Cevher Özden, Kadıköy Belediye Başkanı Hızlan. Yenilgi halinde sporcu döven, otobüs taşlayan seyirci biraz da bu yüzlerin karşılığı değil mi? Bir de sözgelimi Galatasaray’daki Ali Uras’ı, Beşiktaş’taki Süleyman Seba’yı düşünelim. Çok anlamlı bir ayrım var başkanlar arasında.
Sönmüş gibi görünen yüzünün külleri arasında gözleri iki telaşsız kor. Biri canlı ve apaçık, kıvılcım günlerini unutmamış; öbürü kapanmaya yüz tutan gözkapakları arasında sevinçsiz ve ışıksız.
Çılgınlığı o sevinçsizlikten mi doğuyor Bayülken’in?
Şambaba demişler, “şekli şemail”inden ötürü. Şimdilerde, sözcüğün her iki anlamını kullanarak, “baba” diyenler de var. Kart papaz da diyorlar. Horoz da, melun ihtiyar da.
Aslında bunların hepsidir Semih Bayülken.
1952’de Fenerbahçe Kulübü içinde kurulan Kadıköy Grubu’nun üyesi, daha sonra da fiili başkanı oldu. Bir yolunu bulup vaktiyle kulübe kaydettirdiği 150 kadar üye onun her dediğini yapar. Düzenli olarak ve eksiksiz biçimde bütün kongrelere katılan bu 150 kişi sayesinde Bayülken’in kazanamayacağı kongre yoktur.
Kadıköy Grubu’nun başlangıçtaki “nüfuzlu başkan” politikası, 1970’li yıllarda, Semih Bayülken’in çabalarıyla “paralı başkan” politikasına dönüştü. Başkan paralı olmalı, kulübün borçlarını kapatmalı, giderlerini üstlenmelidir. Ayrıca, söylentiye göre, başkan adayının, Semih Bayülken ve o 150 üyenin ufak tefek gereksinimlerini de (ziyafetler, kişisel bazı ufak sorunlarının çözülmesi, diş kirası, ödentiler) karşılamaya hazır olduğunu belirtmesi gerekir.
Paralı başkanlar da öyle yüzde yüz amatör ruhlu kişiler değiller elbet. Onların da, kendi koşulları içinde parasal ya da para ötesi küçük, orta ve büyük gereksinimleri olacaktır. Bayülken, Fenerbahçe yönetiminde ayrıca bu iki tür gereksinimi de uyumlu ve kendisi için elverişli bir noktada yan yana tutmayı bilir. Bazı olaylara ses çıkarmaz.
Dengede en ufak bir oynama halinde paralı başkan, paralı asker durumuna düşer. Saygınlığını yitirir. Zaten Bayülken, onun başkanlığa gelmesinden hemen sonra belirsiz biçimde muhalefet cephesini açmıştır.
Semih Bayülken’in kolay çözüm merakı Fenerbahçe’yi, kolay, yani hızlı, yani sürekli bunalımlara götürdü. Paralı başkan yöntemi, kulübün yeterince kurumlaşmasını önledi; yönetim-sporcu-seyirci üçgeninin üç öğesinde de tehlikeli bir kararsızlık duygusu yarattı. Son yıllardaki Fenerbahçe kulüp başkanlarının yüzlerine bakalım: Emin Cankurtaran, Ali Şen, Tahsin Kaya… Yeni başkan adaylarını düşünelim: Cevher Özden, Kadıköy Belediye Başkanı Hızlan. Yenilgi halinde sporcu döven, otobüs taşlayan seyirci biraz da bu yüzlerin karşılığı değil mi? Bir de sözgelimi Galatasaray’daki Ali Uras’ı, Beşiktaş’taki Süleyman Seba’yı düşünelim. Çok anlamlı bir ayrım var başkanlar arasında.
Fenerbahçe’deki bunalım kendisinden doğmuyor. Her şey eskisi gibi bu kulüpte. Bunalım öbür kulüplerin yeni durumlarından doğuyor. Çünkü Galatasaray ve Beşiktaş daha da sağlam bir yönetim yapısı içindeler bugün. Fenerliler hep onlara bakıyorlar.
Bu kaygıyla, daha çok eski milli futbolculardan oluşan bir bölük özfenerbahçeli, bir dernek kurdular. Yeni bir baskı grubu yaratmak istediler. Öte yandan, kendini FB içinde “kontrgerilla” olarak ilan eden ANAP Milletvekili Orhan Ergüder, Semih Bayülken’e karşı açık ve örgütlü saldırıya geçti. Nedir ki, bu yeni odakların 34 yıllık Bayülken egemenliğini o saat alaşağı etmeleri oldukça zor.
Sevinçsizdir, ama çılgınca sevinçsiz. Evinde kıs kıs güler.
Şambaba’nın gücü nereden geliyor? Yalnız o 150 kişiden mi?
Gücü biraz da rakiplerinin ya da Fenerbahçe camiasındaki herkesin güçsüzlüğünden kaynaklanmakta. Eski Fenerliler, öbür üyeler, kulübe pek uğramazlar; kongre öncesi çalışmalar onları ancak zaman zaman ilgilendirir. Oysa Bayülken işine büyük bir hırsla sarılmıştır. Kulübün her an içindedir; gününü Sosyal Tesisler’de ve Kürek Lokali’nde geçirir. Çevresinde küçük iyilikler dağıtır; amatör sporcuları yüreklendirir; her an onların yanı başındadır. Başkanı ve yönetim kurulu üyelerini birçok sorundan koparmayı bilmiştir. Atletti, kürekçiydi, boksördü, masatenisçisiydi, tek tek tanır onları. Onların sorunlarıyla, yiyip içtikleriyle uğraşmayı tekeline almıştır. Böyle konularda başkanı, yönetim kurulu üyelerini ve akla gelebilecek başka ilgilileri, uzakta, dayanıksız, kırılgan, tembel durumda tutar.
Sevinçsiz demiştim demin. O kadar da değil canım. Zafer sevincini, bedelini başkalarına (yeni başkalarına) ödeterek, parıltılı şölenlerle kutlar. Bayülken’in bir de küfretme sevinci vardır ki üstünüze bir gökkuşağı geliyor sanırsınız. Küfür edebiyatını bütün ayrımlarıyla bilir. Kendisinin de büyük katkıları olmuştur bu edebiyata. Şambaba tatlısı nasıl yassıdır, bol şekerli maddeyle nasıl daha da yassılmak ister; Bayülken’in yüzü ve beden görünümü de öyledir işte; küfrün tadıyla kırılmış ve artık dik duramamanın güzelliğini (Öyle bir güzellik de var; neden olmasın?) yaşamaya başlamış bir adam karşısındayızdır.
Bayülken’in gücünde iyi niyetin, haklılığın da büyük payı var. Öyle olmasaydı 34 yıl dorukta kalmazdı. Yine de, değişen koşullar içinde, o iyi niyet ve haklılık görünmez olmaya başlamış bugün. Bayülken kimi zaman onları kötüye mi kullandı? Özellikle paralı başkan konusunda kendisi istemese de öyle bir sonuç mu çıktı ortaya? Bunu anlamış olacak ki, “Kulübü ancak ben kurtarırım” diye ortaya çıkan Kastelli’ye şu yanıtı verebiliyor bugün: “Senin paran haram para; istemiyorum seni!”
Biraz da güçlü olmasına alışıldığı, güçlü sayıldığı için güçlü.
Herkese ad takan biri olarak düşünüyorum Şambaba’yı. Bana sorarsanız, Tahsin Kaya’ya “Kereste müdürü” diyen odur. Orhan Ergüder için “At hırsızı” lafını da o çıkarmıştır.
By-pass’ını paşa paşa gerçekleştirdi.
Zamanla başkanların hemen hepsi unutulacak, belleklerde o kalacak.
Demek ki gerçek başkan o. Öbürleri, para müdürleri.
22 Kasım 1987
Cemal Süreya – 99 Yüz