Fantezi ve Anı: Sigmund Freud’a göre Düşüncelerin Etiyolojik Rolü – Jerome Neu

374

“Histerikler temelde anılardan mustariptir.” (1895d, 7) Bu eski formûlasyon, Freud’un psikanalitik düşüncesiyle büyük ölçüde geliştiyse de, merkezi nitelikli iki unsuru barındırır. Psikolojik rahatsızlığın bir kaynağını düşüncelere yerleştirir ve histeriği geçmişinin kurbanı gözüyle tedavi eder. Histerik bireysel tarihinin bir mahkûmu, bir tutuklusudur. Bu düstur geçmişi düşünceler, bilhassa geçmişle ilgili düşünceler yani anılar aracılığıyla sahneye taşır. Geçmişimizin bugünkü tutumumuzu aldatıcı şekillerde etkileyebilmesi önemli bir içgörüdür, öyle ki bu yollardan biri düşünceler aracılığıyla daha önemli bir içgörüyü bile kanıtlar. Bu hususlar etrafında bir sorular salkımı ortaya çıkar. Freud’un bahsettiği hususlarda davranışımızı etkileyen, gerçekte geçmişimiz mi yoksa (daha iyisi) güncel geçmişimiz mi? Gerçeklik ile fantezinin nedensel tesiri nasıl ayrılır? Etkileri “nedensel” midir? “Anı” nasıl ve niçin aracı olarak ortaya çıkar? Gerçeğin anısı, fantezinin anısı ve anının fantezisi nasıl ayrılır? Bu ayrımlardan herhangi biri bireyin tutsaklığına ve onu aşma olasılıklarına etki eder mi? Bu makalede bu soruları cevaplamak yönünde ilk adımı atacağım.

Hipnoz, Tedavi ve Düşüncelerin Rolü

Psikanalizin başlangıcında, “analitik” terapinin olabileceği inancını f a n t e z i v e a n i sağlayan nedir? Niçin “analiz”, “anlama”, “yorumlama” ve “içgörü” te davide işe yarıyor olsun? Cevabın bir kısmı belli rahatsızlıkların psikoloji temelli olduğu inancında bulunur. Sorunların ardında düşünceler yatıyorsa, bu durumda düşünceleri aydınlatmak bu sorunları çözmeye yardım edebilir. Buradaki bağlantılar gerçekte fazlasıyla kompleks yapıdadır ve sözkonusu düşüncelerin karakteri ziyadesiyle açıktır, ancak şu soruyla başlayabiliriz: Niçin düşüncelere belli rahatsızlıkların ortaya çıkmasında bir rol atfedilsin, niçin histeri bilhassa idiojenik kabul edilsin?

Studies on Hysteria’da (Freud & Breuer 1895d) sunulan teoriye göre, ilgili deneyim, kurban elverişli durumda, “hypnoid” durumunda olduğunda gerçekleştiğinden ya da deneyim öznenin özeleştirisiyle “uyumsuz” olduğundan, boşalmamış etki histerik semptomlara neden olur. Aşırı “etki” (psişik enerji) boşalmalıdır. “İstikrar ilkesine” göre: Zihin aygıtı mevcut coşkunluk tutarını olabildiğince düşük seviyede ya da en azından sabit tutmaya çabalar. (Freud 1920g, 8:9; Krş. 1940d, 1: 153-54) Etki deneyimlenmiş olgulardan meydana gelir ve deneyimin, etkinin istikrar ilkesinin gerektirdiği gibi boşalamayacak kadar ıravmatik olduğu yerde patolojik sonuçlara neden olabilir. Neyin “travmaıik” (basitçe güç ve coşkunluk değil) bir deneyime ve özellikle de “uyumsuz fikirler” kavramını incelemem gerekecek. Bu noktada anlaşılması gereken, (kendisinden etkinin doğduğu) güncel bir eylemin süregelen anısı, başka deyişle histeriye sebep olan nedendir.

