına öyle şiddetle karşı çıkar ki, bilinçaltı bu aşkı anlamasına izin vermez. Vera’nın gördüğü rüyaların anlamını çözen bilinç ustası, dayanıklılık ve direncin eşsiz örneği Rahmetov devreye girer. Durum iyice netleşince Lopuhov iki aşığın kavuşmasının önünü açmak için intihar etmiş süsü vererek ortadan kaybolur. Bu durumda kavuşmayı ne Kirsanov’un vicdanı kabul eder, ne de Vera’nın. Kavuşmalarını ve sosyalist ilişkiler içinde mutluluğun en yücesini yaşamalarını romana bırakalım. Burada önemli olan sosyalist ilişkiler içerisinde Çernişevski’nin yarattığı yeni insan tipinin böyle bir aşk karşısındaki tavrıdır. Lopuhov da, Vera da, Kirsanov da bu yeni insan tipinin yüce örnekleridirler. Böyle insan tiplerinden oluşan bir toplum düşünün. Ne sömürü, ne yoksulluk, ne ayrılık, ne insana acı çektiren insan. Diz boyu mutluluk be, diz boyu mutluluk. Yeni bir yaşam ve yeni bir insan. İşte Nasıl Yapmalı’nın özü.

Anlaşamadıkları için, eşinden ayrılmak zorunda kaldıkları için acı çekenler, siz de Çernişevski’ye bir kulak verin. Neden bazı eşler Kirsanov’la, Vera’nın yaşadıkları gibi diz boyu mutluluğu yakalayamazlar da birbirinden rahatsız olup yaşamı kendilerine zehir ederler? Bunda evlilik bilincinden eğitime, her yaş döneminde o yaş dönemine uygun olanaklar içinde yaşama hakkından, birikmiş sorunların birikmiş bozuk kişilik yapısından kurtulmuş yeni insanı yakalamayan toplumsal bozuk yapıya pek çok etmenin etkisi yok mudur? Bunun tersi bir yaşamda, bozuk yaşam biçiminden kaynaklanan bozuk kişilikler ortadan kalkacaktır. Aynı olgu her şeyi olumladığı gibi evliliğe giden yolu da, evlilik ilişkilerini de olumlayacaktır.

Yanlış evlilikten sonra ki, böyle bir yaşam biçiminde baştan o seçimin yanlış olduğunu anlamak olası değildir, ayrılık gündeme gelince ve bu kez de eşlerden biri ayrılığı kabullenmediği için acı çekilir. Eşlerin mutlu olması için öncelikle kişiliklerin ve beğenilerin birlikte birbirini tutması gerektiğini söylemiştik. Özellikle kişilikler birbirine uygunluk içinde değilse Lopuhov’la, Vera’da olduğu gibi mutlu olmanın olanağı yoktur. Yani renkler başka başkadır. Bu ikili birbirine uymayan ikilidir. Öyle olunca bu birliktelik de ayrılık zaten vardır. Bu ikili aynı yatakta, aynı çatı altında ayrılığı yaşamaktadır. Böyle olunca da mutsuz ve geçimsizdirler. Burada yapılması gereken şey var olan ayrılığı gizlemek yerine, onun gereğini yerine getirmek ve o ayrılıktan kurtulmayı gerçekleştirmektir. Yani ruhlarında yaşadıkları ayrılığı yaşamda da uygulayarak kendilerini özgürleştirmek ve yeni bir birlikteliğin önünü açmaktır. Lopuhov’la, Vera, Kirsanov’la, Vera evlilikleri bunu karşılıklı açıklayan örneklerdir. Yeni bir yaşam ve yeni bir insan düzeninde evlilikler bilinçli ve gerçek aşka dayalı olacağı için, mutsuzluk söz konusu olmayacaktır.

“Herkes mutlu olmadan biz de mutlu olamayız.”

Çernişevski’nin yeni insan, yeni yaşam için bir iç gerilimi ve buna dayalı olarak bir sorumluluğu vardır. Hemen romanın başında az ama giderek çoğalmakta olan başkalarına acı çektirmeyecek ve acı çektirenlerin de karşısına dikilecek o erdemli ve mücadeleci insanların toplumundaki varlığını sevinçle müjdeler. Bu roman da bu gelişmeye katkıda bulunsun diye bir sorumluluğun yerine getirilmesidir. Romandaki yeni insan betimlemelerini biraz daha açalım.

Lopuhov tıp öğrencisidir. Doktor olup muayenehane açarsa kısa sürede zengin olacak ama onun düşlerinde yatan bu değildir. O bilimin gelişmesi için yoğun çalışmalara verecek kendini. Böyle insanlar önceden pek yoktu ama sayıları yeryüzünü kaplayan aydınlık lambaları gibi çoğalmaya başlamıştır.

Vera, Dıckens için: “Onlar iyilik dolu olarak yoksul yaşayanlara acıyorlar. Ya ben öyle miyim? Ben yoksulluğun olmadığı bir yaşam istiyorum. Önceden o yazarların kitaplarında yoksulluğa karşı olmak, sadece bir düşünce olarak vardı. Şimdi öyle mi? Hayır. Şimdi bu düşünceler yaşamın içinde, yaşayanların arasında var. Bu insanlar kırlardaki güzel kokulu çiçekler gibi çoğalıp etrafa yayılıyorlar. Asıl tuhaf olan şu yaşamda bazı insanların senin gibi düşünmemeleridir.”

“Ben sevinçliyim, mutluyum demek, bütün insanlar sevinç içinde olsunlar, mutlu olsunlar demektir.”

Yeni insan yalnızca dürüst değil, yeni yaşam için gerekli olan bütün donanımlara sahip insandır. Hilebazların hilesine karşı koymasını bilir o. Ya hilebazlar o kadar güçlü müdürler?

“Başkalarını aldatmada ulaştığı yetkinliği, kendisinin aldatılmasına zırh yapabilen insanlar pek azdır.  Ama yalnızca yüreklerinin temiz olmasıyla bu tehlikeden kendini korumuş insanlar pek çoktur. Dünya’nın tüm üç kağıtçıları, dolandırıcıları, madrabazları tanıklık ederler ki, eğer bir parça sağduyusu ve yaşam deneyimi varsa, namuslu, dürüst insanı aldatmaktan daha zor bir şey yoktur.”

“Aptal olmayan insanı yalnız başınayken asla kandıramazsınız.”

Çıkarcılar, madrabazlar örgütlüyken, ya onlar da örgütlü olurlarsa, sonuç ne olur?

O kendi kendineyken, kendisiyle ilgili çevrilmek istenen dolapları anlar ve uyanık olur. Ya çok iken? İşte buradaki çokluk örgütsüz çokluktur ve kandırılması o karmaşa içinde daha kolaydır. Bu noktada çıkarcıların örgütlü saldırıları karşısında, çıkarcı olmayanların örgütsüz dağınıklıklarının kandırılmaya yatkın olduğunu vurgularken, sömürülenlerin de bilinçli bir örgütlülüğüne yine vurgu vardır. Çernişevski’nin o zaman estetize ettiği bu sorun, günümüzün yine geçerli olan en önemli sorunu olmaya devam ediyor.

Romanda ayrıntılara sinmiş o kadar çok değer var ki, onu gözden kaçırmamak, okuyucunun romanı okurken ilgisinin sürekli romanda olmasını gerektirir. Bu ayrıntılarda saklı olanların pek çoğunu romanı ilk kez okuyanlar kaçırabilirler. Daha önceden romanı okuyanların okurken neleri kaçırdıklarını anlamaları, romanı bir kez ve daha dikkatli okumaları ile mümkün olacaktır. İlk kez okuyanlar daha önceden anlatmaya çalıştığım gibi, sonradan bir kez yine okuma ihtiyacı duyacaklardır. Çok anlamlı olarak romanın genel bir gidişi, genel bir özü vardır ama o genel gidiş içinde, okuyucunun ilgisinin biraz da dağınık olabileceği ya da o bölümü o genel gidiş içinde basit değerlendirebileceği, yani okuyucuya öyle gelebilecek yerler olabilir. İşte oralarda da öyle önemli değerler saklıdır ki, bir madencinin aradığı yerde maden varken, onu bulmuşken, bulamadığını sanıp aramayı bırakması gibi bir şeydir bu durum.

Evet, unutulmazlar arasında yerini alan bu eser günümüzden yüz elli yıl kadar önce yazılmış bir şaheser. Çernişevski bu romanı Çarlık baskıları altında, çarlık zindanlarında dört ay içinde yazmıştır. Dümdüz bakınca öyle denebilir ama bence Çernişevski onu kafasında çok daha önce yazıp bitirdi ve sonradan dört ay içinde onu oradan çıkarmayı başardı. Lenin’den, Marks’a kadar pek çok insan Çernişevski hakkında olumlu şeyler söylemişlerdir. Çarlık onu adım adım takip etmiştir. Kırk yıl kürek cezasına çarptırılmış ve Sibirya’ya sürgüne gönderilmiştir. Oradan ancak yirmi yıl sonra bir aftan yararlanarak dönebilmiştir. Bu değerli yazarı ve eserini yeniden hep beraber keşfetmek, onu layık olduğu yerde hep beraber kucaklamak dileğimle. Unutmayalım ki sosyalist gerçekçiliğin ilk baş tacıdır Nasıl Yapmalı. Eşinize, dostunuza, sevdiğinize, armağan edeceğiniz, önereceğiniz bir yaşam kaynağıdır.

Sanat Cephesi

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz