Ben düşüncelerin, sözlerin ve seslerin aldırmazlık aleminden geliyorum…
“Derimin altında başımı döndürecek bir baskı olduğunu duyumsuyorum. Her şeyi delmek istiyorum ve olabildiğince içime dalmak istiyorum. Yerin derinliklerine varmak istiyorum. Benim aşkım oradadır. Tanelerin sürgün verdiği yerde, köklerin birbirine vardığı ve yaradılışın kendini çürümüşlükle sürdüren noktada. Benim tenim sanki onun geçici bir biçimidir. Temeline varmak istiyorum. Kalbimi bir meyve gibi tüm ağaçların dallarına asmak istiyorum.”
“… başkalarının tutsak olan benlerinden ayrı olarak kendi özgür ve dingin benine varmadıkça hiçbir şeye varmayacaksın… Kendini tam ve tüm bir şekilde yaşamını insanın ölümü ve yok oluşundan alan o güce bırakmazsan, kendi yaşamını yaratmayı başaramayacaksın.. Sanat en güçlü aşktır ve insan tüm varlığı ile ona teslim olduğunda insanın onun tüm varlığına kavuşmasına izin verir…”
Biz binlerce bin yıllık ölüler gibi birbirimize varırız ve o zaman
Duvar
Soğuk anların ivmeli geçişinde
Yabanıl gözlerin senin,
Kendi suskunluğunda
Çevreme duvar örüyor
Kaçıyorum senden yol sapaklarında
Kırları ay ışığı tozunda göreyim diye
Yıkanayım diye ışık pınarlarında
Sıcak yaz sabahının alaca sisinde
Eteklerimi kır çiçekleriyle doldurayım diye
Köy kulübeleri damından horoz sesleri duyayım diye
Kaçıyorum senden, çöl ortasında ölesiye
Yeşilliklere basayım diye
Otların soğuk çiyini içeyim diye
Kaçıyorum senden, terk edilmiş bir kıyıda
Karanlığın bulutunda yiten kayalar üstünden
Deniz fırtınalarının dönen danslını göreyim diye.
Uzak bir günbatımında
Yaban güvercinler gibi kanatlarımın altına alayim diye
Gökyüzünü, dağları, kırları,
Kuru çalılar arasından
Çöl kuşlarının sevinç şarkılarını
Duyayım diye
Kaçıyorum senden, senden uzak, açayım diye
İstek kentinin yolunu
Ve kentin içinde
Düş sarayının ağır altın kilidini
Ancak senin gözlerin suskun çığlıklarıyla
Yolları gözlerimde bulandırıyor
Gizinin karanlığında durmadan
Çevremde duvar örüyor
Sonunda bir gün…
Kuşku gözünün büyüsünden kaçarım
Saçılırım alaca düş çiçeklerinden saçılır gibi
Gece esintisi saçlarının dalgasından süzülürüm
Giderim güneş kıyılarına değin
Sonsuz dinginliğinde uyuyan bir dünyada
Usulca kayarım altın renkli bir bulut yatağına
Dökülür ışık sevinçli gökyüzüne
Dökülür yığınla şarkının tarhı
Ben oradan,, esrik ve özgür
Bakarım dünyaya, senin büyülü gözlerinin
Yollarını gözümde bulandırdığı
Bakarım dünyaya, senin büyülü gözlerinin
Gizemli karanlığında durmadan
Çevresinde duvar ördüğü.
Onu bağışlayın
O bazen
Vücudunun kederli bağlantısını
Durgun sularda
Boş mezarlarla, unutuyor
Ve aptalca zannediyor ki
Yaşama hakkı var,
Onu bağışlayın
Bir resmin sıradan öfkesini
Kışkırtmanın uzak arzusu
Kâğıdının gözlerinde eriyor
Onu bağışlayın
Baştan başa tabutunda
Ayın kırmızı hâlesi geziniyor
Ve gecenin değişken kokuları
Vücudunu bin yıllık uykusundan
Uyandırıyor
Onu bağışlayın
O içten yıkık
Ama hâlâ gözlerinin içi ışık zerrelerinin hayaliyle parlıyor
Ve anlamsız saçları
Ümitsizce aşkının soluklarının etkisiyle titriyor
Ey mutluluğun sâde ülkesinin sakinleri
Ey yağmurda açılan pencerelerin komşuları
Onu bağışlayın
Onu bağışlayın
Çünkü büyülenmiş
Çünkü sizin ağır gelen varlığınızın kökleri
Onun gurbet topraklarında derinlere kök salıyor
Ve onun kolay inanan kalbi
Hasretin acı darbeleriyle
Göğsünün içinde kabardıkça kabarıyor
Bizi Rüzgar Götürecek
Küçücük gecemde benim, ne yazık
Rüzgârın yapraklarla buluşması var
Küçücük gecemde benim yıkım korkusu var
Dinle
Karanlığın esintisini duyuyor musun?