Charcot’nun histerik semptomları ortadan kaldırmak için hipnozu kullanması, terapatik önem taşıyordu, ancak daha da önem arz eden, belki de, yine Charcot’nun, normal insanlarda da bu semptomları başlatabilmek için hipnozun kullanabileceğini keşfetmiş olmasıdır. Tedavilerin hislerinin doğasıyla ilgili ortaya hiçbir şey koymadığı, zira hipnozun harekele geçen nedenleri ortadan kaldırmaktansa çatışan unsurları tanıttığı (ve dolayısıyla semptomları dindirdiği) iddia edilebilir. (Ülserlerin fiziksel tedavisi de, ülserlerin esasta salt organik olduğunu kabul etmez.) Öte yandan histerik semptomların hipnozla ortaya konması, fikirlerin (düşüncelerin) zihinsel rahatsızlığın oluşumunda rol oynayabildiği yönünde ikna edici bir kanıt sunar.

Charcol’nun histeri kanıtlarının sahte olduğu yönünde itiraz sesi yükselebilir. (Szasz 1961, 32-34) Ancak bu itirazlar Charcot’nun kâşifi olduğu kabul edilen büyük epilepıoid histerilerine uygulanabilir; Charcot’nun kanıtları ne gösterirse göstersin, histerik semptomların hipnoz altında ikiye katlandığı açıktır. Bu iddiayla ilgili iki sorun vardır. Birincisi bir semptomu “histerik” kılan nedir? Hangi değerlendirme bir davranışı, hipnoz etkisiyle “histerik semptomlardan” sayabilir.

Freud’un teorisine göre bir semptoma “histerik” demek, onun idiojenik olduğunu kabullenmek demektir. Ancak.etiyûlojık yükleme ve daha sonra böyle bir açıklamada karşımıza çıkan, devamındaki döngüsellik bu erken dönemde belirmez. Benzer bir değerlendirme, hipnoz etkisiyle bir davranışı histerik olduğu kadar doğal olarak meydana gelen bir davranış kılmayla ilgili olarak da yapılabilir. (Her iki durumda da gözlemlenebilir davranışın karakterine ve muhtemelen organik rahatsızlık yokluğuna bakılır.) Ayrıca davranışın “histerik” (ya da “nevrotik”) olarak nitelendirilmesinin belli bir açıklama tipinin -yani “fizyolojik” değil de “psikolojik” açıklamanın- geçerli olduğu yönündeki inanışa dayandığını kaydetmek de önemlidir. Gerçekten de belli bir davranış yalnızca nedeni ve açıklamasıyla ilgili belli inanışlar bağlamında bir “semptom” sayılacaktır. Bu yüzden “olgular” kuram yüklüdür. Böyle, doğal olarak açıklanabilir olan histerik nitelikli davranışlar bütünü yoktur. Freud bir keresinde belli türde (nesnel) histerik semptomlar olduğuna inanmıştır

(Freud 1888-8978vd; Krş. Andersson 1962, 3. Böl.). Bu bizi hipnozla histeriye indirgeme durumundan fikirlerin rolüne doğru uzanan harekete dair ikinci güçlüge taşır. Hipnoz mekanizmasının kendinde somatik mi (Charcot) yoksa psişik mi (Bemheim ve “telkin” okulu) yani fizyolojik değişikliklerin sonucu mu yoksa fikirlerin bir etkisi mi olduğu yönünde bir tartışma çıkmıştır. Freud histerinin nesnel semptomaıolojisine ilişkin inancından ölürü, doğrudan telkine karşı çıkararak şöyle der: “Bu, histerik belirtiler mekanizmasının psişik olduğuna getirilmiş bir itiraz değildir ancak fizikçinin alanına giren telkin mekanizması da değildir.” (1888-89, 79) Freud hipnozla ilgili olarak “telkinin” bir biçimine iltimas göstermeyi sürdürmüştür (1889a, 97-98, 101) ve neticede bir cinsel hipnoz teorisi sunmuştur. (1905d, 150n.; 1921c, 127-28) Bakış açımızdaki temel husus, mekanizma ne olursa olsun, fikirlerdeki içeriğin hipnoz sürecinde bir rol üstlendiği üzerinedir.

Freud ve Breuer’in “Preliminary Communication” adlı eserlerinde odaklandıkları fikirler ısrarcı anılardır. “İsrar” önemlidir, zira semptomları doğrudan ıravmatik bir olaya atfetmenin, anıya ya da düşüncelere bağlamaktan başka gerekçesi olamaz. İkisi de. “psişik travmanın -ya da daha özelde travma anısının-” sadece semptomu salan ve yoluna devam eden temsilci provakatörden ziyade, “başlangıcından sonra çalışmaya devam eden bir temsilci olarak değerlendirilmesi gereken yabancı bir yapı gibi hareket ettiği” konusunda ısrarcıdır (1895d, 6). Bahsi geçen kanıt ise “tedavi” kanındır (örneğin semptomların ortadan kalkması). Histeri tedavisinde (Breuer’i izleyen) Freud hipnozu, ilk kullanımdan “başka bir anlama” taşır ve doğrudan semptomların ortadan kalktığı iddiası dışında, hipnozu, hastanın semptomların kökenini izlemesini sağlamada kullanır (Freud, 1925d, 19):
İlgili olayın anısını gün yüzüne çıkarmayı başardığımızda, her bir histeri semptomu aniden ve kalıcı olarak kayboldu, sözkonusu anıyla birlikte semptom coşturuldu ve beraberinde etkisi de ortaya çıktı, hasta olayı neredeyse tüm detaylarıyla anlatıp etkiyi sözcüklere döktü. Etki olmaksızın anıları yeniden bir araya getirmek, neredeyse hiçbir zaman sonuç doğurmaz. (Freud & Breuer 1895d, 6)

Anna O.’nun içememe sorununun, bayan eşlikçisinin köpeğine bir bardaktan içmesine izin vermesi şeklindeki anısının (iğrenmeyle birlikte) canlandırılması yoluyla tedavi edilmesi, ortaya konmuş klasik bir modeldir (1895d, 34-35). Eşlik eden etkiyi, örneğin katarıik abreaksiyonu uyandırmanın önemini düşünmek zorunda kalacağız, ancak tedavi kanıtı yine şüpheli bir değer taşıyabilir. (Epilepsi hastası olduğu varsayılan bir kızın, hipnotize edilince, saldırgan bir köpek tarafından kovalanışını, ilk saldırıyı takiben ikinci saldırıda tekrar yaşadığından bahsederken) şöyle derler: “Tedavinin başarısı tanı tercihini onaylamıştır.” (1895d, 14) Ancak Breuer (Anna O.’dan bahsederken) şunu kabul eder: “‘Konuşmanın ardından’ semptomların ortadan kalkmasıyla ilgili olarak bunu kanıt olarak kullanamam, bu sonuç telkinle çok iyi bir şekilde açıklanabilir.” (1895d, 43) Bağlamda, Breuer hastanın ifadelerindeki gerçeğin kanıtına aıtfta bulunur (doktorun tanısına değil), ancak bu, ilgili, ifadelerin “zemin hazırlayan nedeni” tanımlaması demektir, dolayısıyla ilgili akıanm (ve güçlük) tanığa da uyarlanabilir.

Öte yandan tedavideki hataların iddiaları çürütmesi gerekmez. Diğer hususlarla birlikte bu durum da kaıartik prosedür yüzünden tam tedavinin önüne geçen asıl travmayla birleşerek yeni karışıklıklara sebep olabilir (1895, 74n.2). Tedavi mümkün olduğunda ve telkin sorunu yaşanmadığında bile diğer çatışan unsurlar ya da güvensizlik, bir anının neticesi ve semptomun sonraki dinmesi semptomun kaynağının anıda olduğunu göstermeye yetmez. Bu iddia için, eıiyoloji için en radikal güçlük, ortaya çıkan anıların sadece varsayılan anılar ya da (daha iyisi) varsayılan olayların anılan olmasıdır. Bu, Freud’u fantezi, güdü ve çocuksu cinsellik üzerinde daha bereketli düşünmeye iten bir güçlüktür. Bu, (semptomları ortadan kaldırmada ve başlatmada) hipnoz etkisiyle ve Breuer’in katartik yöntemiyle sunulan fikirlerin etkisinin reddini gerektiren (fanteziler anılardan daha az düşünce değildir) bir güçlük değildir, ancak bu güçlük, sözkonusu etkinin yeniden incelenmesini gerektirir.

Fikir ve Etki
Breuer-Freud’un histeri teorisindeki temel açıklayıcı düşünce tüm histeri türlerinin (sadece “travmatik” histeri ya da öznenin asıl atağı coşturan bir olayın halûsinasyonunu gördüğü açık olan ataklar) travmayı öncüleme bağlamında anlam ifade eden semptomları olduğu üzerinedir. Temelde fikirler de sözkonusudur, zira temsilci durumun (bir şekilde) farkındaysa davranış bir duruma (örneğin “anlamlı”) bir yanıt olarak anlaşılabilir. Ancak bu da sadece kavramayı gerektirir, anıyı değil. Buna karşın yanıt verilen olay geçmiştedir. Semptom ise bir olaya reaksiyon anlamını taşır. Semptom patolojiktir, zira kişi geçmişteki gerçekliğe yanıt verir, şimdiki gerçekliğe değil. Bu yüzden “histerikler temelde” şimdiki kavrayışlar için yanlış olan ve böylelerine yanıt niteliği taşıyan anılardan “mustariptir.” (1895d, 7) Freud’un erken dönem teo risinin sunduğu resim birçok açıdan düzeltmeye ihtiyaç duyar. Belki de en önemlisi, sözkonusu durumda, kavrayış ve anı karışımına ek olarak güncel olayın anısı ile bir fantezi arasında bir zıtlık (ve dolayısıyla bir karışma olasılığı) oluşmasıdır.

Semptomların anlamlı bir şekilde travmaya zemin hazırlayan unsur olduğunu söylemek tümüyle doğru değildir, zira anılar şimdiki kavrayışlar için yanlış ve bûylelerine yanıttır. Bunun iki nedeni vardır. Birincisi, (fikirlerin rolü adına) “anlamın” dar bir biçimde yorumlanmasını gerektirir, dolayısıyla semptom da özne tarafından görülen bir duruma davranışsal bir yanıt olarak anlaşılabilir (örneğin uçmak tehlikelidir; 1895d, 91). Freud-Breuer teorisi gerçekten de, semptomun “açıkça travmaya zemin yaratma olgusuyla alakalı” (1895d, 4) olduğunu iddia etse de, bu alakanın anlaşılabilir olması için kasıtlı bir yanıta dönük olması gerekmez. Semptomatik davranış sadece, ona dönük akli bir reaksiyon olmadan da asıl deneyimle ilişkili olabilir. Örneğin:Hasta yatağını kaygılı bir şekilde izleyen bir kız karanlık bir an yaşar ve korkutucu bir halûsinasyon görür, sağ kolu sandalyenin arkasından sallanırken uykuya dalar; buradan aynı kola ilişkin, kontraktürün ve anestezinin eşlik ctLigi bir parezi doğar. (1895d, 4)

Öte yandan ilişki salı sembolik ve semptom da “bellek sembolü” olabilir (1895d, 90). “Örneğin bir nevralji zihinsel bir acıyı ya da ahlaki tiksinme hissinin püskürmesini takip edebilir.” (1895d, 5) Ancak yanıt unsuru, ilişkisi, sembolizmi ya da esas durumun farkındalık türünün gerekli olup olmadığı ve dolayısıyla fikirlerin rolüne ilişkin Önceki argümanın (biraz geliştirilmiş bir biçiminin), travmanın kavranıp kavranmadığı, hatırlanıp hatırlanmadığı ya da fantezi olup olmadığı tartışmaya açıktır. Fantezi olasılığı bizi açıklamayı gerektiren ikinci bir noktaya taşır. Semptomun temel nedeni, eğer bu dışsal bir olayı içeriyorsa, “zemin hazırlayan travma” olamaz. Etki olmalıdır ancak bu etki, bir olaydan (dışsal uyarıcıdan) ziyade güdüden (örneğin içsel bir uyarıcıdan) doğabilir. Her iki durumda da, etkilerin ve fikirlerin değişimleri ve ilişkileri artık izlenmelidir.

Freud’un fikir ve etkiyle ilgili görüşleri kayda değer bir gelişim gösterir. “Etki” ya da “coşkunluğun tutarı” bir fikre eklenir, buna karşın temel varsayım öylece kalır:
Bağlama göre, zihinsel işlevlerde ayrılabilir bir şey vardır, etki kotası ya da coşkunluk tutarı niceliğin lüm niteliğini taşır (buna karşın onu ölçmede başarılı olamayız), anabilir, azalabilir, yer değiştirebilir ve boşalabilir, dahası, elektrik şarjının beden yüzeyinde yayılması gibi bellek izlerinde yayılabilir. (Freud 1894a. 60) Freud psişik enerji açıklamalarında bazen alan teorisi modelinden ziyade mekanik modeli kullanır. Varsayımın temelinin nörolojik ya da bir ölçüde fiziksel-kimyasal-biyolojik olduğu anlaşılır, ancak “etkinin kotâsı”nm psikolojik algı çağrışımları tarafından sunulan belirsizlik teoride yaşamaya devam eder. (Soyutlanmış bir resimden ziyade bir düşünce olduğu unutulmaması gereken) Patojenik fikrin en önemli niteliği “uyumsuz” olması yani bireyin yaşammdaki model örneğiyle, inandığı ya da inanmak istediği şeyle çatışmasıdır. Bir fikir “uyumsuz” ve dolayısıyla travmatik olabilir, zira “sevilen kişinin apaçık bir şekilde hazırlıksız yitimi durumundaki gibi” eşit reaksiyon olmaz ya da sosyal koşullar imkânsız bir reaksiyon ölmaz. (1895d, 10) Fikir reddedilir. Bu noktada (örneğin 1895d, 116) Freud bu reddi kasıtlı bir baskı olarak görür. Hastanın “unutma” güdüleri vardır ve bu güdüler bellegjn tazelenmesine dönük bir baskıya sebep olur (1895d,11 l).a Elbeue ki bunlar maksatlı baskıya ilişkin sorunlardır. Ûzaldatma ilişkin tüm sorunlar, eşzamanlı bilmeyle ve bilmemeyle ilgili sorunlardır. Kasıtlı unutma, kendisine bilerek uymana izin vermeyen belli koşullar altındaki bir kurala uymayı gerektiriyor görünür, böyle bir durumda (etken olarak) hangi hisle kurala uyduğun (salt) ona uyarak hareket etmekten farklı olarak belirsizdir. (Krş. Bir çocuğun oyunseverihtarı: “Filleri düşünme!”) İnsan nasıl kasten unutabilir? Dahası, unuttuğunu unutmalı mıdır? Belki de Freud sadece, kişinin çaba sarf etmeden kasıtlı unutuşunu unutmasına izin vermektedir, zira etki fikirden ayrıldığında, onu bilinçlilikten ayırmak için herhangi bir enerjiye gerek yoktur. Freud ne demiş olursa olsun, bu sorunlar Freud’a (daha sonra) baskının kendi başına, bilinçdışı bir süreç olduğu yönündeki görüşüne Standart Edition’ın editörleri “kasten” ile “kasıtlı olarak” ifadelerinin, “Freud tarafından, ‘baskı altına alınmış’ ifadesinin geliştirilmesi için bir yerde kullanıldığını” not olarak düşer, “Freud burada baskı eyleminin, dününün devreye sokulabilmesi adına, bir arzu çabası tarafından ileri sürüldüğünü bildirir. Dolayısıyla ‘kasten’ kelimesi sadece bir dürtünün varlığına işaret eder ve bilinçli bir kasıt anlamı taşımaz.” (1895d. lön. 1). Eger böyleyse, o halde “arzu çabası” nedir? Dahası, Freud “kasten” dediğinde onu, bilinçli kasıt anlamında kullandığının dolaylı bir göstergesi vardır. Freud (uyumsuz fikirlerdeki) çatışmaya ilişkin bilinçli farkındalıgınm, ilgili baskı “savunma hisıerisi”nde meydana gelmeden önce, oluşması gerektiğini söyler (1895d. 167). Kasıtlı baskıyla ilgili ifadenin bulunduğu bağlamda, Freud hastadan “unutmaya kararlı” olarak bahseder (1895d, 11). Ayrıca hastanın (Lucy’nın) “ahlaken korkaklığından” bahseder (“histeriyi yaratan mekanizma bir yandan bir ahlaken korkaklık eylemim, diğer yandan ise egonun devri anlamına gelen bir savunma tedbirini yansıtır.”) bu durum, baskı hastanın kontrolünde yani o “kasıtlı” değilse uygunsuz görünür (1895d, 123). Bu aşamada Freud’un teorisi bilinçdışı kasıtlar değil sadece bilinçdışı anılar düşüncesini içerir.

yönelmesinde yardımcı olmuş olabilir.
Bu görüşe göre bilinçdışı baskı akma alınmış olan, egodan ayrı olarak psişik bir grubun oluşumu için kristallenme özü ve merkezi anlamına gelen tek tek fikirlerin bir toplamasıdır, bu grubun etrafındaki her şey, bilahare bir araya gelmiş uyumsuz fikirlerin kabulü anlamına gelir. Bilinçten ayrılma… kasıtlı ve maksatlıdır. (1895d, 123)
Baskı kasıtlıdır ancak bilinçdışı fikirler anı olmakla birlikte, kasıtlı değildir: Bunun yanında dinamik fikirlerin (dürtülerin ve arzulann) ya da süreç anlamında bilinçdışılığın, soyutlanmış yığın dışında, bir işareti yoktur. Kişinin arzularından bağımsız, dışsal bir travma sözkonusu olduğunda, bu yeterli görünebilir. Ancak Freud bunun her durumda geçerli olduğuna nasıl inanabilir? Bilhassa arzuların inkârı olarak görünen bu olayları (örneğin Lucy olayını) nasıl açıklayabilir? Belki de, bir arzuyu bastırabileceğini ancak bilinçdışı bir arzunun (Lucy’nin sevgisi gibi olabilir mi?) bir arzu gibi hareket etmediğini söyleyebilir. İlgili bir fikre bir enerji eklenir ve bu enerji bir semptoma dönüşür, bir semptom hareketinde bulunmaz (arzu ortaya çıkar, ifade edilmez). AncakFreud için sorunun sadece bu noktada doğduğundan şüpheliyim, zira o bütün bu örnekleri göz önünde tutmaz. Daha sonra çocuksu haz ve arzular anlayışı bazen arzulann da bilinçdışı olduğunu benimsettiğinden bir sorun ortaya çıkar. Ancak bu gelişim unsurlarına geri döneceğiz. Bu arada “ikincil bilinçliliğin” ya da baskıdan oluşan ve Freud’un son kertede reddetme aşamasına geldiği düşünceler yığınının travma yaratan “hypnoid durumlarından” ziyadesiyle farklı olduğunu da kaydedin (1896c, 194-95).
Baskıyla, uyumsuz bir fikre karşı geliştirilmiş savunmada, etki aynlır ancak yayılmaya devam eder. Fikir etkisiz hale gelir ve güvenlesaklanır. Eıkinin ortadan kalkma biçimi, bozulma karakteriyle birlikle farklılık gösterir. “Histerik savunma yöntemi… uyarımın somatik bir inervasyona dönüşümünde yatar.” (1895d, 122) Etki artık bir semptom biçimine dönüşür, bu semptomun içeriği baskı altına alınmış fikre dayanır. Fiziksel sempLom bir yanıt, bir ilişki ya da sözkonusu fikrin bir sembolü olabilir. Sözkonusu fikir bir anıdır. Ancak artık düzende üçüncü bir doğrulama vardır. Bir histeri atağından mustarip olan kişinin anıyı hatalı bir şekilde algılamış olmasına gerek yoktur. İlkin, atak algılanmış bir duruma, hatta yanlış bir şekilde algılanmış bir duruma etken bir yanıt anlamını taşımayabilir, ikinci olarak, bir yanıt olduğu durumda bile (örneğin Frau Emmy’nin “Uslu dur! -Sesini çıkarma!-
Bana dokunma!” formülü gibi, 1895d, 56-57, 95), mustarip olan, esas anıya dair tümüyle bilinçsiz olabilir; bir sanrının gücüyle anının belirdiği durumda bile (örneğin Emmy’nin 49 ve Anna’nın 34) bu sadece bir paravan olabilir. Ancak her dununda sözkonusu semptomun kendisi, tabir yerindeyse, bir anıdır. Semptomun patojenik ve uyumsuz nitelikli fikirle bağlantısı ne olursa olsun, o kendi başına anı sembolüdür (bkz. 1895d, 90n .l).3 Dolayısıyla, örneğin, Emmy’nin çektiği acılar “acıların anıları… tahrik dönemlerine özgü anı sembolleridir” (1895d, 90) ve Miss Luey’nin “(yanık puding kokusundan bezmiş) bilinçliliği de artık evirtim yoluyla meydana gelen fiziksel bir hatırlama içerir… ve az ya da çok, açıkça bu hatırlamaya bağlı olan etkiden mustariptir.” (122-23) Sözkonusu mekanizma anı ile algı arasındaki, şüphesiz ki, bazı durumlarda mevcut olan karışıklığa değinmeden semptomu açıklar.

