Nietzsche için Sokrates ve Yaşam
Nietzsche için Sokrates‟in esaslı suçu şuydu: yaşamı aşağılamak ve onu değersiz bulmak. Nietzsche’nin tüm felsefesini yaşamı onaylamak, yaşama evet demek üstüne kurduğu düşünülecek olursa Sokrates‟in suçunun büyüklüğü daha iyi anlaşılabilir.
“yaşam hakkında, tüm zamanlarda en bilgeler hep aynı yargıya varmışlardır: değmez… Her zaman ve her yerde aynı ses duyulmuştur ağızlardan, – kuşku dolu, efkar dolu, yaşam yorgunluğu dolu, yaşama karşı direnme dolu bir ses. Sokrates bile demişti ki ölürken: „yaşamak – uzun süre hasta olmak demek…‟ ” 1
Yaşamı bütünlüğünden koparıp onu yargılanması, düzeltilmesi, iyileştirilmesi gereken bir şey gibi görmek Nietzsche‟ye göre Sokrates‟le başlayan batı metafiziği‟nin suçuydu; hatta Deleuze‟e göre batı metafiziği bizzat Sokrates‟in icadıdır:
“eğer metafiziği iki dünya arasındaki ayrımla, özün ve görünüşün, doğrunun ve yanlışın, akli ve duyusal olanın karşıtlığıyla tanımlıyorsak, onu Sokrates‟in icat ettiğini söylemeliyiz: o, yaşamı yargılanması, ölçülmesi, sınırlandırılması gereken bir şey, düşünceyi ise üstün değerler (tanrısal, doğru, güzel, ġyi…) Adına iş gören bir ölçü, bir sınır haline getirir. Sokrates‟le birlikte gönül rızası ve ustalıkla boyun eğen bir filozof tipi ortaya çıkar.”2
Nietzsche altın çağ olarak gördüğü Sokrates öncesi dönemde onayladığı ne varsa Sokrates‟te bunun tam karşıtını bulmuştu. Özellikle de Nietzsche‟nin çok önemsediği biçime, görünüşe, oluşa hayran olan Sokrates öncesi antik yunan insanı bu bakımlardan onun beğenisini kazanmıştı:
“ah şu yunanlılar! Onlar nasıl yaşayacaklarını bilirlerdi. Bunun için gereken yiğitçe yüzeyde, kıvrımda, derinde durmaktır, görünüşleri süslenmektir. Görünüş olimpos‟unun tümünde biçimlere, tonlara, sözlere inanmaktır. Yunanlılar yüzeyseldi – derinliksizdi. Bizim, şu andaki düşüncenin en yüksek en tehlikeli tepesine tırmanıp oradan çevreye bakanların –oradan aşağıya bakmış olanların – tinin yiğitlerinin gene dönüp geldiğimiz yer tam da burası değil mi? Biz tam da bu bakımdan yunanlı değil miyiz? Biçimlere, tonlara, sözcüklere tapanlar? Biz bu yüzden sanatçılar değil miyiz?”3
- Salome‟ye göre ise Sokrates;
“…doğal helenistik yaşam-içgüdüsünü yozlaştırıp sakatlamış, onu evcilleştirerek rasyonellik öğretilerinin boyuduruğu altına sokmuştu.”4
Salome‟nin insanı rasyonellik öğretilerinin boyunduruğuna sokmakla suçladığı Sokrates, kurduğu şu denklemle hem insanı nasıl gördüğünü anlatmış, hem de Nietzsche‟yi şaşırtmayı başarmıştır: akıl=erdem=mutluluk. “Sokrates‟in kurduğu akıl = erdem = mutluluk denkleminin hangi alerjiden kaynaklandığını kavramaya çalışıyorum: gelmiş geçmiş en tuhaf denklemdir bu ve eski helenlerin tüm içgüdülerini karşısına alır üstelik.”5
Nietzsche‟nin „hangi alerjiden kaynaklandığını kavramaya çalışıyorum‟ 6 dediği bu tuhaf denklem Sokrates‟in insan alerjisinden kaynaklanıyordu aslında. Ama nasıl bir insan acaba Sokrates‟in alerjik bulduğu. Rasyonel olmayan, içgüdülerine, duygularına önem veren, onun tuhaf denklemi yoluyla erdeme, ahlâklılığa ve mutluluğa ulaşamayan insan tipine alerjisi vardı Sokrates‟in. Elbette bir akıl ve ahlak varlığı olmayan insandı Sokrates‟in pek hazzetmediği. Nietzsche‟ye göre bu denklem aslında şu anlama geliyordu;
“akıl = erdem = mutluluk demek sadece şu anlama geliyordu: Sokrates‟i taklit etmeli ve karanlık arzularına karşı sürekli bir günışığı oluşturmalı – aklın günışığı. Ne pahasına olursa olsun, akıllı, berrak, aydınlık olunmalı: içgüdülere, bilinmeyene verilen her taviz, aşağıya çeker…”7
Sokrates, denkleminde her şeyin temeline yerleştirdiği akılla nasıl bir insan yaratmayı düşünüyordu peki. Nietzsche‟ye göre Sokrates, yaşamı akılla davranabilir ve derinliğine nüfuz edilebilir bir bütün olarak gören teorik insanın ilk örneğidir. Bu teorik insan ise pearson‟ın da belirttiği gibi trajik insanın tam karşıtıdır.
“Sokrates, kendinde-gerçekliği bilmenin mümkün olduğuna inanmakla yetinmeyip, aynı zamanda gerçekliği düzeltip geliştirmenin de olanaklı olduğunda direten “teorik iyimserin prototipi”dir. Nietzsche‟ye göre, “teorik ve trajik dünya görüşleri arasında ezeli bir çatışma” vardır.”8
Allan Magill‟e göre ise;
“…teorik insan en çok doğruluk peşinde koşmaktan haz alır. Onu, “düşüncenin nedensellik ipini kullanarak varlığın en derin uçurumlarına inebileceği” şeklindeki “derin yanılsama” (tiefsinnige wahnvorstellung) ayakta tutar. “dünyayı bilgiyle düzeltebileceğine, hayata bilimle yol gösterebileceğine ve aslında bireyi çözülebilir sorunlardan oluşan sınırlı bir alan içinde tutabileceğine” inanır;…”9
Oysa Nietzsche‟nin „trajik insan‟ı şimdiye dek anlatılan „teorik insan‟ tipinin tam tersidir. O, yaşamı sadece iyi, erdemli vb. Olduğunda değil bütünüyle onaylayandır: “trajik insan, en sert ıstırabı bile onaylar: bunu yapacak kadar güçlü, zengin ve kutsallaştırabilecek durumdadır.”10 “trajik insan, realiteyi olduğu gibi gören, “realiteyi olduğu gibi kavrıyan insandır; yeterince güçlüdür bunun için – realiteye yabancı olmuş, ondan kopmuş değildir; o, realitenin kendisidir; o, realitenin korkunç ve şüphe götürür her şeyini kendinde de taşır.”11 trajik insan kendi kendisi olan insandır. O, akılla ulaştığı genelgeçer yargılar, erdem ya da mutluluk peşinde koşan Sokrates‟in teorik insanından farklı olarak „…kendi gözü, kendi yolu, kendi zevki, kendi değerlendirmeleri, kendi düşünceleri, kendi eseri olan insandır.‟ 12 Sokrates‟in yaşamı akılla ölçülebilir , daha iyiye götürülmesi gereken bir şey olarak gören teorik tipine karşın Nietzsche‟nin trajik tipi, şansı, tesadüfü ve oluşu kutsar. „olumlama trajiktir çünkü o şansı ve şansın gerekliliğini olumlar; çünkü o çokluğu ve çokluğun birliğini olumlar.‟ 13
