“dünya sevmek için çok küçük”*
ah ne denli dingin ve gururla geçiyordu
garip bir su akıntısı gibi
bu terk edilmiş sessiz Cumalarda
bu sıkıntılı evlerde
benim yaşamım
aaah ne denli dingin ve gururla geçiyordu…*
———————-Furuğ Ferruhzad
Furuğ’un yaşamında, kendisinden çok daha yaşlı erkekler, olumlu ve olumsuz temel roller oynamışlardır. Üç erkeğin rolü hepsinden daha önemlidir: Binbaşı Mohammed Ferruhzad, Perviz Şapur ve İbrahim Golestan. Bu kişiler Furuğ’un yaşamını yakından etkilemişlerdir.
Ancak diğerlerinin etkileri asla göz ardı edilemez: Modernistlerden Nima Yuşic, Şamlu, Ehevan Salis, Sohrap Sepehri, Nüsret Rehmani ve klasik yanlılarından Mehdi Hamidi ve konsevatif modernist dörtlükcülerden Tevelleli ve Nadipur. Bu insanların, Furuğ’un şiirinin biçimlenmesinde, önemli etkileri olmuştur. Kuşkusuz, altmışlı yılların ilk senelerindeki yazınsal eleştiri ve kuramsal tartışmaların da onun şiirinin son biçimini almasında etkisi olmuştur. Ancak etkili olanlardan ikisi Furuğ Ferruhzad kadar eşsizdiler.
Binbaşı Mohammed Ferruhzad’ın yıkıcı etkilerinden bir çokları söz açmışlardır, ancak kimse onun sahip olduğu ve Furuğ’un yararlandığı iyi bir kütüphenin varlığını da inkar etmemiştir. Binbaşı işinin doğası gereği, kızlarının ve oğullarının düşünsel gelişmelerini kuşkusuz önlemiştir. Furuğ 1941-53 yılları arasındaki sanatsal ve siyasi hareketlerde rol oynayacak yaşta değildi. Ancak aile kesin babaerkildi. Ve bu babaerkililik diğer ailelere nazaran iki katmanlı idi. Baba, ordu disiplinini, hem de Rıza Şah cinsinden olan disiplini, ailede içselleştirmişti (intrnalized). Ve çocuklar babaya karşı aşk ve nefret ile doluydular. Bir yandan disiplinli ve göz açtırmayan bir baba başlarında duruyordu ve diğer yandan ise onun doğal sevgisini göz ardı edemiyorlardı. Ve bu o aşk ve nefrete yol açıyordu. Furuğ Ferruhzad kendisi her zaman sevecen bir kadın değildi. O ve aynı şekilde erkek kardeşi Feridun, -ki bu kalemin sahibinin onunla 1960’ların son yıllarında sınırlı ilişkisi olmuştur- sevgi ve sevecenlik, kin ve nefretin birleşimiydiler. Her ikisi de karşıtlarından korkunç derecede nefret ederlerdi ve arkadaşlarını katıksız severlerdi, ancak ilerde Furuğ’un şiirinde bunun nasıl sonunda olumlu bir barışığa ulaştığını göstereceğim. Ancak onun gibi bir kadının varabileceği bir barışa.
Furuğ’un ailesel yazıları, ister kendisinin ve isterse kız ve erkek kardeşlerinin anılan, onun, hem evde hem de okulda, sürgünde olduğunu gösterir. Ve bu nedenle, bu denli zeki bir insan, çok şiddetli duyarlılığı nedeni ile, ne babası ve ne de kendi yaşıtı okuldaşları ile anlaşıp bağdaşmıyor ve onlara yabancı kalıyordu. İran’da okul, bir yandan ailenin baskısı, diğer yandan toplumun ve büyük tarihin baskısının sür mesiydi. iyi öğrenci olsa dahi, duyarlı bir insan, dersi nefret ile okurdu. Ferruhzad iyi bir öğrenci de değildi. Ordu mensubu babanın kaş çatıp diş gıcırtması ve haykırmaları sonucunda belki dışarıyı bile serbestçe görmüyordu. İran tarihinin büyük bir bölümü Tahran’da, Ferruhzad’ın yanıbaşında cereyan etmiştir. Şayet anne ve baba doğru bir dünya görüşüne sahip olmuş olsalardı, çocukları daha büyük bir dünyada, yani aile dışı toplumda cereyan eden olaylar hakkında bilgilendirirlerdi. Ancak Furuğ notlarında ve mektuplarında bu olaylara karşı gözü ve kulağı kapalı kaldığını göstermektedir, özellikle baba evinde iken. Bu gözü ve kulağı kapalılık onu evdeki ve okuldaki baskıdan kurtulmak için, onun yeteneklerini sayan ve onlara olumlu yaklaşan ilk kişiye yönelmeye mecbur ediyor. Ve bu dolaylı olarak baba evinden, okuldan ve baba erkilliğin ve gelenekçi sanatın başka biçimi olan Kemalülmülk türü ressamlığın çıkmazından kaçmak için bir yol oluyordu, (Furuğ derslerinin bir bölümünü Kemalülmülk Sanat Oku- lu’nda okumuştur.) Ancak bu kaçış çukurdan kurtulup kuyuya düşmek anlamında olmuştur. Sanata karşı olan tüm bağlılığına, ve dostça karakterine, ve Furuğ’un ona doğurduğu çocuğa karşı olan baba sevgisine rağmen, gerçekte, koca evi soyut ve somut olarak, ve hatta gelenek itibarı ile de, baba evinin devamıydı.
Furuğ’un akrabası olan Perviz Şapur, Furuğ ile evlendiği zaman, Furuğ’un iki katı yaşındaydı. Görünürde Furuğ’u ona doğru çeken, her şeyden önce, onun babanın yerini dolduracak olan birinin arıyor olması idi. İran kültüründe adı “Kariklamatör” ile birlikte geçen Şapur, o yıllarda ve onu takip eden yıllarda tüm basında, özellikle aydın basınında, bir çeşit hiyeroglif resimlerle, ve kısa mizah şiirleri ve şiirsel kısaltılı öz deyimleri ile ünlendi. Mizah, imge ve dil tanımcılığı zekası, onu, topluma bir sanatçı olarak tanıttı. Şapur’un iyi davranışı, şair, yazar ve gazeteciler ile olan yakınlığı, Ferruhzad yanlılarından, özellikle Furuğ’dan olan çocuğunu Furuğ’a vermemesi nedeni ile, Perviz Şapur’u sonsuzca serzeniş edebilme fırsatını aldı.
Furuğ ile Şapur’un evlilikleri ilk baştan havada olduğu görülmekteydi. Bunun birinci nedeni Furuğ’un asi ruhlu oluşu idi, ve bu Şapur’un barış içinde bir arada yaşama ruhu ile bağdaşmıyordu, bağdaşamazdı da. ikinci neden ise, Furuğ’un bir iki yıl içinde Perviz’in bilgi olarak ona verebileceklerinin tümünü alıp özümlemesi ve doymak bilmeyen bilgi açlığını başka alanlara yöneltmesidir. Ancak Perviz Şapur’un rolü babanın rolüne benziyordu. Her iki erkek babaerkil ailelerde geleneksel ahlak kuralları ile büyümüşlerdi. Belki de Şapur’un binbaşı Ferruhzad ile olan yaş farkı onunla Furuğ arasında olan fark kadardı. Binbaşı ordu mensubuydu ve Perviz Maliye bakanlığında memur. Furuğ ile evlendikten sonra hemen İran’ın güneyine Huzestan’ın Ehvaz kentine geçtiler.
Evlilik 1951 ‘de oldu. Furuğ’un ilk kitabı “Tutsak” 1952’de yayımlandı ve oğlu Kamiyar 1953’te doğdu ve 1954’te ise boşandı ve daha sonra hiç bir zaman oğlunu göremedi. Şariat kanunlarına göre evlat babanındı. Ve Şapur bu yasal ve fakat insanlık dışı hakkını Furuğ’a karşı kullandı. Ve güya Furuğ ömür boyu evladına göz yummalıydı. Öyle olması için zorladılar. Bu yazıyı yazan, Şapur ile arkadaştı ve sonraları Kamiyar da onun evindeki genel toplantılarda bulunuyordu, ve 1980’lerdeki Çarşamba Geceleri’nde, hemen hemen onun şiirlerinin ilk okuyucusuydu ve hem de onun ve genç şair arkadaşı Nahit Taki- beylu ile 90’lı yıllarda birlikte italyan şair ve yazar Cesare Pavese’den yaptıkları ortak çevirlerin de ilk okuyucusuydu.
İlk bunu unutmamalı ki Furuğ aşkla evlilik yapmıştı, yani 16-17 yaşlarında kendisinden iki kat daha yaşlı bir adama aşık olmuştu. Gerçi Batı dünyası sanatçıları arasında da böyle durumlar görülmüştür ve İran şair ve yazarları arasında da, Şamlu, Nadirpur ve Royai benzer birer örnek olarak verilebilir, ancak bunlar kendilerinden çok daha genç kadınlarla evlenen lran’lı şairlerdi. Ve bu açıdan Furuğ temamen ters yönde adım attı. Onun seçimi, ki hemen ve her zamanlığına onun kocasından çok daha sanatçı olduğunu ispatladı, temel sorundur. Bu seçimde şaşılası bir ruhsal çekim söz konusudur. Baba sevgisine olan boşluk onu Perviz’e doğru sürükledi. Fakat yeni dünya bu çekiciliği Perviz’in hemen elinden çaldı ve kendi adına kaydetti. Gerçekte sanatçı, ve kocasından daha sanatçı olan Furuğ, bu ilişkiye katlanamadı ve aile yaşamını temamen alt üst etti. Furuğ’un içinde boğulduğu üçgende, Furuğ daha evliyken, ve ilk başta şiirleri aracılığı ile ona gönderiler yapan gazeteci bir adam daha vardı. Başkası ile aşk konusunda bu gönderiler ve açık sözlülük, karı kocanın ayrılma konusundaki kararlarına kesinlik getirdi.
Ferruhzad o yıllarda, kitaplarını yayımlatmak için Tahran’a yolculuk yapardı. Hatta Furuğ’un anne-babası Şapur’a karısını kollamasını tavsiye ettiler. Ancak Tahran’ın yazınsal çevresinin çekimi ayrılığa kesinlik kazandıracak ölçüde güçlü idi. Ve Furuğ, hem ünün ve hem de dedikodunun kesin olduğu bir dünyaya adım attı. Ferruhzad kendi aşıkane ilişkilerinden sadelikle söz ederdi, fakat basın, ki Alahmed önceleri “rengin-name” (boyalı gazete) ve daha sonraları “nengin-name” (arsız gazete) diye adlandırdı, Furuğ’un şiirlerini ballandıra ballandıra basıyor ve ana güncel meşgale durumunda tutuyordu. Kapıların, politika, sanatla ciddi uğraşıma ve yazınsal ve toplumsal tarihe kapalı olduğu bir çağda, halk ve basın kendi duyumsal, sevgisel ve belki de düşünsel meraklarını gidermek için kaçış yolları arıyorlardı. Kendi benliğinden sadelikle, o günün kurumsal dili ile, ancak biraz daha açık ve aydın olarak, yani dörtlükler biçiminde dile getiren kadın, söylencesel bir varlığa dönüştü, değil sadece aşk ve bu aşkla ilgili konular hakkında konuşan, fakat toplumun tüm kadınlarının yoksunluklarını çizen söylencesel bir varlığa.
Gerçekte Ferruhzad, erkek şairlerin bile ancak çok nadir olarak değindikleri, bu yoksunluk ve mahrumiyetten cinsel boyutlarda söz ediyordu. Furuğ’un kendisi ilk baştan bu noktaya dikkat çekmiştir:
kaçıyorum bu insanlardan görünüşte benimle olan fakat içlerinde hakaretten eteğime bin bir yama yamayan
dinlediklerinde şiirlerimi yüzüme hoş kokulu bir çiçek gibi açan
fakat yalnız olduklarında beni
fahişe bir deli diye adlandıran (Toplu Şiirler, s: 17-18)
Ferruhzad bu ikililiği yaşamının sonuna kadar halkta görüyordu. Görünüşte “dost ve riyasız” fakat içlerinde hakir, içten pazarlıklı ve şiiri söyleyenin eteğine bin bir yama yamayan. Bu insanlar namus, şeref, vefalılık gibi sözcükleri gece gündüz kendilerine şiar edinmişlerdi ve bu kadında içselleşmiş olanları söylemekten vazgeçemiyorlardı, ve diğer yandan ellerine fırsat geçtikçe, onu aldatmaya kalkışıyorlardı. Ancak onlar Furuğ’un şiirlerinin içeriğinin çekiciliğine kendi özel yaşamlarında gönül vermeden ve ona göre davranmadan, o şiirlerden tat aldıklarında, ve o şiiri söyleyene, babaerkilcilik ve kocaerkilcilik kafilesinden geri kalmamak için, ipe sapa gelmeyen laflar ettiklerinde, işte o zaman iki yüzlülüklerini ortaya koyuyorlardı. Bu nedenle de Furuğ, lezzetin günah sayıldığı karanlık bir tünele girmiş oldu.
Senin günahını anlatan gözün kırptı yine düşün suskulu yüzünde yine ben kaldım ve kalbimin gurbetinde senin yakan öpücüğünün hasretinde (s: 19)
Bu günah, Furuğ’un kendi eteğine de bulaşıyor, öyle ki ne zaman yabancı bir erkeğe baksa, kendine “günahkar” diyor veya ne zaman bir erkekle sevişse, sanki başkasının yaşamını tehlikeye sokmuş gibi aldığı lezzetten dolayı adeta özür dilemesi gerekir gibi:
ben ona acı ve hüzün verdim ben onu kara toprağa oturttum eyvahlar olsun bana, tanrım ben onu mezarların bağrına attım
pişman bir çocuk gibi koştum alçalarak ayaklarına sarılayım delirmiş olduğumu söyleyeyim bana acımasını isteyeyim (s: 23)
Böylece lezzet günahla eşti ve günahsa tövbe isterdi ve tövbe ise kendinin veya karşı insanın ölümü demekti. Gerçekte Furuğ aşk, lezzet ve ölümden dosdoğru ve basit bir bileşim ortaya koyuyor. Yıllar sonra bu bileşik en güzel ve en imgesel biçimi ile dile gelecektir:
benim sevgilim o arsız çıplak teniyle güçlü bacakları üstünde ölüm gibi durdu (s: 323)
Esasında bu şiir şehvet ve cinsel istekten çok, sevgili, arzu ve ölüm bileşiminin somutlaşmasıdır ve günah ve lezzet ve tövbenin ve ölümün basit içeriğini aşmış olan ve sanata somut bir biçim veren zihinsel labirentlerden bir habercidir. Furuğ’un bir kısım şiirlerinin tamamen cinsellik üstüne söylendiği doğrudur, fakat bu şiirleri “göbek altı” diye reddedenler, özellikle Celal AlAhmet gibi ikiyüzlülükle eteklerini günahtan uzak tutmuş gibi gösteren tipler, kendileri ile yalnız kaldıkalrında “o başka işi” yapıyorlardı. Kendi dilediklerini yapıyor ve sonra ellerini ağızlarını yıkayıp topluma giriyorlar ve vaazları ile herkesi tövbeye çağrıyorlardı. Ve kimse yoktu bu baylardan: “Tövbe sevenler neden az tövbe ederler?” diye sorsun. Çok ilginçtir ki Furuğ kendisi bile o şiirleri şiir olarak kabul etmiyordu. Ve haklı olarak. Altmışlı yıllar ve sonralarında o bunların bazı kesimlerce şiir olarak kabul görmesini de kabul etmiyordu. Furuğ ve gerçek şiir sevenler, ve özellikle onun şiirini sevenler, o geçmişi kabul ediyorlardı, fakat hepsi yeniden doğacak olan Furuğ’a gönül vermişlerdi ve ondan sonra gelecek olan şiirlere. Furuğ kimi zaman —sonraki dönemlerde—, bir sevişmeyi çok güçlü bir şekilde şiirde de dile getiriyordu, ancak ilk dönemde cinsiyet çok dürüstçe anlatılıyor ve söyleyenin bir erkek değil bir kadın olduğu açıkça görünüyordu. Ferruhzad, erkeğe hitaben, tamamen kadınsal duyumsallığı ile şiir söylemiş olan ilk kadındı.
Buna ilaveten Furuğ kendi çocuğu hakkında da duyumsal şiir söylemiştir. Bu şiirler daha az imgeseldirler ve genel olarak onları duygusal şiirler olarak adlandırmalıdır. Bu evlat el konulmuş bir evlattır. Bir kadın onu dünyaya getirmiş ve bir erkek onu sahiplenmiş, gelenek ve dar çerçeveler, bir kadının canının özü olan bir varlığı elinden alınıp başka birine teslim edilmesine izin vermiştir: kadın ve çocuğun yasal sorumluluğu babaya aittir. Bu bir yerde kadının çocuğunu öldürmektir. Bir yerde evlat öldürmedir ve katil, çocuğun kefaletini babaya veren çürümüş gelenekler ve inanışlardır. Toplum bir taraftan sanatla uğraşan bir kadını fuhuşa sürüklüyor ve onu fahişe olarak tanımlıyor, bir yandan da onun en değerli varlığını o geleneğin başında olana yani babaya veriyor, ve özellikle erkek olduğu için onu eski baba, geleneksel baba gibi yetiştirmek istiyor. Ferruhzad oğluna hitaben şöyle diyor:
seni istiyorum ve biliyorum
asla koynuma almayacağını
sen o aydın ve pırıl pırıl gökyüzüsiin
ben bu kafeste bir tutsağım (s: 26)
Çocuğu bıraksa bir daha göremeyecek. Koca evinde kalsa artık sanat dünyasına giremeyecek. Ne yaşamın gücünü ve ne de sanatın ve şiirin, tüm uyumları ile, çekiciliğini gözardı etmek mümkün ve ne de dünyaya getirdiği çocuktan sonsuza dek uzaklaşmaya teslim olmak olası. Bu çetrefil çelişkiler, kesin çözüm bulacaklarına, şiir söyleme yoluna itiliyorlar. Şiirden tüm bu sorunlara çözüm getirmesi bekleniyor. Sanki şiir söylemek, yaşamın tüm zorluklarının yerine oturacakmış gibi. Bu konuların şiirsel bakış açısından aydınlığa kavuşması için, bir takım sorunların tarihsel geçmişi açığa kavuşturulması gerekmektedir. Fakat burada hemen söylemeliyim, Furuğ üzerinde etkin olan üçüncü adam, ve kuşkusuz sanat ve duygu açısından çok olumlu olan bir etki, ve aynı zamanda kişisel ilişkilerde oldukça çetrefil olan o erkek, Furuğ’un eski eşiyle aynı yaşta idi. Perviz Şapur ve İbrahim Golestan yaşıttırlar. Ancak İbrahim Golestan çok önemli bir öykücü ve aydın kişidir, ve Furuğ üzerindeki etkisi ve öyküleri yolu ile çağdaş İran yazınında değerli rol oynamıştır.
Furuğ Ferruhzad, albay Ferruhzad ve Perviz Şapur’un dünyalarından geçişte, en önemli özelliği kadın teninden faydalanmayı gütme olan bir araftan geçmiştir ve o araf ellili yılların basını idi. Firdevsi dergisi gibi bir iki istisnayı dikkate almazsak, haftalık dergiler, yolu ve sapağı göstermekten ziyade, milleti meşgul ederek oyalıyor ve özgür siyasi tartışmadansa siyasetin yerine oturuyordu. Söz konusu basın Furuğ’a ve onun sanatına, üzerinde alış veriş yapılacak bir matah ve bir reklam aracı olarak bakıyordu. Ferruhzad kendi kişisel, duygusal ve cinsel sorunlarından içtenlikti olarak söz açıyodu. Fakat o basın bu sorunlara halkı coşturma ve dergiyi almaları yolunda teşvik aracı olarak ve kısacası tirajlarını artırmak için kullanıyordu. Bir takım dergi baş editörleri, sonraları Batıda paparazi olarak bilinen bir rolü üstlendiler ve şüphe altında kaldılar. Furuğ “Günah” şiirini yayımladığında, İran’ın haftalık dergileri -özellikle en rezilleri- sanki cinsellik konusunda en büyük defineyi ele geçirmişler, ve bir elleri yağa bir elleri bala varmışlar gibi, işleri tıkırında görünüyorlardı. İşte bu dönem ve sonrasında, herkes, doğru veya yalnış, baba evinden, koca evinden ve basın erkekleri ve hatta o dönemin romantik şairlerinin faydalanma heveslerinden doğan sorunlarla boğuşan bir kadına bin bir iftirada bulundular, ve bu öfkeli ve sinirli ve rahatsız olan kadını, basın, bir taraftan basının oyuncağı ve diğer taraftan şehvet peşinde olan söylen- cesel bir kadın olarak, Iran halkına sundu. Bu dönemde Furuğ Mehdi Hamidi, Feridun Tevelleli ve Nadir Nadirpur’un etkileri altındaydı. Şiir söylüyor ve Şocaiddin Şefa gibi yandaşları vardı. O gerçekte, Nima ve onun peşinden Şamlu, Şahrudi ve Ehevan’ın sürdürdüğü şiirsel devrime karşı yönde hareket ediyordu.
Gerçi bu şiirler, Furuğ’un topluma egemen olan erel riya ve ikiyüzlülüğe karşı cinsel başkaldırısı ile doluydular, ancak bir yandan seçmiş olduğu şiirde biçem ona bu isyanı bir noktaya vardırabilmesine olanak tanımıyordu ve diğer yandan erken gelen medyatik ün ona kültürel ve sanatsal yönde gelişme fırsatı tanımıyordu. Bu yüzden Furuğ, basına ilk adım attığından itibaren, bir saman gibi, bir anı diğerine uymayan birisi olarak ve bunun onun işareti ile bir dergiden diğerine göç ediyor ve yalpalıyordu, ve sonunda piyasaya ve tez geçip giden aşklardan yorgun düşmüş bir durumda, 1958 yılında İbrahim Golestan ile karşılaştı. Ve İbrahim onun üzerinde büyülü etkisini bıraktı. Furuğ bir iki yıl içinde giderek o basın ve o yol yordamdan elini eteğinim çekti ve bunun sonucu olarak, ömrünün sonuna kadar yani 1967’ye kadar olan dönem, onun en verimli şiir yılları oldu ve o yıllar Nima’dan sonra, Nima’nın şiirinin ve o dönemin Şamlu’sunun şiirinin yanında en parlak şiirsel ürünlerin doğuşu dönemi oldu.
İbrahim Golestan İran’ın en ciddi öykücülerinden biri idi. Furuğ’un onunla tanıştığı dönemde bile. O, Mark Twain, Sir Wood Anderson ve Hemingway’den öğrendiği şekilde, doğru, melodik ve güzel Farsça yazma geleneğini Batı öykücülüğü ile birleştirmeyi başarmıştı. O daha çok yazınsalda duruyor ve en çok da iki dünya savaşı arasındaki dönem, yani 1917-1940 yıllarının Amerikan öykücülüğü ile uğraşıyordu. O, Mark Twain ve Hemingway gibilerin çeviricisi idi. Ancak, bir kaç öyküsü Nima türü kırık vezinden yararlanıyordu. Bu kırık vezin, Nimasal vezinden habersiz birisi için duyumsanmıyor yahut da düz yazının kendi müziği şeklinde duyuluyordu. Ancak bu vezinin ne olduğunu bilen birisi, vezinin imgelerin ve davranışların hemen göz önünden ve zihinsel derinliklerden geçip ve öykünün birimlerine katılmalarına ve öyküyü öykü özellikleri ile ilerlemesine izin vermediğini duyumsuyordu. Fakat hakkını vermek gerek ki bu dil, sözcük ekonomisi nedeni ile, çok kişisel ve ustaca konuşmaların tonuna dikkat açısından, dönemin çağdaş dillerinin en belirgin olanlarından biri idi. Burada bizim o öykülerden aktarmamıza imkan yok, ancak bunu söyleyebiliriz ki, Furuğ’un ibrahim ile arkadaşlık dönemine rastlayan dönemdeki Fars dilinde yazılan öykülerin düz yazısına en yakın yazılar, Furuğ’un İbrahim Golestan ile tanıştıktan sonraki dönemde yazmış oldukları şiirlerdir: şiirin şiirselliğini ve düz yazının düz yazısallığını koruyarak. Yani, Furuğ’un şiiri kendi yerinde asildir ve Golestan’ın düz yazısı kendi yerinde, ve bu ikisi karşılıklı olarak birbirlerini etkilemişlerdir.
Şunu da belirtmeliyim ki, Furuğ, İbrahim Golestan ile tanışmadan önce Batı yazınına dikkat etmiş değildi. Sonraları da Furuğ’un yazılarında, onun, önemsenecek ölçüde Batı yazını üstünde kişisel olarak durduğuna dair önemli bir belirtiye rastlanılmıyor. Batının onun üzerindeki etkisi dolaylı olmuştur denebilir. Bu etkinin yollarını aydınlatmalıyız:
1- Batı yazının çağdaş şiire etkisi ve bu yolla Furuğ’un zihnine etkisi. Bu alanda en yaşlıdan, yani Nima’dan başlayarak o dönemin en genç şairi olan Ahmed Rıza Ahmedi’ye gelebilir.
2- Çağdaş yazınsal eleştirinin Furuğ şiirine etkisi. 1960’ların ilk yarısının yazınsal eleştirilerinin Furuğ’un şiirini etklediği söylenebilir.
3- Batı şiiri çevirilerinin etkileri, özellikle T.S. Eliot’ın şiiri, “J. Alfred Prufrock’ırı Aşıkane Şarkısı” ve “Kısır Yer” ve “Dört Kuartet”‘m çevirileri (sırası ile: Rıza Baraheni, Bahman Şo’lever, Mehrdad Samadi çevirileri) ve genel olarak 60’lann başlangıcındaki Amerikan şiiri.
4- Dünya yeni filminin etkisi. Öyle görünüyor ki bu dönemde Furuğ, ister Golestan’ın stüdyolarındaki çalışmalar ve ister Avrupa yolculukları sırasında ve isterse Tahran’da kişisel ilgi dolayısı ile Batı filmi ile tanışmıştı.
5- İbrahim Golestan’ın etkisi. Golestan’ın kesin etkisi kuşkusuzdur. Belki de Golestan’ın etkisi ve yol göstermeleri sonucunda Furuğ, Nadirpur, Moşiri ve Mehdi Hamidi gibilerin şiirinden uzaklaştı ve Nima ve Şamlu ve daha yeni şiirler dünyasından baş gösterdi. Ferruhzad’ın kendisinin bu konuya işaret etmemesine rağmen, yine kendisinin ilk doğuşu olduğunu adlandırdığı “Yeniden Doğuş”‘u İbrahim Golesatan’a ithaf etmesi, ister duygusal ister sanatsal açıdan ona karşı duyduğu minnet borcunun bir belirtisi olarak kabul edilebilir.
Sanatsal öğretilerin bir bölümünün babaerkil olduğunu unutmamalıyız. Yol göstermeler kimi zaman sapmalara yol açar. Özellikle, çevresine karşı çekici ve şiddetli etkili olan İbrahim Golestan gibi biri bu yol göstermeleri üstlenmişse. Genel olarak İbrahim Golestan’ı da aynı babaerkil kategoriye koymak olasıdır, ancak onun babaerkilciliği daha çetrefildir. Bu kültürel çetrefilliği nedeni ile de Golestan’ın kendisi, bir baba ve ya koca imajı kafalarda oluşmuşsa, aşık ve maşuk imajı kategorisinde yer alması nedeni ile, kimi zaman onlardan geri kalmıyor, ve bu ilişkinin kendisi, duygu ve aşka, zarif ve sevecen mürit- muratlık ilişkisine rağmen, her halde süje ve obje ilişkisidir. Düşünün edeni ve edileni arasındaki ilişkidir. Özellikle birisi tüm varlığından katıyor, ve öteki evini, yaşamını dokunulmamış olarak koruyor, ve onun yanında İran çağdaş tarihinin en büyük kadın şairini arkadaş ve sevgili olarak yanında koruyor, ve birisi
tüm varlığım benim, karanlık bir ayettir seni, kendinde tekrarlayarak çiçeklenmenin ve yeşermenin sonsuz seherine götürecek
diyor ve ötekisi suskunlukta, diğerinin ölümünden sonra bile suskunlukta, dünyayı seyrediyor. Ve onun ölümünü de seyrediyor, ve ölümünden sonrasını da. Gerçekte bu, eski zamanların mürit-muratlık ilişkisine benzer. Hafız’ın “Muğan Piri” ile olan ilişkisine benzer. Ancak başka bir şekilde. Buradaki özel ilişkide, biri kadındır. İşte burada Furuğ, bir kez daha, bu ilişkideki yenilgiyi bir yengiye dönüştürüyor. Furuğ’un önemi, kendi maşuk ve muradı ile konuştuğu zaman, onun da başkaları gibi olduğunu, fakat şimdilik onun karşısında göründüğü biçimi almış olduğunu unutmamasındadır.
Rıza Berahani
23 Mayıs 1998 Toronto
Kaynak: Ve Yaralarım Aşktandır
Çeviri: Haşim Hüsrevşahi
Öteki Yayınevi (Şiir)
<<öncesini oku] Fars Kadın Şiirini Başlatan Furuğ Ferruhzad İçin Bir Önsöz
Furuğ FERRUHZAD
Yaşadığı toplumu seven ama onu olduğu gibi kabul etmek yanılgısına düşmeyecek kadar ileri görüşlü, yenilikçi bir aydındı Furuğ. Birey olma sürecini engelleyen, kimliği ezen, varoluşu zedeleyen her kurala, her duruşa karşıdır. İran’ın en büyük açmazlarından bir olan ataerkil sosyal yapı, Furuğ’un eleştirilerinin odak noktasıdır. Kendi ailesinden ve özellikle babasından başlamak üzere kadın kimliğini yok eden, hiçe sayan bu ataerkil bakışa karşı çıkar, baş kaldırır. Kardeşlerini, var olan hastalıklı toplum düzeni karşısında sessiz kalışları nedeniyle yerden yere vurur. Yaşadığı aile içi çatışmalar, toplumsal baskılar genç yaşta girdiği dünya evinde de onu rahat bırakmaz. Yaşadığı hayata katlanamaz raddeye gelir ve sonunda nefes alamaz olur; çareyi kaçıp kurtulmakta bulur. Hem de biricik oğlunu bir daha görememek uğruna.
* Mektupları, Söyleşileri, Anıları’ndan oluşan kitabın adı.
** Cuma adlı şiirinden bir bölüm
Ferruhzad hakkında diğer başlıklar
Fars kadın şiirini başlatan Furuğ Ferruhzad için bir önsöz
Furuğ Ferruhzad’ın yaşamı, aile hayatı ve yaşadığı toplum
Furuğ Ferruhzad’ın yaşamındaki erkekler
Furuğ Ferruhzad: tüm varlığım benim, karanlık bir ayettir
Sen o aydın ve pırıl pırıl gökyüzüsün/ ben bu kafeste bir tutsağım
Güzel bir zamandı – Onat Kutlar
Yeryüzünün ayetleri Furuğ Ferruhzad şiirleri
“Benim için en önemli şey şiirdir…”