Bu, fikirleri tam anlamıyla patojenik olan etkiye dönük garip ekler kılmaz. Teoriye göre, hangi etkilerin anormal boşalmaları (genel birleşme, unutma ve uygunsuzluk abreaksiyonu yolları) izlemesi gerektiğini belirleyen, fikirlerdir. Histerinin idiojenik doğasıyla ilgili teori aynı zamanda Freud’ıın önceki açıklamasındaki en güvenilir unsurdur.

Hipnoz tedavisinin belirsiz olduğu yönündeki bulguyu reddediyorum ancak telkinden karışma olması tehlikesi, en azından azaltılabilir. İlkin, hipnoz terapisi tümüyle telkini, remptomların dindirilmesi adına doktorun hastaya yaptığı açıklamaları içerir. Ancak katarıik “konuşma tedavisinin” gelişimiyle birlikle (1895d, 30). hipnoz seanslarının içeriği doktorları şaşırtmıştır ve sonuçlar beklenmedik düzeyde olmuştur (en azından Anna O.’yla ilgili ilk vakada, Breuer için, 1895d, 7, 46). Hipnoz altında histerik katlanmanın sunduğu onaylamadan bahsetmiştim. Bu tedaviler, Freud hipnoz kullanımını bıraktıktan sonra da (örneğin Miss Lucy R.) katartik prosedürden etkilenmeye devam etmesi bulgu değerini arttırır. “Baskı tekniği” ve hatta bağımsız ilişki (başlangıç travmasına dönük anıları belirleme buyruğunun olmadığı durumda) dolaysız “telkini” ortadan kaldırır ve “aktarım” biçimine yeniden kavuşabilirse de, yeni kanıt, kişinin fikirlerin aktarım ilişkisindeki semptomların gelişim sürecine tanıklık etmedeki rolünü gözlemleyebilmesine bağlı olur. Stuart Hampshire, nevrotik vakadaki kalıcı anıların önemine ilişkin (tedaviye bağlı olmayan) bu tür kanıtla ilgili net bir açıklama sunar:
Bilinçdışı anıyı eğiliminin ve yapısının ifadesi olarak tanıdığını söylemek, ona iki tür olay arasındaki korelasyonun keşfini atfetmek anlamına gelmez. Baskı altına alınmış anı yeniden canlandığında, şahısla çatışan durumların yanlış değerlendirilmesi de dahil olmak üzere fark edilebilir anının devamlılığı ve kırılmazlıgının anlık bilinmesi sözkonu- su olur. Anı bir anı olarak anlaşıldığında, şahıs şimdinin üzerine çöreklenen kavramsal geçmişin dahili sürempresyonunu da anlamış olur… bununla birlikte geçmiş durumla ilgili bilinçli anısı onu kavradığı gibidir, aynı şekilde, davranış ve eylem eğilimi ona aynı güçle gelir, mevcut durumda geçmişi geçmiş ve değiştirilemez olarak anlasa bile, kendisini dizginler. (1972a. 173-74)