Nietzsche, Sokrates‟in rakiplerini alt etmede kullandığı bir silah olan diyalektiğe de olumsuz bakar. Nietzsche için diyalektik ayaktakımının baş olma yöntemidir: “Sokrates‟le birlikte, yunanlıların zevki, diyalektikten yana değişir: ne oluyordu aslında burada? Her şeyden önce, böylelikle seçkin bir beğeni yenilmektedir; ayaktakımı, diyalektikle baş olmaktadır. Sokrates‟ten önce, seçkinlerin arasında diyalektik tavırlar reddedilirdi: kötü tavırlar olarak görülür, kişiyi küçük düşürürlerdi. Gençler de bu tavırlara karşı uyarılırdı. Gerekçelerin bu tarzda sunuluşuna da kuşkuyla bakılırdı. Edepli konular, tıpkı edepli insanlar gibi, gerekçelerini ellerinde böyle taşımazlar. Beş parmağını birden göstermek yakışık almaz. İlkin kanıtlanmayı gerektiren, pek de değerli değildir.”14
Sokrates‟in çarşıda, pazarda dolaşıp, diyalektik lafazanlıklarla atina‟lıları hayatından bezdirdiğini, kendi deyimiyle onlar için bir at sineği olduğunu biliyoruz. Nietzsche için de bu yönüyle Sokrates bir soytarıdır. “otoriterin henüz iyi ahlâka dahil olduğu, „gerekçelendirme‟nin değil, emretmenin geçerli olduğu her yerde, diyaletikçi bir tür soytarıdır: gülünür ona, ciddiye alınmaz. – Sokrates kendisini ciddiye aldırtan soytarıydı: ne olmuştu aslında orada?” 15 Nietzsche için diyalektik hiç tercih edilmemesi gereken bir yöntemdir.
“diyalektik ancak, başka yöntem olmayınca seçilir. Onunla kuşku uyandırıldığı, onun pek ikna edici olmadığı bilinir. Bir diyalektikçi-etkisi, izleri en kolay silinebilecek şeydir: konuşulan her toplantının deneyimi kanıtlar bunu. Başka silahları kalmayanların elinde bir meşru müdafaa olabilir ancak. Hakkını söke söke almış olmak gerekir: diyalektikten yararlanılmasa daha iyi.”16 diyalektik, Nietzsche için, avamın ironiyle intikam aldığı bir silah, sadece bir acil durum tedbiridir.
“diyaletikçinin ironisi, avam takımı intikamının bir biçimidir: ezilenlerin vahşeti, mantıklı uslamlamanın soğuk bıçak darbesinde kendine bir çıkış bulmaktadır.”17
Yine Sokrates‟in o tuhaf denklemini düşünecek olursak, yani aklı bilgiye, bilgiyi de mutluluğa eşitleyen o denklemi. Bu denklemdeki bilgi bizi erdeme ve dolayısıyla da mutluluğa götüren bilgidir. “bu bilgi, insan doğasının, insanın özünün, ereğinin, erdemin ve dolayısıyla mutluluğun bilgisidir. Böylece… Erdemsizlik, bilgisizliktir.”18 bu insanı erdeme götüren bilgi onu tabii ki bir ahlâk varlığı da yapar; “Sokrates‟in amacı bilmek değil, eylemektir. Onun derdi hakikat için hakikat veya kendisi için hakikat değildir; ona göre doğru bilgi veya hakikat, “doğru eylem veya davranışın gerçekleştirilmesinin tek yolu olduğu için, iyidir.”19 yani eylemek, iyi eylemek. Yani, bir ahlak varlığı olarak eylemek. “Sokrates‟ten beri avrupa tarihinde ortak belirti, diğer bütün değerleri moral değerlerin boyunduruğu altına sokmak denemesidir; öyle ki bu değerler yalnız hayatı değil, aynı zamanda 1. Bilgiyi, 2. Sanatları, 3. Devlet ve toplumun çabalarını da yönetip yargılasınlar.
Tek ödev „daha iyi olma‟ [çabasıdır] ; diğer her şeyse bunun için bir araç (ya da rahatsız edici bir şey, bir engel, bir tehlike: dolayısıyla ortadan kaldırılıncaya kadar kendisiyle savaşılacak [bir şeydir]…)”20 yaşamı, düzeltilmesi gereken, düzelmedikçe değersiz ve aşağı gören bu teorik bakış, Nietzsche‟nin yaşamı her durumda onaylayan trajik bakışına taban tabana zıttır. “Nietzsche‟ye göre, şampiyonu Sokrates‟in düşüncelerinde temelini bulan batı dünyasının bu ahlâk görüşü, insan hayatına aykırı – trajik olmayan – bir değerler görüşüdür. Böyle bir görüşün ana kaygısı, iki zıt moral „değer‟ olarak „iyi‟ ile „kötü‟yü sınırlandırmak; böylece de çeşitli araç ve yollarla, ilkini öğretmek, diğeriyle de savaşmaktır. Hayatın tabii haklarını görmemezlikten gelen, onu yoksullaştıran, insanın yapısına aykırı bir görüştür bu.”21 bütün bu görüşleriyle Sokrates; “…ahlâki değerlerin doğallıktan uzaklaştırılması dejenere bir insan türünün tasarımıydı – „iyi insan‟, „mutlu insan‟, „bilge insan‟. – Sokrates, değerler tarihinde en derin sapkınlığın bir anını temsil eder.”22 yani; “Nietzsche açısından Sokrates, fevkalede yunan karşıtı bir figürdür; olimpos tanrılarının asude ışığının sileno‟nun bilgeliğinin kaos ve acı dolu şimşeklerini artık saklamaktan aciz hale geldiği yunan‟ın trajik bir döneminde ortaya çıkan bir çöküş figürüdür…”23
Nietzsche‟nin Sokrates‟e karşı olan olumsuz yaklaşımının bir nedeni de onun bütün teorik iyimserliğine rağmen yaşamı uzun süren bir hastalık gibi görmesi ve dolayısıyla sahici bir yaşam sürmemiş olmasıdır. “ben Sokrates‟in yaptığı, söylediği her şeydeki yürekliliğe, bilgeliğe hayranım – söylemediklerine de… Bu alaycı, adamı kendine aşık eden bu canavar, atina‟nın kendine en çok güvenen gençlerini titreten, ağlatan fareli köyün kavalcısı yalnızca çağının en büyük gevezesi değildi, aynı ölçüde çağının en sessiz kişisiydi. Yaşamının son anında sessizliğini koruduğunu anımsatmak isterim. Bu aşamada belki de tinlerin daha yüksek bir katındaydı. Belki ölmüştü, belki ağundan ötürü, belki dindarlıktan, belki de kötücüllükten –o an bir şey dilini çözdü de şöyle dedi: ey crito, asclepius‟a bir horoz adadım. Bu gülünç, korkunç son sözler kulağı olanlar için anlamlıdır „ey crito yaşam bir hastalıktır‟. Onun gibi bir adamın, herkesin gözü önünde sevinçle, bir asker gibi yaşamış birinin, kötümser olması olanaklı mı? O, olsa olsa sevinçli bir yüz takındı. Ama en son yargısını, en derin duygusunu bütün yaşamı boyunca sakladı. Sokrates, yaşamda acı çekti. Sonra da gene kendinden öç aldı- korkunç, dindar, kafir söyleşisiyle.”24 Nietzsche‟ye göre Sokrates‟in sahici yaşamadığının bir işareti de onun ölümün eşiğinde sanata yönelmiş olmasıdır. “trajedinin doğuşu‟nda Nietzsche, ölüme mahkûm edilmiş Sokrates‟in, hapishanede mahkûmiyetinin son gününde bilginin zafiyetini sezdiğini, bu yüzden akla olan itimadını kaybettiğini ve mantığı terk ettiğini savunur. Ona göre bu dâhî filozof, hayatının son anlarında tefekkürün en saf derinliklerine inmiş, en uç noktasında ulaşmış, ancak hâlen bir bilinmeyen, bilinemeyen ve nüfûz edilemeyen bir muammâ ile kuşatıldığını görmüştür. İşte bu transandantal alanda rüya görmeye başlayan Sokrates, söz konusu muammâya estetik bir çözüm bulmuştur: musikî. Sokrates, hayatının son deminde kendini müziğe verir ve bir enstrüman çalmayı öğrenmek ister.”25
Nietzsche, filozofun son andaki bu tereddütünü ve sanata-müziğe yönelimini şöyle değerlendirir:
“…bu despotik mantıkçı, sanata karşı zaman zaman bir eksiklik, bir boşluk, bir yarı suçlama, belki ihmal edilmiş bir görev duygusu taşıyordu. Çoğu kez, zindanda dostlarına anlattığı gibi, kendisine hep „Sokrates, müzikle uğraş!‟ diyen düş görüntüsü geliyordu… Sonunda, zindanda, vicdanını tamamen rahatlatmak için, küçümsediği müzikle uğraşmaya da aklı yatıyor… Sokrates‟e görünen düşsel görüntünün bu sözü, mantıksal doğanın sınırları hakkındaki bir tereddüdün biricik belirtisidir: belki de –diye sormalıydı kendine- bu benim anlamadığım, hemen aynı zamanda anlaşılmaz olan değil midir? Belki de, mantıkçıların oradan kovulduğu bir bilgelik ülkesi var mıdır? Hatta belki de sanat, bilimin zorunlu bir bağlılaşığı ve ilavesi midir?”26
Nietzsche‟nin bu pasajda mantıkçıların kovulduğu bir bilgelik ülkesi diye söz ettiği yer kuşkusuz yaşamın bütünlüğü içinde kabul edildiği, dürtülerden, içgüdülerden hiç utanılmadan onların da yaşama dair kabul edildiği yerdir. Burası içinde sanat ve müziğin zorunlu bileşenler olarak bulunduğu, dürtüler ve içgüdülerin bastırılmaları sayesinde adeta tiran haline getirilmiş bir „abes-akıl‟ın hüküm sürmediği yerdir.27
Sonuç olarak Nietzsche için Sokrates, abes akılcılığıyla ve bundan çıkardığı diyalektikçiliğiyle, bilimci mantıkçı bakışıyla, insanı düzeltilmesi gereken bir ahlâk varlığı olarak görmesiyle, akli-duyusal, görünen-öz vb. Düalist kavramlaştırmalar yoluyla batı metafiziğini icad etmiş olmasıyla ve son olarak da sahici bir yaşam sürmemiş olmasıyla olumsuz bir figürdür. Daha sonra hıristiyanlıkla birleşen geleneksel batı metafiziğinin en sonunda nihilizme gelip dayandığını düşünen Nietzsche için Sokrates tüm bu olumsuzluğun, dekadansın, çöküşün başladığı yerdir. Nietzsche Sokrates‟i bölüm boyunca ortaya koyduğumuz argümanlarla eleştiriyor fakat acaba her iki filozofun ortak ya da benzer tarafları yok mu hiç?
Örneğin, Nietzsche‟nin „avamın intikam şekli‟ diye nitelendirdiği Sokrates‟in diyalektik yöntemi aslında Nietzsche‟nin ısrarla vurguladığı tüm değerlerin yeniden değerlendirilmesi amacına hizmet edemez mi? Çünkü Sokrates diyalektik yöntemiyle insanlara, bildiklerini sandıkları şeyleri aslında bilmediklerini göstermek ve kendisine göre doğru bilginin yolunu açmak ister. Hatta o ünlü, bütün bildiğim hiç bir şey bilmediğimdir, sözü de bu bağlamda değerlendirilmeli kanımca.28 Nietzsche‟nin de geleneksel-verili değerleri sorgulamadan kabul edenleri „sürü insanı‟ olarak nitelediğini ve bildiğini sanan, eleştirmeden inanan bu tarz insanları „çoklar‟, „pek çoklar‟, „lüzumsuzlar‟ vb. Sözlerle aşağıladığını biliyoruz. Nietzsche‟nin de insanlardan istediği, şimdiye dek inandıklarını bir tarafa bırakıp kendi değerlerini yaratmaları değil mi? Bu noktaları göz önüne aldığımızda en azından çıkış noktasında Sokrates‟le Nietzsche arasında bir ortaklık kurabiliriz gibi görünüyor.29 „sorgulanmamış bir hayat yaşanmaya değmez‟30 diyen Sokrates‟le, içinde hiç eleştiri-sorgulama bulunmayan sürü insanı yaşamını aşağı bulan Nietzsche arasında, insanı götürmek istedikleri noktalar farklı da olsa, bir benzerlikten söz edilemez mi? Sokrates insandan bir akıl ve ahlak varlığı yaratmak istemiş, Nietzsche ise insanın tüm verili değerleri eleştiri süzgecinden geçirerek kendi değerlerini yaratmasını istemiştir. Nietzsche belki de bunu sezdiği için Sokrates‟e olan saygısını biraz da utangaç bir şekilde ondan, „kendini aldatanların en akıllısı‟ şeklinde söz ederek gösteriyor.31 Sokrates, Nietzsche‟ye göre, sahici bir yaşam sürmediği, inandığı gibi yaşamadığı için bir kendini aldatandır.
Süleyman A. Örnek
NİETZSCHE‟DE YAŞAMA SORUNU
1 Friedrich Nietzsche, Putların Batışı, Ed. Ahmet Öz, Çev. Mustafa Tüzel , İstanbul, İthaki Yayınları, 2005, S.18
2 Gilles Deleuze, Nietzsche, Ed. Eylem Canaslan, Çev. İlke Karadağ, 2. Bs., İstanbul, Otonom Yayınları, 2005, S.28
3 Friedrich Nietzsche, İen Bilim, Çev. Levent Özşar, Bursa, Asa Yayınları, 2003, S.16
4 Lou Salomé, Nietzsche, Çev. Nil Erdoğan, İstanbul, Versus Yayınları, 2007, S.105
5 F. Nietzsche, Putların Batışı, S.20, S.23
6 A.E, S.20
7 A.E., S.23-24
8 Keith Ansell-Pearson, Kusursuz Nihilist, Ed. Mehmet Küçük, Çev. Cem Soydemir, İstanbul, Ayrıntı Yayınları, 1998, S.94-95
9 Allan Megill, Aşırılığın Peygamberleri: Nietzsche, Heidegger, Foucault, Derrida, Ed. Erkan Uzun-Utku Özmakas, Çev. Tuncay Birkan, 2. Bs., Ankara, Ayraç Yayınları, 2008, S.98-99
10 Friedrich Nietzsche, Güç İstenci, Ed. Derya Önder, Çev. Nilüfer Epçeli, İstanbul, Say Yayınları, 2010, S.642
11 Ioanna Kuçuradi, Nietzsche Ve İnsan, İstanbul, Yankı Yayınları, 1967, S.102 12 A.E., S.110
13 Gilles Deleuze, Nietzsche And Philosophy, New York, Continuum, 2002, S.36
14 F. Nietzsche, Putların Batışı, S.21
15 A.E., S.21
16 A.E., S.21
17 F. Nietzsche, Güç İstenci, S.291
18 Ahmet Arslan, İlkçağ Felsefe Tarihi Sofistlerden Platon’a, Ed. Sait Kızılırmak, 2 C., 2. Bs., İstanbul, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2008, S.129
19 A.E., S.129
20 I. Kuçuradi, A.G.E., S.16
21 A.E., S.16-17
22 F. Nietzsche, A.G.E., S.290
23 Fernando Savater, Nietzsche’nin İdeası, Ed. Berna Akkıyal, Çev. Saliha Nilüfer, İstanbul, İletişim Yayıncılık, 2008, S.70-71
24 F. Nietzsche, İen Bilim, S.205
25 Senail Özkan, Nietzsche Kaplan sırtında felsefe, ankara, ötüken neşriyat, 2004, s.212
26 Friedrich Nietzsche, tragedyanın doğuşu, ed. Ayça sabuncuoğlu, çev. Mustafa tüzel, istanbul, ithaki yayınları, 2005, s.98
27 Nietzsche, putların batışı, s.23
28 Ahmet Cevizci, felsefe sözlüğü, 5. Bs., istanbul, paradigma yayınları, 2002, s.295
29 ı. Kuçuradi, a.g.e., s78
30 Platon, Sokrates’in savunması, ed. Çiğdem dürüşken, istanbul, kabalcı yayınevi, 2006, s.97 31 f. Nietzsche, a.g.e., s24