Franz Kafka: “Kişiyi mutluluk öldürebilirse, benim çoktan ölmem gerekirdi!” [Milena’ya Mektuplar]

191

MilenaSaat gecenin biri, bu saatte uyumam gerekir, ama sana akşamüstü yazamadım, Max gelmişti de ondan. Çok sevindim onun gelişine… Kız yüzünden, onun verdiği üzüntüden ötürü, bugüne dek gidememiştim Max’a. Akşam sekiz buçuğa kadar kızla dolaştım Max dokuzda gelirim demişti gece, yarıma kadar da Max’la gezdik. Ne tuhaf, ona yazdığım mektuplardan oysa çok açık seçik yazdığımı sanıyordum senin sen olduğunu, senin, senin, yalnız senin sözünü ettiğimi  durmalıyım biraz – anlayamamış, adını demin öğrendi. (Adını açıkça yazmamıştım mektuplarda, karısının eline geçebilir diye çekinmiştim.) Gelelim kıza: Sana yazmasına göz yumduğum için, pek sinirli bir hava esmedi bugün. N’olurdu, göz yummasaydım yazmasına!.

Üzüldüğünü sanarak hemen şu telgrafı çektim sana: “Kız yazacak sana. Vereceğin karşılık candan, ama sert olsun – çok sert diye yazsaydım ya! sakın beni bırakma.” Ben de sinirli değildim bugün; Meran’dan bile söz ettim, hava bozulmadı, gerginleşmedi. Ama söz dönüp dolaşıp asıl konuya gelince, zangır zangır titremeye başladı kızcağız. Ne söyleyebilirdim? Hiçbir şey değişmese bile, senin var olduğunu ve senin olduğun yerde, bütün öteki şeylerin yok olduğunu anlatmaya çalıştım. Gene beni en güçsüz yerimden yakaladı, elimi kolumu bağlayan sorusunu sordu gene: “Ben hiçbir zaman ayrılamam senden, kovarsan giderim ancak… Kovuyor musun? Gideyim mi?” (Övünmek için mi yazıyorum bunları? Doğru değil yazmam, bunları sana yazmam kötü, ama ne yapayım? Seni yitiririm korkusuyla yazıyorum, Milena… Bu korkuyla daha neler yaparım, neler… Yeni bir çeşidi türedi korkunun, görüyor musun? Gene de kimi zaman şöyle düşünüyorum: Kişiyi mutluluk öldürebilirse, benim çoktan ölmem gerekirdi! Ama, ya benim gibi ölüm yargısına uğramış biri, mutluluktan ötürü kurtulabilirse ölmekten? Öyleyse yaşayacağım demektir.) “Evet, git” dedim. Hiç istifini bozmadı: “Hayır” dedi, “ayrılamam senden.” Alışık olmadığım bir gevezelikle başladı konuşmaya… Anlayamıyormuş  zavallı-hem kocanı seviyormuşsun, hem de benimle… Bu arada, senin için de ileri geri sözler etti; tokatlamak geldi içimden, tokatlamalıydım da. Ne var ki, onun da içini dökmesi gerekiyordu, hiç değilse bu kadarına boyun eğdim, konuşsun bakalım, dedim.
Gevezeliği sırasında, sana yazmak istediğini de açıkladı; ona acıdığım için, sana da sonsuz güvenim olduğundan, peki yaz, dedim. Bu yazma izni, birkaç geceni uykusuz geçirecek, biliyorum. Ama ne yapabilirdim? Bu izni koparınca, rahatladı; rahatlamış olması kuşkulandırıyor beni işte! Bak Milena, vereceğin karşılık kötü olmasın, ama sert olsun, gözünün yaşına bakmadan çok sert yazmanı dileyeceğim. Ne sersemim, neler yazıyorum sana? Gönlün nasıl dilerse öyle yaz, istediğini yaz Milena… Ne yazılması gerektiğini, herkesten iyi sen bilirsin, eminim bundan. Öyleyse neden korkuyorum? Sonsuz sikiş üzüntüler içinde kıvranan bu kız, beni kötüleyecek şeyler yazar diye mi korkuyorum? Senin benden soğumanı mı başarır? Bu kuşkum kötü… Sana karşı bir saygısızlık, biliyorum… Ama ne yapayım Milena? Yüreğimi dinleyecek yerde, korkunun sesine kulak vermişim. Hayır, hayır izin vermemeliydim yazmasına! Yarın göreceğim onu gene, ulusal bayram diye her yer kapalı; öğleden sonra dolaşalım diye yalvardı,- peki dersem bütün hafta rahat bırakacakmış beni! Sana yazmadıysa daha, vazgeçirebilirim onu belki. Ya senden bir açıklama istiyorsa, diyorum; ya senin yazacakların – sevimli bir sertlik içinde yazacakların- onu inandıracak, belki de direnmekten vazgeçirecekse? diyorum. Görüyor musun, kafam nelerle uğraşıyor şimdi de?

Franz Kafka

Kaynak: Milena’ya Mektuplar
Franz Kafka, Prag’da bir dost meclisinde tanıştığı gazeteci Milena Jesenská’dan öykülerini Çekçe’ye çevirmesini ister. Kafka ile Milena’nın yollarını kesişmesine neden olan bu dilek, bir ilişkinin başlangıcı, Milena’ya Mektuplar başlığı altında toplanan bu yazışmalarsa kısıtlı bir iletişimin tek aracı olacaktır.
Milena’ya Mektuplar eşi benzeri olmayan bir kitap, mektuplara örülmüş bir aşk romanıdır. Kafka’nın Milena’ya Nisan 1920 tarihli ilk mektubunda yağmurlu bir günden söz ederek deyiş yerindeyse bir roman tadında başlattığı bu yazışmalar, yazarın ölümünden kısa bir süre öncesine değin süregiderken, ümitsizliğin, çaresizliğin ve tıkanışın anlatımına dönüşür. Çünkü Kafka’nın da dediği üzere, “Mektup yazmak, hayaletlerin önünde soyunmak demektir, ki onlar da aç kurtlar gibi bunu bekler zaten. Yazıya dökülen öpücükler yerlerine ulaşmaz, hayaletler yolda içip bitirir onları.”

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz