Arthur Schopenhauer kadınları ‘adalet duygusundan yoksun’ bulur. H.M. Amiel ‘nedenini pek irdelemeden sürekli sevilmek peşinde olduklarını’ söyler. Byron sevdalarını “hem müthiş güzel, hem de çok ürkütücü” bulur. C. Corınoly onları “fazla öç alma meraklısı” olarak görür. R. Kipling kadınları “eril varlıklardan daha ölümcül” bulur. La Rochefoucould “aşka aşık olarak” tanımlar onları. Nietzsche iyice uçar ve “kadınları Tanrı’nın ikinci hatası” olarak görür. P. Syrus onlaun “sadece sevmeyi ve nefret etmeyi bildikle)ini, orta yolu bilmediklerini” söyler. Racine “kararsız” bulur onları. Stendhal ise “sürekli duygu peşinde olduklarını” dile getirir A. Pope onları “çelişkilerle dolu” bulur. TS. Eliot kadınların “hayatlarım hatırlamalar üstünde sürdürdüklerini, erkeklerin aksine asla unutmadıklarını” söyler…
“Şiir yazmak eğer mümkün değilse, Reddederim gitmeyi cennete” (Marina Tsvetayeva)
Bu amatörce uğraşa bazı meraklarımı tatmin etmek için koyuldum, yıllar önce…
Birincisi: İnsan/birey edebiyat ilişkisi.
İkincisi: Kadınların şairliği.
Üçüncüsü: Kadın Şiirinin özgünlüğü.
Sonuncusu ve belki de en önemlisi: Kadınlığı/dişilliği kadın şairlerin kendi dil ve seslerinden okuma ve duyma çabası.
Sizleri fazla sıkmamak için, insan/birey ve edebiyat ilişkisi konusunda, büyük usta, şair, düşünür Fernando Pessoa’nın “Edebiyat ve Estetik Üstüne Sayfalar”da dillendirdiği şu alıntıyla yetineceğim:
“Edebiyat, bütün diğer sanat dallan gibi, hayatın tek başına yetmezliğinin itirafıdır.”
* * *
Kadınların şairliği konusundaysa rivayet muhtelif. Burada kısaca iki taban tabana zıt görüşe değineceğim:
Kübalı efsanevi şair-düşünür-özgürlük savaşçısı Jose Marti’nin “Altın Tohumları”nda söylediği:
“Kadınlar sırf kadın oldukları için şairdir” görüşü ve
İngiliz Robert Graves’in:
“Kadın şair değildir; ya bir ilham perisidir, ya da hiçtir” görüşü.
* * *
Kadın Şiirinin özgünlüğü ve kadınlığı kadın şairlerin kendi dil ve seslerinden okumaya gelince: Bu alanlardaki tartışmalar ve yaklaşımlara kısaca yer verdikten sonra, ‘sonucu baştan öngörme batağına düşmemek’ için, asıl değerlendirmeyi (bu uğraşın temelini oluşturan çeviri, uyarlama ve sadeleştirme metinlerini görmenizin ardından) siz okurlara bırakacağını.
AMAÇ
Burada amaçlanan, insanlıkları, kişilikleri, kimlikleri çeşitli neden ve gerekçelerle (toplumsal, iktisadi, siyasal, inançsal, vb.) yüzyıllarca baskılanan kadınların hareketli, değişken ve zengin dünyalarına, şiir üstünden, kısa bir gezinti yapmaktır. Bazı değinmelerde bulunmak ve daha çok da sorular sormaktır.
***
İnsanlık tarihine eşzamanlı olarak ortaya çıkan kadın şair ve yazarları görmezden gelme ya da hor görme geleneği ve alışkanlığı, egemenlerce pek kabullenilmese de, herkesçe bilinen bir gerçektir.
Erkek egemen dünyada kadınları ve seslerini susturmaya, örtmeye, kapamaya, duvarlamaya eğilimli sayısız örneğe rastlıyoruz.
KADINI AKIN YAZMASI
“Yazıncısını öğrenen bir kadın Nasıl bir kılıç kullanırdı!’’ (İ.Ö. 4. Yüzyıl)
Kadınlar ‘yazma’ işini, diğer birçok hayati alanda olduğu gibi, uzun yüzyıllar boyunca erkeklerin tekeline bırakmak zorunda kalmışlar ve yazmaya başlayabildiklerinde de ‘kabul edilmeyi’ asırlarca beklemek durumunda kalmışlardır.
Yazma işinde kadınların önünde çeşitli engeller hep var olagelmiştir:
Bütün ailevi, toplumsal sorumlulukların yanı sıra ‘zaman’ bulabilmek,
Koşulsuz içtenlik arayışlarının getirdiği (zaman zaman onları çılgınlık ve intihar kapılarına bile taşıyan) ‘iç’ engeller,
Yazımlarında, her anlamda, ‘tehlike’yle komşulukları…
Gerçekte ayakta kalabilenler, bir anlamda ‘yazabilen’ kadınlar olmuştur.
Anua Akhmatova’nın dediği gibi:
“Bizim kutsal meslek (şairlik) sürdürüyor varlığını binlerce yıldır…
Işığıdır dünyanın karanlıkta bile.”
GELENEKSEL/YERLEŞİK DÜZEN DÜNYASININ KADINA VE ŞİİRİNE BAKIŞI
Geleneksel / yerleşik düşünce ve edebiyat dünyasının ‘kadına bakışı’ bir hayli zalimdir. İşte örnekler: Arthur Schopenhauer kadınları ‘adalet duygusundan yoksun’ bulur. H.M. Amiel ‘nedenini pek irdelemeden sürekli sevilmek peşinde olduklarını’ söyler. Byron sevdalarını “hem müthiş güzel, hem de çok ürkütücü” bulur. C. Corınoly onları “fazla öç alma meraklısı” olarak görür. Euripides “evliliğin onları bozduğunu ve ahşileştirdiğini” söyler. R. Kipling kadınları “eril varlıklardan daha ölümcül” bulur. La Rochefoucould “aşka aşık olarak” tanımlar onları. Nietzsche iyice uçar ve “kadınları Tanrı’nın ikinci hatası” olarak görür. P. Syrus onlaun “sadece sevmeyi ve nefret etmeyi bildikle)ini, oıta yolu bilmediklerini” söyler. Racine “kararsız” bulur onları. Stendhal ise “sürekli duygu peşinde olduklarını” dile getirir A. Pope onları “çelişkilerle dolu” bulur. TS. Eliot kadınların “hayatlarım hatırlamalar üstünde sürdürdüklerini, erkeklerin aksine asla unutmadıklarını” söyler…
Kadınların bu konudaki duygu ve düşüncelerini ileride kendi seslerinden ayrıntılarıyla dinleyeceğiz.
Kadın Şiirine karşı da olumsuz eleştirel tutum ve davranışlar tarih boyunca süregelmiştir:
Sanatlarına ‘biyografi’ diye bakılmış;
Ustalıklarına ‘şans’ muamelesi yapılmış;
Sadece sınırlı Şiirsel türlerde (küçük, lirik, oyuncul epigram, vb.) şiir yazabilecekleri ileri sürülmüştür.
Kadın Şiirinde rastlanan ve genel olarak şiire büyük zenginlik katan kişisele, domestik olana ve günlük hayata yapılan vurgu, bu şiire ‘banal’, sıradan ya da önemsiz damgası vurma gerekçesi olarak kullanılmıştır.
Bu Şiirin edebi türler içindeki yenileştirici, geliştirici, Şiirsel yoğunluğu güçlendirici, kişisel ve toplumsal mitolojiler kurucu, hafızayı koruyucu ve dillendirici öğeleri görmezlikten gelinmiştir.
KADIN ŞAİR’ OLMAK NE DEMEK?
“Genel olarak alındığımızda, tuhaf bir topluluğuz biz,
Biz şiir yazan kadınlar Ve ne kadar az olabildiğimizi düşündüğümüzde, daha da tuhaf gelir size… ” (Ammy Lowell)
Cinsiyet, cinsiyet kimliği ile şairlik arasında nasıl bir ilişki söz konusudur? Kadın şairlerin metinlerindeki dişilliği araştırmak nasıl bir şeydir?
Şiirin cinsiyeti konusunda katı bir yaklaşım (mutlakçı bir anlayış), kuşkusuz, kadının insanlığını, insani ortak özünü tartışmak ayıbına yol açabilir.
Burada cinsiyetin ‘sabit’ olmadığını, Şiirin de her zaman sözel ve performe edilen bir sanat olduğu konusundaki görüşleri (Lacan, M. Foucault, J. Butler…) dillendiren ‘cinselliğin performatif kuramı’ belirli açılımlar getirebilir kuşkusuz.
Her durumda Şiirin, şair (kimliği), metin, içinden gelinen gelenek ve kültür, niyet, ifade, dil, vb. oluşturduğu kompleks bir matris olduğu anlaşılıyor.
KADIN ŞİİRİNİN HALİ YA DA ÖZGÜNLÜĞÜ ÜSTÜNE
“Eğer ciddi şiir yazmaya çalışıyorsan, sığınamazsın hiçbir sahteciliğe” (Elizabeth Jerınings)
Kadın şirininin ‘farklılığı’ çok fazla muhalefet edilmeyen bir durum. Ancak bu farklılığın nitelendirilmesi gereği de açık…
Bu farklılık bir ‘özgünlük’ de gösteriyor mu? Gösteriyorsa nerede nasıl yapıyor bunu? Bu farklılığı (varsa özgünlüğü) hangi temellere dayalı olarak değerlendireceğiz? Bunun geniş ‘Şiirsel tür’ içinde değerlendirilmesi zorunluluğu yadsınamaz; yani ona: farklı dönemler, tarzlar, şairler, metinler, etkileme/etkilenmeler, karşılaştırmalar arasında ve içinde bakılarak…
* * *
Kadın şairlerin içinde doğup geliştiği özgün tarihsel, toplumsal, kültürel, ideolojik, vb… koşulları görmezlikten gelebilir miyiz?
Kadın şairlerin konuları, seçtikleri tür şiir dalı, dilleri, vb. arasında bir benzeşirliğin, hatta ayniyetin varlığı ne kadar gerçek?
Bütün bunların yanında dişil deneyime, onun ifadesi, dillendirilmesi, seslendirilmesi arasında dolaymışız bir ilişkinin varlığı inkar edilemez.
* * *
Kadın Şiirini özgün kılan ortak paydanın bu Şiirin özyansırlık (selfreflexivity), özbilince (selfconsciousness) yaptığı temel vurgu ya da açılım olduğuna öncelik veren yaklaşım, mevcutlar içinde, en kabul edilebilir olarak görülüyor.
Bu yaklaşımda ‘birlik’, farklılıklar içindeki oluşum olarak görülüyor ve kadın Şiirinin kalite işareti ya da ayar damgası olarak bu Şiirin kişisel, sahih bir ses oluşu gösteriliyor.
***
Değişik dönem ve kültürlerden gelen kadın şairlerin eserini birleştiren anahtar: Onların yazımında özbilincin açıkça öne çıkmasıdır. Bu şiir kendi üretimi ve kabulü üstüne düşünen bir şiirdir. Bu şiir, kendi yetkinliğini, kendi statü ve yerini (tarihsel olarak onu ‘yoldan çıkan/inhiraf eden’ olarak bulan bir erkek egemen ortamda) sürekli araştırmaya, irdelemeye bağlı kalmıştır.
***
Bu özbilinç değişik yollarla kendini ortaya koyar:
Yaratıcılık ya da ilham üstüne eğilen şiirlerde bizzat görülebilir;
Kadın şairin o güne dek eril dünyanın alanı sayılana girme cesareti ya da cüretinde görülebilir;
Şiirlerinde diğer kadın şairlerin eserleriyle (okuma ya da başka yollarla) girdiği ilişkide (besleyici ya da ilham verici olarak) kendini gösterebilir.
Kadın şairlerin, kendi konumlarını sorunsallaştırarak (‘kendi dinlerine çevirme’ gayreti içine girmeden) ortaya koymaları nedeniyle, burada özetlenen özbilinç ya da özyansıtırlık yaratıcı ve olumlu bir niteliktir.
Bu, bir amaca yönelik, düşünceli ve üretken angajman aracıdır. Yoksa bir sınırlandırıcı, tahditli bir konum ortaya koyma girişimi değildir. Bu şiir, sürekli bir kendini değerlendirme ya da kendini irdeleme sürecine odaklanır.
Kadın Şiirine, belki de, daha geniş bir sorun ve ilgi alanı içinde yaklaşmak daha anlamlı olacaktır:
Bir ‘şair’ olarak kadın;
‘Okur olarak kadın;
‘Konuşmacı/konuşulan kişi’ olarak kadın (cinsiyetin sözcüsü olarak kadın);
‘Nesne’ olarak kadın;
‘Üretici’ olarak kadın;
‘Tüketici’ olarak kadın;
‘Özne’ olarak kadın;
Öznelliği ve kimliği bir inşa olarak alan kadın.
* * *
Burada ‘öznellik’ sabit ya da içkin bir nitelik olarak değil, bir çok faktör (dil, ideoloji, bilinçdışı süreçler, zaman ve mekandaki özgül koşullar, vb.) tarafından yaratılan ve biçimlendirilen bir vasıf olarak görülme durumundadır.
Kuşkusuz cinsiyet araştırma ve incelemelerinin daha geniş bir öznellik, iktidar ve dil incelemelerinden koparılamayacağı açıktır. Burada G.C. Spivak ve diğer ‘post modernist’ düşünürlerin katkısı kuşkusuz yadsınamaz.
* * *
Kadın Şiirini özgün kılan bir başka boyut da belki şöyle dillendirilebilir: Kadın şairlerin, değişik tarihsel dönemler ve büyük kültürel farklılıklar içinde gelişen edebi, hatta ruhsal bağlamlardaki ciddi farklılıklarına rağmen; belirli ölçüde (değişen niceliklerle), erkek egemen kültür karşısında ‘öteki’nin, ‘yabancı’nın sesini dillendirmeleri (ancak bunu da egemen grupça, son tahlilde,belirlenmiş olarak yapmaları) ve ‘ana akım’ın dışından bir konumla yazmaları boyutu.
* * *
Burada, belirli sosyal bilimlerde kullanılan merkez-çevre bağlamında bir yaklaşımdan ya da kadın Şiirinin ‘eksantrisitesi’ne vurgudan çok, ‘sınır’ pozisyonundan yaklaşım daha gerçekçi bulunmaktadır.
“Şiir merak etmekten çıkar;
Yoksa bilmekten değil” (Lucille Clifton)
Bugüne dek, ilgili çevrelerde, büyük bir ağırlıkla kadın şairinin ‘yazarlığı’ üstüne eğilinmiştir.
‘Okur’ olarak kadının ya da daha genel olarak onun okuma süreci nasıl bir seyir izlemiştir? Onlarda anlamın doğuşu, edinimi sürecine nasıl yaklaşılabilir?
* * *
Burada konuya ilişkin iki farklı yöntembilimden bahsedilir.
Birincisi; tarihselci, ya da kültürel maddeci olan; genç kız ve kadınların hangi ya da ne tür tarihsel ve kültürel koşullar altında şiir okuduklarına odaklanan yöntem…
İkincisi; daha yeni olan post-strüktüralist (yapısalcılık-sonrası) öğretilerden esinlenen şiiri bir ‘söylem biçimi’ olarak alan yöntem.
***
Bu ikinci yaklaşımda Şiirin anlamı, şairin onamalı olarak verdiği anlam değildir ve bu anlam hiçbir zaman sabit olamaz. Şiirin anlamı (anlamları), metin (şair değil) ile okur arasındaki söylemsel ilişki içinde doğup gelişip paylaşılır.
Sabitlenmiş, tek ya da ‘tek sesli’ anlamı olan hiçbir şiir yoktur. Bir şiir her okunuşunda anlam değiştirir. Diğer bir deyişle: Bir okuma süreci içinde üretilir her zaman… Burada, hangisinin tercih edildiğinin bilinmediği birçok okuma söz konusudur. Tek, mutlak, kesin bir otorite söz konusu değildir. Okurlar vardır her zaman, aynı zamanda ‘ya zarlar’ da olan.
***
Kadınların ‘okur’ olarak tarihlerine baktığımızda: Acıklı, acımasız, eşitsiz bir manzarayla karşılaşırız. Uzun çağlar boyunca, modern zamanlara gelene kadar (o da göreceli coğrafyalarda), kadınların okumaları, yazıya, kitaba ulaşabilmeleri pek olanaklı kılınmamış, sürekli sınırlandırılmıştır.
Erkeğin ev işlerini kolaylaştırdığı, ad ya da soyadlarını sürdürücü doğurganlığı sağladığı sürece makbul görülmüşlerdir. Kuşkusuz, sürekli kontrol altında tutularak, ne giyeceklerinden, ne yiyeceklerinden, nereye gidebileceklerine kadar…
KADIN ŞİİRİNİN HEM ERİL HEM DİŞİL HALLERİ
“Hüzünde buldum şiiri” (Nazik El Melaike)
Hem ‘kadın’ hem de ‘şair’ olma üstüne kadın şairlerin bilinçli ya da değil önemli farklı vurguları vardır.
Bununla birlikte, eserlerinin cinsiyet bağlamında değerlendirilmesine katılmayan, karşı çıkan şairler de vardır: Sadece insanoğlunun bir parçasıyla sınırlı şiir olamayacağına inanırlar.
Anne Stevenson örneğinde olduğu gibi: “İyi Şiirin, bir kültür, bir ‘cinsiyet’, bir ırk, bir ulus, bir siyasal hareket ya da yaratıcı bir yazım grubu tarafından” yazılamayacağına inananlar.
Margaret Atwood gibi, ‘kadın da olan yazarlar’ deyişini ‘kadın yazarlar’a tercih edenler de vardır.
Ancak cinsiyetin dikkatle göz önüne alınması gerektiği, onun önemli bir ağırlık taşıdığı daha çok kabul gören bir görüş ve duruştur günümüzde.
Bu bağlamda, özellikle yeni psikanalitik yaklaşımlar ve Fransız feminist kuramı, cinsel farklılığın dil’de cisimlendiğini ve mantıki olarak, onun dışında kalmasının olanaksız olduğunu vurguluyor…
ŞİİRSEL CESARET GÖSTERME
“Firardadır hep Gerçek şiirler” (Emily Dickinson)
Kadının eğitimi, kendini geliştirmesini, bir ‘ses’e sahip olmasını baskılayan, sınırlandıran hemen hemen her kültürde, özel ya da kamuya yayında bulunan kadın yazar, ona biçilen klasik egemen beklentileri alt üst ederek bunu (yani yazarlığını) gerçekleştirmek durumundadır.
Kadınların kendi cesaretleri, cüretleri konusundaki bu bilinçlilik, onların eserlerinin büyük bölümünü temellendiren bir öğe olsa gerek.
Burada bir çok seslilikle (çok kimliklilik olmasa bile) karşı karşıyayız. Özne farklı roller ve perspektifler üstlenir ve dillendirir.
Burada ‘ben’, Bakhtin’ci anlamda diyajoliktir: Birden çok sesin dinamiğidir.
Çok seslilik kadın şaire uygun bir duruştur; çünkü o, dilin toplumsal köken ve bağlantılarına özel ağırlık tanır çok kez. Bir tür özbilinç cüretidir bu…
ŞİİRSEL İLHAM
Bazı kadın şairler, Şiirsel ilham alma sürecini, S. Plath örneğinde olduğu gibi şu uzun süren ‘meleği beklemek’; şu ‘nadir ve tesadüfi inişi’ ummak olarak tanımlarlar.
İlhamı yakalamak, bir tür edilgenliği çağrıştırır burada.
Bazı kadın şairlerin şiirlerinde bu ilham perisi ‘gebelik ve çocuk doğurma’ göndermeleriyle temsil edilir.
Bazen uzun gebelik dönemiyle, bazen de ‘mucize’ ya da ‘kaza’ üstünden çağrıştırılır.
Burada edebi yaratıcılık, ‘biyolojik üretkenlik’ ve bir spesifik kültürel ve ideolojik formasyon (heteroseksüel aile hayatı) içinde değerlendirilir bazen.
ŞİİRSEL İLİŞKİLER
“Ben bir kadınım ve Şiirlerim kadınındır” (Diana de Pritna)
Bazı kadın şairlerin, diğer kadın şairlerin ünleri, konumları ve yaratıcılıkları karşısında kararsızlık geçirdikleri, kafa karışıklıkları yaşadıkları, zaman zaman dile getirilir.
Kuşkusuz burada söz konusu olan ‘kişisel’ değil ‘metinler arası’ bir durum, bir ilişki tarzıdır: Var olan bir Şiirsel metin, diğer kadın şairler tarafından bir ‘alan’ ya da ‘çevre’ olarak kullanılmaktadır. Bir tür ‘geri yazmadır’ bu. Kendini eleştirme ve geliştirme amacı taşıyan bir yaklaşım.
Doğaldır ki, burada kadınlar ve metinleri arasındaki birçok farkı aşabilecek bir ‘kız kardeşlik bağı’nın varlığını, mutlak olarak, öne süremeyiz.
Çok farklı ve çeşitli tutum ve davranışlarla karşılaştığımız bir dünyadır bu….
ETKİLEME VE ETKİLENME
Kadın Şiirinde etki, etkilenme ve etkileme sorunu farklı coğrafya, uygarlık ve geleneklerde değişik bir biçimde kendini gösterir.
Batı geleneği içinde (ve ‘Batılaşmış’ kültürlerde) Sappho figürünün önem ve ağırlığı yadsınamaz kuşkusuz. Onun Şiirinin hala etkinliğini sürdüren belirli nitelikleri vardır:
Tonalitesinin açıklığı, berraklığı;
Yakınlığının, mahremiyetinin gücü;
Çağrıştırıcı ve zengin bir karışım içeren imgeleri; ve
Cinsellik (hem farklı cinsler hem de eşcinseller arasındaki) konusundaki açıklığı ve cesareti…
Kuşkusuz Sappho’yu, kendi dünyasının (Antik Yunan) koşulları ile farklı tarihsel dönemlerin ve coğrafyaların koşulları arasındaki mesafe içinde değerlendirme zorunluluğu vardır.
Diğer coğrafya ve kültürlerde egemen, örnek figürler görülür kuşkusuz. ‘Batı’yla karşılaştırıldığında hiç de ‘ikinci sınıf olmayan: Uzak Doğu’da Çin’in Li Ching Cho’su, Japonya’nın Kasa Hanım’ı; Yakın Doğu ve Orta Doğu’da Bizans’ın Kassia’sı; Arap dünyasının Al Khansa’sı, Osmanlı’nın Mihri Hatunu; Güney Amerika’nın ve İspanyolcu dünyanın Meksika’lı Sor Juana Ines de la Cruz’u; Avrasya’da Rusya’nın Karina Pavlova’sı… ve diğerleri.
“Eğer onları ‘düzeltecek’ binleri olmasaydı, kadınların konuştuğu dilin gerçekten ne olabileceği düşüncesi gerçekten araştırmaya değer” (Heiene Cixous)
Kadının ‘dil’ sorunu, özellikle son dönemlerde çok tartışılan, çetrefilli bir alandır.
Kadına özgü, dişil bir dil yapısı var mıdır, varsa ne demektir? Dili cinsiyetle tanımlama çabası nasıl bir şeydir?
***
Kadın Şiirinin dil olarak, erkek, eril şiirden daha düşük bir ustalığa sahip olduğu sıkça dile getirilmiştir.
Gerçekte, kadın şairlerin bu alanda, dili yaratma, geliştirmede büyük yetenek sergiledikleri kesinlikle yadsınamaz. Bunu ritimde, uyakta, ses tekrarında, özgün fiil kullanımlarında gösterdikleri gibi, çok kez daha açık, sade bir dil kullanarak (klasik eril şiirdeki dili ‘aşırı’ kullanıcı, süslü, parlatılmış metaforik kinayelerin aksine) güçlü, karmaşık tematik örnekler yaratabilmişler, sözcüklerin anlamını birçok katmanıyla doldurmuşlardır.
Bir tür sessizliğin dilini kullanarak…
***
Kadın yazarlar, onların dişil öznelliğini marjinalize eden bir dilde yazmaları (bu dilin yapısı ve tarihinde içkin olan) tecrübe ya da yaşanmışlık ile onun dışarıya vurulması, temsili arasındaki kopukluğu en yoğun ve derinden hisseden yazarlardır, kuşkusuz.
Burada ayrıca, paradoksal olarak, nesnelikten özneliğe zorlu geçiş konumunun yarattığı güçlük söz konusudur.
Bütün bu değinmeler ve diğer nedenlerden ötürü, kadın şairler için dil, sürekli ‘yabancı’, ‘diğeri’ gibi tecrübe edilmiş ve yaşana gelmiştir.
KADIN ŞİİRİNDE MAHREM, ÖZEL SESLER
“Yazmak, içinde yaşadığım yalnızlığı savunmaktır” (Maria Zambrano)
Kadın Şiirinin geleneksel değerlendirmesi, bu Şiirin öncelik olarak mahrem, özel sorunlara ağırlıkla eğildiğine vurgu yapar.
Burada, üstünde asıl durulması gereken nokta, kadın şairlerin ‘özel’ ile ‘kamusal’ alanları nasıl entegre ettikleri olsa gerek. Bu alanlar arasında bildik, sıradan ayrımlar yapılmasının artık ortadan kaldırılmasının gerekliliği açık olsa gerek…
KADIN ŞİİRİNDEKİ ‘KAMUSAL KONUŞMA’
“Özgür olmak için yazarını” (Arına Maria Matute)
Tarihsel olarak kamusal alan (siyasal, toplumsal ve benzeri bağlamlarında) sürekli erillikle ilişkilendirilmiştir.
Kadın şairler bu alanda, hayal gücü yüksek ve ‘itaatsiz’, ‘haddini aşan’ birçok yola başvurarak yetkin bir kamusal ses elde etme çabası içinde olmuşlardır.
Bu alandaki sınırlandırıcı Ortodoks yaklaşımlar önemli ölçüde kırılma yaşamak durumunda bırakılmıştır.
Kadın şairler, yeri geldiğinde, yazımlarını, her türlü baskıyı, buyurganlığı ortaya koymak, ona karşı direnmek için kullana gelmişlerdir.
Kuşkusuz, dilin kamusal ve siyasal etkileri konusundaki farkındalıkları, özbilinçleri, onların eserlerinin kalite emarelerinden biridir.
KADIN ŞİİRİ VE BEDENE DÖKÜLMÜŞ YA DA CİSİMLENDİRİLMİŞ’ DİL
“Gebelik ve annelik şiir olmak gibidir; sözcüğün ete kemiğe dönüşmesi gibi. ” (Carol Arin Duffy)
Dişil bedensel deneyim ile Şiirsel yaratıcılık arasındaki ilişkinin uzun, karmaşık ve çok tartışmalı bir tarihi vardır.
***
Burada, özellikle şu sorular ya da başlıklar üstünde duruluyor:
Kadın şairlerin, pasif, sessiz nesneler olmak yerine, aktif, sesi olan özneler rolünü üstlenmesinin ne tür değişimler yaratacağı;
Ayrı bir ‘dişil yazım’ın araştırılmasının önemi;
Kadınları biyolojik ve Şiirsel yaratıcılıkları arasındaki ilişkinin araştırılması;
Kadın Şiirinin, arzunun formlarını hem açığa vurma, hem de saklamak için kullanımı ve benzerleri.
KADIN ŞİİRİ VE MEKAN
“Şiir şu soruya cevap vermek üzere vardır: Var olduğumuzu, nerede olduğumuzu nasıl biliyoruz” (Selima Hill)
Genel olarak coğrafya, kırsal ve kentsel mekan ve özel olarak da kültürel coğrafya dalındaki son yarım yüzyıl içinde gerçekleştirilen çalışmalar (kuramsal, politik ve benzeri) öznellik, cinsiyet ve bu bağlamda mekan ya da alan sorunlarına önemli açılımlar getirmiştir.
‘Sınır’ ya da ‘hudut’ kavramları, çok kez, cinsler ve türler arasındaki farklılıkları tanımlama ve ayırma amacıyla ortaya çıkarılmıştır.
Kadın Şiirinde sınır kavramı, özgül bir cinsiyet deneyimi için bir metafor olarak kullanılmıştır. ‘Sınır toprağı’ bilinci kavramının sağladığı açıklayıcılık kesinlikle yadsınamaz.
* * *
Bazı kadın şairler, haritacılık bilimi üzerine (bunu deneyimi ve öznelliği belirleme ve haritalamada kullanmak amacıyla) eğitilmiştir.
‘ÇEVİRİDE’ KADIN ŞAİR YA DA KADIN ŞİİRİNİN ÇEVRİLMESİ
“Çeviri deneyimi, aşık olmak gibi çarpıcıdır:
Heyecan, önceleme, bilinmeyenle karşılaşma ve birleşme neşesi” (Jane Hirshfield)
Genel olarak çevirinin ve özellikle şiir çevirisinin, şiiri bir başka dile, kültüre, dünyaya aktarmanın gösterdiği güçlükler (hatta bunun olanaklı olup olmadığı tartışmaları) bir yana; kadın şiiri çevirisinin kendine özgü zorlukları görmezlikten gelinemez.
* * *
Burada özellikle, eski klasik metinler ve onların yazarları hakkında sağlıklı bilgilerin sınırlılığı (ve bazen hiç olmayışı) önemli bir güçlük arz eder.
Ayrıca, bu dönem şairlerinin şiir üretim, dağıtım ve edinim koşulları çağdaş okuyucuya oldukça uzak ve yabancıdır.
Bu Şiirin, orijinalite ve teknik yenilik arayışından çok, sözel kompozisyon ve performansını geleneğe odaklı tutuşu (edebi ve mitolojik bağlamlarda) ve müzikalitesinin vurguya değil, hece uzunluğuna dayalı oluşu (ve benzeri farklılıklar) bu Şiirin başka bir dil ve kültüre aktarımını oldukça güçleştirmektedir.
Bütün çevirilerde karşımıza çıkan önemli diğer bir zorluk da şudur: Orijinal metindeki kültür spesifik göndermelerin çeviri metinde ne ölçüde karşılık bulabileceği.
* * *
Ayrıca, çevrilen ve çeviri yapılan dillerin olanakları (zenginlikleri ya da yoksullukları), geldikleri ana coğrafi ve kültürel köken gibi alanlarda, ek güçlüklerin kaynağı olabilmektedir.
Her durumda, eğer şiir çevirisi üstat E Pessoa’nın aşağıdaki görüşünün yanma biraz yaklaşabilirse, kendini çok mutlu hissetmelidir: “Bir Şiirin çevirisi, mutlak olarak, 1) şiiri kuran düşünce ve duyguyla, 2) bu düşünce ya da duygunun içinde ifade edildiği sözsel ritimle uyumlu olmalıdır; göreceli olarak da, içsel ya da görüntüsel ritimle uyumlu olmalıdır, yapabildiğince imgelerin kendilerini koruyarak, fakat her zaman imgenin tipini koruyarak.”
Çeviri bazen oturur yerini bulur, bazen bulamaz (belki de çok kez böyle olur!); bazen keyif ve heyecan verici olur, bazen sıkıcı bir yüke dönüşebilir.
Burada aslolan severek yapılması ve saygı duyulan bir çaba olarak değerlendirilmesidir.
ŞİİRİN ANTOLOJİK YA DA SEÇKİ HALİ
Seçkilere iyi gözle bakmayanlar çok… Seçki yapmanın, Şiirin ve özellikle şairin iyi ve adil bir sunum biçimi olmadığına (başta şairlerin kendileri olmak üzere) inananlar bir hayli fazla.
Kadın şairlere, genel antolojilerde (erkek ve kadın şairleri içeren) oldukça kısıtlı bir yer ayrılır çoğunlukla…
* * *
Salt kadın şairleri seçkileriyse pek fazla rastlanan bir şey değildir. Olanlar da, büyük ağırlıkla, Batılı, yaygın Batı dillerinde (İngilizce, Fransızca, İspanyolca, vb.) yazan kadın şairlere ve bu dillere, çok sınırlı olarak çevrilmiş, çok az sayıda diğer dünyaların kadın şairlerine yer vermiştir.
* * *
Türkçe’ye gelince: Türkiye’de yayınlanan bir iki ciddi Dünya Şiiri seçkilerinde yer verilen kadın şairlerin sayısı parmakla sayılabilecek kadar azdır.
Sadece kadın şairlerin çevrilmesiyle oluşmuş kapsamlı bir girişime ise biz henüz rastlamadık (gözden kaçmışsa özrümüzü peşinen sunarız).
***
Kadın şairleri, şiir seçkilerinde marjinalize eden bu tutum için bir çok neden sayılabilir:
Bu seçkilerin editörlerinin büyük bölümünün erkeklerden oluşması;
Özgül kadın konularının erkek editörlere (ya da ‘erkekleşmiş’ kadın editörlere) ilginç gelmemesi;
Kadın şairlerin estetiği ve poetikasının (üslûp, ses, yapı, vb.) yeterince dikkate alınmaması;
Bir genel ‘cinsiyet ayrımcılığına (bilinçli ya da bilinçsiz) düşülmesi;
Kadınların karşı karşıya buluna geldiği yapısal ve kurumsal engellerin hala ağırlıklarını sürdürüyor olması…
SONUÇ YERİNE
Ben bütün bu deyiş, söz ve seslerden kısaca şöyle bir haller fotoğrafı çıkartıyorum (başkaları ne düşünür bilemem!):
Başkaldıran;
Hep övülmek isteyen, tanrılara pek inanmayan;
Yerleşik düzenleri fazla ciddiye almayan;
Kendisini sürekli sorgulayıp, değiştirmeye çalışan;
Mantığı zorlayacak şekilde cesaret gösteren;
Otoriteyi durmadan sorgulayan;
İmkansız ve umudu sürekli olanaklı kılmaya çalışan;
Ruhsal iniş çıkışlardan, derin bunalımlardan yılmayan (ve hatta bu durumu zaman zaman, yer yer bir strateji olarak izleyen);
Rol yapmaya, iktidar oyunlarına pek itibar etmeyen;
Dostluk, aşk, sevgi ve paylaşmaya büyük önem veren;
Kendi sesi olmak ve öyle kalabilmek için durmadan çabalayan;
Şiiri hayatından koparmayan, onların iç içeliğini gören;
Gerektiğinde kendi varlığından soyunabilen;
Tutku ile iç içelik yaşamayan, ‘daha çıplak bir yürek göstermeyen’ yazıma yakınlık göstermeyen;
Her şeyin henüz söylenmemiş olduğuna inanan;
Ruhsal ormanı hep ekme peşinde olan;
Ele geçirilmezlik şiarına bağlı olan;
***
İçtenliğe, yufka yürekliliğe, vefa mahzunluğuna, açık yürekliliğe sabırla bağlı kalan;
Şu dünyanın kullanılmışlığı, kötü kullanılmışlığı önünde sürekli onun farklılığını, arzulanırlığını dile getiren;
Kırılgan güzelliği izleyebilen;
Resmiyeti, şan şöhreti, retoriği bir kenara itip ‘sivil’ şairliği seçen;
Bilgiçlik taslamayan;
Sınır ile sınırsızlığı, açıklık ile kapalılığı birbirine yaklaştıran;
Şiiri bir sözcükler oyunu olarak görmeyen;
Katı inançların, mutlak kesinliklerin, doğmaların esaretine karşı duran bir fotoğraf.
Büyük çağdaş usta şair Afro-Amerikalı Maya Angelou’ya veriyorum son sözü:
Şiir, insanların ne olduğunu anlatabilir bize,
Neden tökezlediklerini ve düştüklerini ve nasıl mucizevi bir biçimde ayağa kalkabileceğimizi, söyleyebilir bize.
Selahattin Yıldırım
Agora Kitaplığı / Şiir Dizisi
Dünya Kadın Şairlerinden Kadının Hâlleri