“Sende Beşiktaşlı tipi var…”
Tüh ulan, yakalandık iyi mi? Yine…
Tanıyanlar bilir, ağzımda bakla ıslanmaz. Öyle gizli örgüt üyesi falan olamam. Biraz içki ve kıyak bir manita eşliğinde her şeyi okurum. Ve fakat benden, olmadığım bir figür yaratma heveslileri, “çok şahane bi’ delikanlı” olduğumu, tek kusurumun, Fenerbahçe’ye olan tutkum olduğunu söyler. Yekten söyleyeyim; “Bana içine giremeyeceğim elbise dikmeyin…”
Koşullar hep çok elverişliydi aslında. Dayım; Metin, Ali, Feyyaz ve Gökhan’la beraber, Beşiktaş altyapısının en güzide topçularındandı. Şeref Stadı’nda antrenman seyretmişliğim, soyunma odasında, tüm takımın pipilerini görmüşlüğüm var. “Atom Karınca Rıza” ile Eyüpspor maçları da seyrettik; evde, dayımın bana kocaman gelen formalarını giyip Beşiktaş maçlarının canlandırmasını da yaptım. Üniversiteyi Beşiktaş’ta okudum. Beşiktaş Köyiçi’nden, Ortaköy’den çok arkadaşım oldu. Cem Yakışkan’ın dükkânı Esperi’de sarhoş oldum, Çarşılı delikanlılar taşıdı küfemi. Serpil Hamdi Tüzün, hâlâ ilah gibi bir şey benim için. Bilic’i çok severdim, Sanlı’nın resimli kitabını elimden düşürmezdim. Falan filan… Hepsinden baskın biri vardı tabii hayatımda… Babam…
Gerçekten, ilk gittiğin maç, senin tercihini belirliyor. Babam, elinden geldiğince Fenerbahçeli yapmak için uğraştı benimle. Maçlara götürdü, Tokmaktepe’de oynadığımız bire birlerde, efsane Sasu’yu anlattı, sol ayağımı kuvvetlendirdi bu yüzden. Didi’den bahsetti uzun uzun. Harrington Kupasını’nın hikâyesini okuttu, Atatürk’ün Fenerbahçeli olduğundan emindi. Üstelik Cemil Turan da anne tarafından uzak akraba. Şartlar oluşmuş, tercihim şüphesiz belliydi. Fenerbahçeli ve gururluydum. Rausch’lu bir sene küme düşmekten kurtulduk. Birkaç sene “acıların takımı” olduk, önüne gelen dörtledi. Sevmediğim birileri başkanlık yaptı kulübe bir ara, sevdiğim başkanın başına “3 Temmuz” çorabı örüldü. Hep sıktım dişimi. En kötü zamanda bile, tribünde karton şapka satmaya devam ettim. En acayip günlerde bile, İslam Çupi’nin yazısını okumadan güne başlamadım.
Yıllar sonra, babama bir yaş günü hediyesi vermek istedim. Araya tanıdıklar koyarak türlü numaralar çevirdim ve Şükrü Saraçoğlu’na, Fenerbahçe maçına götürdüm. Locada keyfimiz gıcırdı. Çayını, yemeğini, dostları, hele yönetimdekileri eksik etmedim. Güzel bir galibiyet aldık, her golde birbirimize acayip sarıldık. Maç bittikten sonra eve, Eyüp’e bıraktık babamı. Kapıya geldiğimizde, ıssız bir an buldu, sadece ikimize ait. Kocaman kucakladı beni. “Seninle gurur duyuyorum oğlum,” dedi. Gözleri ışıl ısıldı. Bu ânı var ettiği için, o Tanrı’ya, ben Fenerbahçe’ye şükrediyordum.
En son 30 yıl önce, yine beraber gitmiştik Fenerbahçe maçına, Kadıköy’e. Ben, yanlışlıkla Orduspor tribününe geçmiştim. Babam, bir süper kahraman gibi beni çekip çıkarmıştı oradan. İşte, ben de aynı parıltılı gözlerle, onunla ne kadar gurur duyduğumu söylemiştim.
“Tek Sevgilim Fenerbahçe” pankartı yazmışlığım var. Stattan atılmışlığım, dayak yemişliğim var. Hiçbir zaman “sert” biri olmadım, yanlış anlaşılmasın. Ama hayatımdaki en tartışılmaz şey Fenerbahçe. Üstadın dediği gibi galiba: “Darağacında olsak bile, son sözümüz Fenerbahçe…”
Nejat İşler
Gerçek Hesap Bu