Cinsellik, burjuvaziyi diğer her şeyden çok daha fazla kaygılandırmış ve meşgul etmiş olan, bakım istemiş ve elde etmiş olan, bir korku, merak, tat alma ve ateş karışımıyla bizzat burjuvazi tarafından geliştirilen bir öğedir. [Michel Foucault, Cinselliğin Tarihi]
Foucault’yu Unutmak
Arzunun başkalarında sahip olduğu anlama Foucault’daki iktidar sözcüğü sahiptir. İktidar hep var olmuştur ve bir tür ağ’a benzemektedir. Sökülüp atılması olanaksız bir köktür. İktidar sonsuza dek sürüp gidecek bir bağlantı, bir ilişki biçimidir. İşte bu yüzden Foucault’nun arzuya ihtiyacı yoktur. Arzunun yerini başka bir şey almıştır (buna karşılık “schizo” ve libido kuramlarında –her yanı sarmış olan benzer bir içkinlik, benzer bir olumlu tavır, benzer koşullanmaların oluşturmuş olduğu bir ortamda- arzu ya da ona benzeyen herhangi bir şeyin çarpıtılmış bir iktidar biçimi anlamına gelip gelmediklerini sorgulamak gerekmektedir. Belki de bir kuramdan diğerine sonu gelmeyen bir spekülasyon oyunu içinde arzuyla, iktidarın sürekli olarak yer değiştirip değiştirmedikleri sorusunu sormak daha iyi olacaktır).
“Düzenlenme biçimleri” (bu onların sevdiği bir terimdir) açısından ele alındıklarında hiç kuşkusuz bunları eşsüremli (synchrone), eşsüreli (isochrone) ikiz ya da tıpkısının aynısı, aynı yolu izleyen kuramlar olarak nitelendirebilmek mümkündür – zaten bu yüzden kolayca yer değiştirilebilmektedirler (bakınız Deleuze’ün Critique Dergisi, Aralık 1975’te Foucault üzerine yazmış olduğu yazı). İşte bu yüzden tüm alt- ürünlerin üretimine geçebilmektedirler –bu alt-ürünler: “iktidarın verdiği haz”, “kapital arzusu”, vs. –ki bunlar bir önceki kuşağın üretmiş oldukları alt-ürünlere denk düşen karşılıklardır -“devrim arzusu”, “iktidarda olmanın verdiği haz”, vs. – çünkü o Reich’çı ve Freudo-Marksist günlerde arzu ve iktidar birbirlerine karşıt göstergelerdi. Günümüzdeyse mikro (iktidar) arzusuyla, (arzunun) mikro-politikası, libidonun derinlikleri üzerine oluşturulmuş kombinezonların içinde kesinlikle birbirlerine karışmaktadırlar. Minyatürleştirme işlemine başvurduğunuzda bu karışma kendiliğinden gerçekleşmektedir. Foucault’nun oluşturduğu sarmalda:
İktidar/bilgi/haz vardır (çünkü iktidar/bilgi/arzu demekten çekinmektedir. Oysa söz konusu olan şey doğrudan arzuyla, arzu kuramının bizzat kendisidir). Bu moleküler örgü, gelecekte kendisiyle karşılaşacağı apaçık bir şekilde belli olan bu histeriyi bütün ayrıntılarıyla sunmaktadır. Foucault da bu örgünün bir parçasıdır. Çünkü o da aynen arzununkine benzeyen bir iktidar düzenlemesinin yerli yerine oturtulmasına katkıda bulunacaktır. Tıpkı Deleuze’ün geleceğin iktidar düzenlerine ait bir arzu kavramını yerli yerine oturtmuş olması gibi. Oysa böyle bir suç ortaklığı kendisinden kuşku duyulmasına neden olabilecek kadar güzel bir suç ortaklığıdır. Ne ki bu suç ortaklığı nişanlı bir çiftin masum suç ortaklığına benzemektedir. İktidar arzuya yanaşıyorsa ya da arzu iktidara yanaşıyorsa, bu durumda, ikisini birden defterden silmekte yarar var. Baskı altında tutma (refoulement) varsayımına radikal bir şekilde karşı çıkmaya evet ama bunun basit bir tanımlama üzerine oturtulmaması koşuluyla.
Oysa Foucault’nun reddettiği tanım işte bu sonuncusudur yani bütün enerjilerin maddi üretime doğru yönlendirilebilmesi için baskı altına alınması gereken bir cinsellikten söz etmektedir. Bu noktadan hareketle proletaryanın baskı altına alınması gereken ilk sınıf olacağını söylemek çok kolay bir çözüm yoludur –oysa tarih, baskı denilen şeyin önce ayrıcalıklı sınıflar üzerinde denenmiş olduğunu göstermektedir.
Sonuç: baskı altında tutma varsayımı ayakta duramamaktadır. Çünkü ilginç olan diğer varsayımdır. Bu varsayım, bu arada cinselliğin kapsadığı tüm alanları da içine alarak, baskı altında tutma olayını manifaktür aşamasından çok daha eski tarihlere götüren bir varsayımdır. Üretim güçlerinin, enerjilerin ve cinsellik üzerine konuşmanın özgürleştirilmesi. Giderek güçlenen ve farklılaşan bir toplumsallaştırma konusunda verilen benzer bir mücadeleyle, ulaşılan benzer bir sonuç. Bu varsayım en uç noktasına kadar götürüldüğündeyse, bu baskı altında tutmanın asla, cinselliğin herhangi bir şeyin yararına baskı altına alınmış biçimi olmadığını; buna karşın cinselliğin üzerine yıkılan bir baskı altında tutma olayının varlığına tanık olunduğunu söylemek daha doğru olacaktır –söylevlerin, bedenlerin, enerjilerin, kurumların cinsellik aracılığıyla “özgür cinsel söylev” adına bir çember içine alınması. Sonuç olarak baskı altında tutulan cinsellik, cinsellik aracılığıyla bir baskı altında tutmayı gizlemekten başka bir işe yaramamaktadır. Çalışmadan cinselliğe giden bir yolu izleyen üretim kademeleri bu işi ancak bir yön değişikliği sayesinde gerçekleştirebilmişlerdir. Politik ekonomiden, libidinal ekonomiye giden yol (1968’e ait en son bulgu) bu yönlendirme sonucunda vahşi ve arkaik bir toplumsallaştırma modelinden (çalışma düzeni), daha ayrıntılı, daha esnek ve aynı zamanda daha “psişik” ve bedenle daha yakından ilgilenen (cinsel ve libidinal) bir toplumsallaştırma modeline doğru olmuştur. Emek gücüne içgüdüsel bir biçim ve renk kazandırmayla, bir temsil etme (o ünlü “ideoloji”) sisteminden, duygular üzerinde oynayan bir modele doğru kaydırma eylemi –cinsellik burada kategorik bir toplumsal zorunluğun bir tür çarpıtılmış biçimi gibi bir şeydir. Bir söylevden diğerine atladığınız zaman (çünkü söz konusu olan şey gerçekten de bir söylevdir) sözcüğün kesin anlamında aşırı üretici olma ültimatomuyla karşılaşıyorsunuz. Oysa “üretimin” (production) ilk anlamı maddi bir edimle ilgili olanı değil görünür kılma, ortaya çıkarma, belli bir sürecin sonunda ortaya çıkma yani: producere (belgeleme)dir. Her nedense cinsellik de bir belge üretilir gibi üretilmektedir. Cinsellik bir oyuncunun sahnede görünmesine (yani bir düşünce ürünü olan bir oyunun belgelenmesine –çn) (produire sur scéne) benzer bir şekilde ortaya çıkmaktadır. Üretmek ise bir başka alana yani sırla, ayartma gibi alanlara ait olanın zorla somutlaştırılması (maddi bir görünüm kazanması)dır. Çünkü ayartma her zaman ve her yerde production (üretim) denilen şeye karşı çıkmıştır. İster bir nesne, ister bir sayı, isterse bir kavram rolünü oynasın amacı apaçık bir şekilde üretimin tam tersini gerçekleştirmek olan ayartma somut ve görünür nesneler evrenine ait bir şeylerin eriyip gitmesine neden olmaktadır. Pornografinin içinde yer alan cinselliğin sahip olduğu anlam ya da daha genelinde bizim kültürümüzün pornografinin doğal bir önkoşulu gibi algılanmasını amaçladığı “müstehcenliğin” gerçeklik, görünürlük ya da etkinlik katsayısının ister üretilmiş isterse apaçık bir şekilde görünüyor olması ya da her şeyin güç ilişkileri, kavram sistemleri ve sayısal üretim tahminleriyle açıklanıyor olması ya da yine her şeyin daha önceden söylenmiş, tasarruf edilmiş, tasnif edilmiş ve kayda geçirilmiş olması gibi, sonuç olarak bizim kültürümüzün de bir “üretim” canavarlığı, bir gösterme ve gösteri kültürü olduğu söylenebilir (Foucault’da işte bu biçimlerden sadece biri olan “itiraf”ın çözümlemesini çok güzel bir şekilde yapmaktadır). Bu kültürde ayartma diye bir şey yoktur –(ne de porno’da) çünkü porno cinsel ilişkiye ait olan eylemlerin bir anlığına üretilmesinden, zevkin vahşi bir şekilde güncelleştirilmesinden başka bir şey olmadığı gibi, kesinlikle cinselliğin gerçekliğinden başka bir şeyi amaçlamayan bakışların dikkatle izledikleri bu çıplak bedenlerde ayartmanın zerresiyle bile karşılaşılmamaktadır -nesneler, makinalar, cinsel ilişkiler ya da gayri safi milli hasıla gibi somut bir şekilde ortaya çıkartılabilen ya da sayısal hale gelebilen bir olaylar silsilesi içinde tüm güçlerin (gerçeklik) saydamlık ilkesi tarafından yönlendirildiği bir üretim evreninde ayartma diye bir şey yoktur. Çok zorlandığı zaman pornografi, cinselliğin paradoksallaştığı bir sınır çizgisine yani gerçeğe uygunluk katsayısının çok abartıldığı, manyakça bir gerçeklik saplantısının bulunduğu bir şeye dönüşmektedir –hem etimolojik anlamda hem de sahip olduğu tim diğer anlamlarda “müstehcen” işte budur. Oysa bizzat cinselliğin kendisi bir zorlama sonucunda ortaya çıkmamış mıdır? Zaten cinselliğin ortaya çıkışı Batı gerçekçiliğine uygun bir olgu değil midir? Cinsellik her şeyi bir araç ve bir kuruma dönüştüren bizim kültürümüze özgü bir saplantı değil midir?
Diğer kültürlerde dini, ekonomik, politik, hukuki hatta toplumsal ve diğer sınıflandırılmış
(gruplandırılmış) fantazmagorileri birbirlerinden ayırmaya çalışmak saçma bir şeydir çünkü onlarda böyle bir sınıflandırma (ya da gruplandırma) yoktur. Üstelik bütün bu kavramlar onların bakış açısından birer zührevi hastalık gibidirler. Biz ise onları daha iyi “anlayabilmek” adına bu zührevi hastalıkları onlara da bulaştırmaya çalışıyoruz.
İşte bu yüzden cinselliği tüm diğer alanların kendisine indirgenebileceği ancak kendisinin indirgenebilmesi mümkün olmayan bir veri ya da bir özerkleştirme örneği olarak sunmaya kalkışmak saçma bir girişimdir. Cinsel Aklın bir eleştirisi ya da Nietzsche’nin dile getirmiş olduğu şekliyle, Ahlak’ın soy ağacına benzer bir Cinsel Aklın soy ağacı gibi bir şeyin çıkartılması gerekmektedir –çünkü bizim yeni ahlak anlayışımız budur. Ölüm konusunda da yineleyebilmek mümkün: “Cinsellik, bilincin kısa bir süre önce edinmiş olduğu bir alışkanlıktır”. Cinsel ilişkinin kendi başına bir anlama sahip olmadığı, cinselliğin özgürleştirilmesi gereken bir enerji, bir zorla boşalma ya da her ne pahasına olursa olsun bir üretim, bedenle ilgili olarak yapılan bir sağlık muhasebesinin aşırı ciddiye alınmış bir biçimi gibi algılanmadığı diğer kültürleri ya hiç anlamıyoruz ya da onlarla çok az uyuşabiliyoruz. Bu kültürlerde ayartma ve duygusallık hala uzun bir süreç olarak varlıklarını sürdürmektedirler. Bu kültürlerde cinsellik diğerleri gibi bir hizmet, uzun süren bir armağanlar ve karşı- armağanlar (şeklinde cereyan eden bir) yöntem(i)dir. Bu kültürlerde aşk eylemi kendisinden kaçınılması olanaksız bir ritüele göre karşılıklı olarak (birlikte) söylenen bir şarkının olası bir nihai sonucudur. Bütün bunların bizim için artık bir anlamı kalmamıştır –bizim için cinsellik kesinlikle bir arzunun, zevke dönüştürülmesi olayıdır- gerisi bizim için “hikâye”den ibarettir. Kendisi de enerji yüklü olan bir tözün somutlaşmasından başka bir şey olmayan orgastik (orgazm özellikleri taşıyan) işlev konusunda olağanüstü bir görüş birliği sağlanmıştır. Bizim kültürümüz bir erken boşalma kültürüdür. Büyük ölçüde “ritüelleşmiş” bir süreç olan ayartmanın, giderek her türlü ayartma biçiminin doğallaştırılmış bir cinsellik zorunluğuyla, bir arzunun bir anlığına zorunlu olarak gerçekleştirilme eylemi karşısında her geçen gün giderek gerilediği görülmektedir. Çekim (cazibe) merkezimiz gerçekten de bilinçaltı ve libidinal ekonomiden yana kaymış durumda. Böyle bir ekonomideyse, içgüdüsel duyguların yanı sıra salt ve yalın bir mekanikleşmeyle birlikte, özellikle bir baskı altında tutma ve özgürleştirilme düşüncesine mahkûm edilerek temelinden doğallaştırılmış bir arzudan başka bir şeye yaşam hakkı tanınmamaktadır. Bundan böyle artık: “Sahip olduğun ruhu kurtarmaya bak” değil “Cinsel bir organa sahip olduğuna göre bundan iyi yararlanmaya bak” “Bir bedene sahipsin, onu zevk alma amacıyla kullanmayı öğren” “Bir libidon olduğuna göre, bu enerjiyi nasıl harcayacağını öğrenmen gerekiyor”, vs., vs. diyeceğiz. Bu hızlandırılmış dolanım düzeninde, rahat rahat harcanabilecek kadar bol miktarda ruhsal, cinsel ve bedensel’e sahip olma zorunluğu gerçekte ticari değeri belirleyen zorunluğun tam bir karşılığıdır. Yerinde duramayan kıpır kıpır bir kapitali kendine çekebilen bir merkez ya da sabit bir noktanın bulunmaması; yatırım ve yeniden yatırım zincirlerinin dur durak bilmemelerine ve sonuç olarak değerin ışınlarını aralıksız olarak dört bir yana yaymalarına neden olmaktadır –günümüzde değer işte bu şekilde bir kapitale dönüşmektedir. Bu kapitalin biçimidir. Cinselliğe gelince, cinselliğin gündemini belirleyen şey ya da cinsellik modeli denilen şey kapital düzeyinde karşılaşılan biçimin beden düzeyinde ortaya çıkan görünümüdür. Zaten kendisine hiç durmadan gönderme yapılan şu beden cinsel ve üretici modelden başkasına sahip değildir. Aynı anda hem iş gücüne ait enerji yüklü bir varlık olarak bedeni, hem de günümüzde kendisine bir arzuyla, bir bilinçaltının yüklenmiş olduğu, psişik enerjiyle, içgüdülere ait bir sığınak olmanın yanı sıra; ilkel süreçlerin yiyip bitirdiği şu içgüdülerin yönlendirdiği bir varlık olarak bedeni yaratan kapital –önce ilkel bir süreç olarak varlığını sürdüren sonra da bir anti-corps (beden düşmanın)a dönüşmüş olan beden sahip olduğumuz son devrimci gönderenler sistemidir. Baskı altında tutuldukları bir sırada aynı anda ortaya çıkmış olan kapitalle, cinselliğin birbirlerinin karşıtı kavramlar gibi algılanmalarının nedeniyse yine baskı altında tutulmuş olmalarıdır.
Enerjileri denetim altında bulunan üretici bedenlere karşılık; bedenlerin gizemi içinde daha önceden özgür bırakılmış bir “libidinal” enerjiyi yeniden keşfetmek.
Bedenle ilgili fantazmatik ve içgüdüsel bir hakikatin arzudan kaynaklandığını yeniden keşfetmek. Oysa bütün bunlar kapitalin ruhsal metaforunu keşfetmekten başka bir anlama sahip olamaz.
Kapitalin psişik metaforu ve politik ekonomiye ait bir çöp yığınından ibaret olan arzuyla, bilinçaltı arasında hiçbir fark yoktur. Cinsellik hukuku ise özel mülkiyetin inanılmaz bir uzantısı olarak herkese bir kapital (kendisininkini –çn) yönetme sorumluluğunu yükleyebilmek için ideal bir araçtır. Bireysel özgürlük adına bu herkesin kendi kendisinden sorumlu olduğu psişik, libidinal, cinsel ve bilinçsiz bir kapitaldir. (Kendisine rağmen) Foucault’nun bize iletmiş olduğu mesaj işte budur.
Jean Baudrillard
Foucault’yu Unutmak
Çeviren: Oğuz Adanır