Bakıyorum elgince ben bu mutluluğa
Bağımlısıyım ben kendi umutsuzluğumun
Dinle
Karanlığın esintisini duyuyor musun?
Şimdi bir şeyler geçiyor geceden
Ay kızıldır ve allak bullak
Ve her an yıkılma korkusundaki bu damda
Bulutlar sanki, yaslı yığınlar misali
Yağış anını bekliyorlar
Bir an
Ve sonrasında hiç.
Bu pencerenin arkasında gece titremede
Ve yeryüzü giderek durmada
Bu pencerenin arkasında bir bilinmez
Seni ve beni merak ediyor
Ey baştan aşağı yeşil!
Yakıcı anılar gibi ellerini,
Bırak benim aşık ellerime
Ve dudaklarını
Varlığın sıcak duygusunu
Benim sevdalı dudaklarımın okşayışına bırak
Rüzgâr bizi götürecek
Rüzgâr bizi götürecek
İnanalım Soğuk Mevsimin Başlangıcına
Ve bu benim
Yalnız bir kadın
Soğuk bir mevsimin eşiğinde,
Yeryüzünün kirlenmiş varlığını anlamanın
Başlangıcında
Ve gökyüzünün yalın ve hüzünlü umutsuzluğu
Ve bu beton ellerin güçsüzlüğü
Zaman geçti
Zaman geçti ve saat dört kez çaldı
Dört kez çaldı
Bugün aralık ayının yirmi biridir
Ben mevsimlerin gizini biliyorum
Ve anların sözlerini anlıyorum
Kurtarıcı mezarda uyumuştur
Ve toprak, ağırlayan toprak,
Dinginliğe bir belirtidir.
Zaman akıp geçti ve saat dört kez çaldı
Sokakta rüzgâr esiyor
Sokakta rüzgâr esiyor
Ve ben çiçeklerin çiftleşmesini düşünüyorum
Cılız, kansız saplarıyla goncaları,
Ve bu veremli yorgun zamanı
Ve bir adam ıslak ağaçların yanından geçiyor
Damarlarının mavi urganı
Ölü yılanlar gibi boynunun iki yanından
Yukarı süzülmüştür
Ve allak bullak şakaklarında o kanlı heceyi
Yineliyorlar
-selam
-selam
Ve ben çiçeklerin çiftleşmesini düşünüyorum
Soğuk bir mevsimin eşiğinde
Aynaların ağıtı topluluğunda
Ve uçuk renkli deneyimlerin yaslı toplantısında
Ve suskunluğun bilgisiyle döllenmiş bu günbatımında
Gitmekte olan o kimseye böyle
Dayançlı
Ağır
Başıboş
Nasıl dur emri verilebilir.
O adama nasıl diri olmadığı söylenebilir, hiçbir
Zaman diri olmadığı.
Sokakta rüzgâr esiyor
İnzivanın tekil kargaları
Sıkıntının yaşlı bahçelerinde dönüyorlar
Ve merdivenin boyu
Ne kadar kısa
Onlar bir yüreğin tüm saflığını
Kendileriyle masallar sarayına götürdüler
Ve şimdi artık
Nasıl birisi dansa kalkacak
Ve çocukluk saçlarını
Akan sulara dökecek
Ve sonunda koparıp kokladığı elmayı
Ayakları altında ezecek?
Sevgili, ey biricik sevgili
Ne de çok kara bulut var güneşin konukluğunu
Bekleyen.
Uçuş düşlediğin bir yolda bir gün
O kuş belirdi
Sanki yeşil hayal çizgilerindendi
Esintinin şehvetinde soluyan taze yapraklar
Sanki
Pencerenin lekesiz belleğinde yanan o mor yalaz
Lambanın masum düşüncesinden başka bir şey
Değildi.
Sokakta rüzgâr esiyor
Bu yıkımın başlangıcıdır
Senin ellerinin yıkıldığı gün de rüzgâr esiyordu
Sevgili yıldızlar
Kartondan yapılı sevgili yıldızlar
Gökyüzünde, yalan esmeye başlayınca
Artık yenik peygamberlerin surelerine nasıl
Sığınılabilir?
Biz binlerce bin yıllık ölüler gibi birbirimize
Varırız ve o zaman
Güneş cesetlerimizin boşa gitmişliğini yargılayacak.
Ben üşüyorum
Ben üşüyorum ve sanki hiçbir zaman ısınmayacağım
Sevgili, ey biricik sevgili, “o şarap meğer kaç
Yıllıkmış?”
Bak burada
Zaman nasıl da ağır
Ve balıklar nasıl da benim etlerimi kemiriyorlar
Neden beni hep deniz diplerinde tutuyorsun?
Ben üşüyorum ve sedef küpelerden nefret ediyorum
Ben üşüyorum ve biliyorum
Yabanıl bir gelinciğin tüm kızıl evhamlarından
Birkaç damla kandan başka
Hiçbir şey arda kalmayacak.
Çizgileri bırakacağım
Sayı saymasını da bırakacağım
Ve sınırlı geometrik biçimler arasından
Enginin duyumsal düzlemlerine sığınacağım
Ben çıplağım, çıplağım, çıplak
Sevgi sözcükleri arasındaki duraksamalar gibi çıplak
Ve aşktandır tüm yaralarım benim
Aşktan, aşktan, aşktan.
Ben bu başıboş adayı
Okyanusun devriminden geçirmişim
Ve dağ patlamasından.
Ve paramparça olmak o birleşik varlığın giziydi
En değersiz zerresinden güneş doğdu.
Selam ey masum gece!
Selam ey gece, ey çöl kurtlarının gözlerini
İnanın ve güvenin kemiksi oyluklarına dönüştüren!
Ve senin pınarının kıyısında, söğütlerin ruhları
Baltaların sevecen ruhlarını kokluyorlar
Ben düşüncelerin, sözlerin ve seslerin aldırmazlık
Aleminden geliyorum
Ve bu dünya yılan yuvasına benziyor
Ve bu dünya
Öyle insanların ayak sesleriyle doludur ki
Seni öpüyorken
Kafalarında seni asacakları urganı örüyorlar.
Selam ey masum gece!
Pencereyle görmek arasında
Her zaman bir aralık var.
Niçin bakmadım?
Bir adam ıslak ağaçların yanından geçtiği zamanki
Gibi…
Niçin bakmadım?
Annem o gece ağlamıştı sanırım
Benim acıya ulaştığımı ve dölün biçimlendiği gece
Benim akasya başaklarına gelin olduğum gece
İsfahan’ın mavi çini tınlamasıyla dolduğu gece
Ve benim yarı yanım olan kimse, benim dölümün
İçine dönmüştü
Ve ben onu aynada görüyordum
Ayna gibi duru ve aydınlıktı
Ve ansızın çağırdı beni
Ve ben akasya başaklarının gelini oldum.
Annem o gece ağlamıştı sanırım.
Bu tıkalı küçük pencereye nasıl da boş bir aydınlık
Uğradı
Niçin bakmadım?
Tüm mutluluk anları biliyorlardı
Senin ellerinin yıkılacağını
Ve ben bakmadım
Ta ki saatin penceresi
Açıldı ve o özgün kanarya dört kez öttü
Dört kez öttü
Ve ben o küçük kadınla karşılaştım
Gözleri, simurgların boş yuvaları gibiydi
Baldırlarının kımıltısında giderken sanki
Benim görkemli düşümün kızlığını
Kendisiyle götürüyordu gecenin yatağına.
Acaba saçlarımı yeniden
Rüzgârda tarayacak mıyım?
Acaba bahçelere menekşe ekecek miyim
Ve sardunyaları
Pencere ardındaki gökyüzüne koyacak mıyım?
Dans edecek miyim yeniden bardaklar üstünde?
Kapı zili acaba beni
Yeniden sesin bekleyişine doğru götürecek mi?
“bitti artık” dedim anneme
“hep düşünmeden önce olur olanlar
Gazeteye başsağlığı ilanı vermeliyiz” dedim
Boş insan
Güvenle dolu, boş insan
Bak dişleri nasıl
Çiğnerken marş söylüyor
Ve gözleri nasıl
Yırtıyor dikizlerken
Ve o nasıl ıslak ağaçların yanından geçiyor
Dayançlı,
Ağır,
Başı boş.
Saat dörtte,
Damarlarının mavi urganı
Ölü yılanlar gibi iki yanından boynunun
Yukarı süzülmüş oldukları an
Ve allak bullak şakaklarında o kanlı heceyi
Yineliyorken
-selam
-selam
Sen asla o dört su lalesini
Kokladın mı hiç?…
Zaman geçti
Zaman geçti ve gece akasyanın çıplak dallarına düştü
Gece pencere camlarının ardında kayıyor
Ve soğuk diliyle
Geçmiş günün artıklarını içine çekiyor.
Ben nereden geliyorum?
Ben nereden geliyorum?
Böyle bulaşmışım gecenin kokusuna?
Mezarımın toprağı tazedir hâlâ
O iki genç yeşil elin mezarını söylüyorum…
Ne de sevecendin ey sevgili, ey biricik sevgili!
Ne de sevecendin yalan söylerken
Ne de sevecendin aynaların göz kapaklarını kapatırken
Ve avizeleri
Tel saplarından koparırken
Ve acımasız karanlıkta beni aşk ovalarına götürürken
Ta ki susuzluk yangınının uzantısı olan o şaşkın
Buğu uyku çimenliğine oturdu
Ve o karton yıldızlar
Sonsuzun çevresinde dönerlerdi.
Sözü neden sesli söylediler?
Bakışı neden görüşmenin evinde konuk ettiler
Neden okşayışı
Kızoğlankız saçların arına götürdüler?
Bak burada nasıl
Sözle konuşanın
Bakışla okşayanın
Ve okşayışla ürkmekten dinginleşen canı
Sanı direklerinde
Çarmıha gerilmiştir.
Ve gerçeğin beş harfi olan
Senin beş parmağının dalı
Onun yanaklarında nasıl iz bırakmıştır!
Suskunluk nedir, nedir, nedir ey biricik sevgili?
Suskunluk nedir söylenmemiş sözlerden başka
Ben susuyorum fakat serçelerin dili
Doğa şöleninin akan sözcüklerinin yaşam dilidir
Serçelerin dili yani; bahar. Yaprak. Bahar.
Serçelerin dili yani; meltem. Koku. Meltem.
Serçelerin dili fabrikada ölüyor.
Bu kimdir, bu sonsuzluğun caddesi üstünde
Birlik anına doğru yürüyen
Ve her zamanki saatini
Matematiğin eksiltmeler ve ayırmalar mantığıyla
Kuran
Bu kimdir bu, horozların ötüşünü
Gündüzün yüreğinin başlangıcı diye bilmeyen
Kahvaltı kokusu başlangıcı diye bilen
Kimdir bu, başında aşk tacı taşıyan
Ve gelinlik giysileri içinde çürüyen.
Demek sonunda güneş
Aynı zamanda
Umutsuz kutuplarının ikisine birden ışımadı.
Sen mavi çini tınlamasından boşaldın.
Ve ben öyle doluyum ki sesimin üzerinde namaz
Kılıyorlar…
Mutlu cenazeler
Üzgün cenazeler
Suskun düşünür cenazeler
Güleryüzlü, güzel giysili, obur cenazeler
Belirli saatlerin duraklarında
Ve geçici ışıkların kuşkulu zemininde
Ve boşunalığın çürük meyvalarını satın alma
Şehvetinde…
Ah,
Kavşaklarda ne insanlar var olayları merak ediyorlar
Ve bu, dur düdüklerinin sesi
Zamanın dişlisi altında bir adamın ezilmesi
Gerektiği, gerektiği, gerektiği bir anda
Islak ağaçların yanından geçen adam…
Ben nereden geliyorum.
“bitti artık” dedim anneme,
“hep düşünmeden önce olur olanlar
Gazeteye başsağlığı ilanı vermeliyiz” dedim
Selam sana ey yalnızlığın garipliği,
Odayı sana bırakıyorum
Kara bulutlar her zaman çünkü
Arınmanın yeni ayetlerinin peygamberleridir
Ve bir mumun tanıklığında
Apaydın bir giz var onu
O sonuncu ve o en uzun yalaz iyi biliyor
İnanalım
Soğuk mevsimin başlangıcına inanalım
Düş bahçelerinin yıkıntılarına inanalım
İşsiz devrik oraklara
Ve tutsak tanelere.
Bak nasıl da kar yağıyor.
Belki de gerçek o iki genç eldi, o iki genç el
Durmadan yağan karın altında gömülmüş olan
Ve bir dahaki yıl, bahar
Pencerenin arkasındaki gökyüzüyle seviştiğinde
Ve teninde fışkırdıklarında
Uçarı yeşil saplı fıskiyeler,
Çiçek açacak olan o iki genç el
Sevgili, ey biricik sevgili
Furuğ Ferruhzad
Çeviri : Haşim Hûsrevşahi