Siz benden vazgeçin, siz bırakın ben sizce mutsuz ve aylak olayım, ancak ben hiçbir zaman yaşamımdan yakınmayacağım…”
Füruğ Ferruhzad ve bir başkaldırı şiiri…
Milyarlarca yıllık eril zihniyetin egemenliği altında ezilen kadın; tarihin bahsetmekten korktuğu, kutsal kitapların günahkâr saydığı lanetli bir varlıktan öteye gitmemiştir. Bu tarihsel döngü içerisinde kadın; yaşamın perde arkasına itilerek, “erkeğin uydusu ve sol kaburgası” olur. Kendini eril bir vücuttan var eden, ona bağımlı, düşünmekten aciz bir varlık… Bu; Tevrat’ın ilk sayfalarında yer alan, bildiğimiz bir öyküdür de aslında. Âdem ve Havva’ya cennetteki yasak meyve dışında, her şeyden yemeleri emredilir. Havva ise bu emre başkaldırarak yasak meyveyi yer. Dünyaya açılan lezzet kapısını da açmış olur böylece. Fakat burada ters giden bir şey vardır: Tanrı’ya başkaldıran kadın unutulur, yerine yasak meyveyi yiyen günahkâr kadın kalır.
Bu eril zihniyetin, şeriat rejimleri ile daha da çekilmez olduğu ülkelerin başında gelen İran’da bir kadın doğar: Füruğ Ferruhzad… 1935 Ocak’ında; anne karnındaki tutsaklığını çığlıkları ile bölerken, ülkesinde oldukça çalkantılı bir dönem yaşanmaktaydı. Ordu hayranı bir babanın katı kuralcılığı, dinsel dogmalara sıkışıp kalmış bir anne… Tüm bunlara rağmen başkaldırmış bir kadın. Genç yaşta babasına yazacağı mektupta şöyle diyecektir:
“Ben, ruhum memnun olduğu zaman mutluluk duyuyorum ve şiir benim ruhumu memnun ediyor. Şayet, insanların elde etmek için çırpındıkları bu güzellikleri bana verseler ve karşılığında şiir söyleme yeteneğini benden alsalar, intihar ederim. Siz benden vazgeçin, siz bırakın ben sizce mutsuz ve aylak olayım, ancak ben hiçbir zaman yaşamımdan yakınmayacağım…”
Şiir, Füruğ’un varlık sebebidir. Şiir söyleme yeteneğini kaybettiği an ölmekten korkmayacağını açıkça dile getirir. Yazdığı şiirlerde sadece kendi yaşamını değil, toplumda yer alan diğer kadınların yoksunluklarını da açıkça ortaya koyar. Kullanılması yasak sözcükleri bulur, işler ve en sade haliyle sunar.
“günah işledim lezzet dolu bir günah
titreyen esrik bir tenin yanında
tanrım ne bileyim ne yaptım ben
o karanlık susku dolu zulada”
Yayınlanması ile Füruğ’un hayatını altüst eden bir şiirdir bu. Günah olanın, aslında lezzetle olan bütünlüğünü anlatır Füruğ. Toplumun geleneklerini altüst eder bu dizeleri ile. Füruğ’dan önce İran’da hiçbir kadın sevdiğine açık seçik bir aşk şiiri ne yazmış, ne de okumuştur. Denilebilir ki; yazdığı her şiir mevcut erk zihniyete bir başkaldırı özelliği de taşımaktadır. Sadece iyi şiir yazan bir kadın değildir Füruğ, önce ailesine başkaldırmış, sonra “olman gereken bu” diyenlerle mücadele etmiş bir kadındır.
Yaşadığı her şey kendisini derinden etkilese de; şüphesiz Füruğ’u en fazla etkileyen şey, 1953’te doğan ve 1954’te boşandığı için yüzünü bir daha hiç göremediği oğlu Kamiyar’ın yokluğu olmuştur. İstemediği ve mutsuz olduğu bir yaşamı reddeden Füruğ, oğlunu ömür boyu görmemekle cezalandırılmıştı. Çünkü şeriat kanunları, çocuğun babasında kalmasını emrediyordu. Ve erklik, bir kere daha kadını en acıyan yerinden vuruyordu.
20. yy Fars şiirinin en önemli şairi olan Füruğ, şiirin yanı sıra sinemada da önemli başarılar elde etmiştir. 1962 yılında yaptığı belgesel filmi; İtalya’da Belgesel Filimler Festivalinde birinci, 1963 yılında yaptığı “Kara Ev” filmi ile Almanya’da düzenlenen Ober Havzen Film Festivalinde ise en iyi film ödülünü alır. Kara Ev filminin çekimleri için gittiği Tebriz Cüzamlılar Evi’nde tanıdığı küçük bir çocuğu evlat edinir. Füruğ, 1967 yılında geçirdiği trafik kazasında hayatını kaybeder. İran şiirinin önemli kadın şairlerinden biri olan Füruğ’un yayınlanmış 6 şiir kitabı bulunmakta.
“ey tanrı, ey ölüme bulaşmış gizemli kahkaha
ne yazık ki sana yabancıdır benim ağlamalarım
ben sana kâfir, sana münkir, sana asi
sana inat, işte şeytan benim tanrım.”
[youlist pid=”PL1BzbYRZGKuXsfwD7CB0iluncUaD4WGFj”]
Kaynak:jinha