Bu tür bir bulgu halihazırda anının, “aklın” ya da “güdünün” ve bir fikrin, dürtünün nesnesi ya da sıkıştırılan etkinin nedensel refakatinden ziyade dürtünün işlediği bir inancın arka planındaki bir yönü olan keşfi anlamında yani inceleyici keşfe dönük ileri bir adım atar. Bu adımı almadan önce düşünülmesi gereken başka bir bulgu vardır. Fikirlerin histerideki rolü ve etkisi, ziyadesiyle, onları apaçık şekilde organik semptomlardan ayıran histerik semptomların işleviyle onaylanmış görünür: “Histeri, anatomi yokmuş ya da onun hakkında herhangi bir bilgi sahibi değilmiş gibi hareket eder.” (Freud 1893c, 169) Semptomlar açıkça idiojeniktir, zira rahatsızlığın sadece organik nedeni yoktur, aynı zamanda mustarip olan şahsın bedeninin işleyişiyle ilgili fikirleri de geçerlidir ve anatomiye ilişkin olgular şahsın rahatsızlık modelini belirliyor değildir.

Histerinin idiojenik olması gerekliği de görülebilir. Buna göre histeriye ilişkin anatomik bilgisizlik histeriklige ilişkin bilgisizliğe mi dayanır? Şahıstaki semptomları belirleyen fikirleriyse, daha karmaşık yapılı histeriklerin (örneğin anatomistlerin ve tıp öğrencilerinin) daha karmaşık semptomlarının olması gerekmez mi? Onay beklentisi güçtür ve saklı manaları sanıldığı gibi kesin değildir. Her şeyden önce, klasik evirtim histerileri tıbben nadirdir. Belirdiklerinde, eğitimsiz sefil birinde ortaya çıkma belirtisi gösterir Nadir bir örnekte bir tıp öğrencisi geçici bir evirtim semptomu gösterebilirse, ilgili rapor karmaşık olmayabilir (“dizimde ağrı var”), ancak semptomun raporuyla ilgili kesin bir şey söyleyemeyiz. Başka deyişle, gerekli raporlama ya da beklenti safhası önemlidir. Eğitimsiz biriyle ilgili olarak (uygun sorgulamayla) tıbbi açıdan kesin ve özel semptomlar (örneğin kas zayıflığı) açığa çıkarılabilir. (Krş. Charcot’nun histeri hastalarının semptomlarının telkine ve yönlendirmeye dayandığı suçlaması, Szasz 1961.) Bir tıp öğrencisinin, beklendiği gibi detayları öğrenmesi durumunda, semptomlarına ilişkin raporunu tıp bilgisine uygun olarak hazırlayabileceği ya da düzeltebileceği öngörülebilir. (Geçerli ideoloji de onu her zamanki kimyasal prosedürlerin uygulanmasıyla tedavi edilmesine zorlayabilir.) Tıp öğrencilerinin semptomları kalıcı bir şekilde karmaşık yapıdaysa ve tıbbi açıdan makul değilse, bu durum hisLerinin asla idiojenik olmadığını ‘göstermez. Yaratıcı fikirler bilinçdışı fanteziler olabilir. Gerçekten de, ter değiştirmenin ve erinimin bilinçdışı safhasında meydana gelmesi, dolayısıyla coşturulan fikirlerin kaçınılmaz olarak bir fantezi türü olması, histerinin doğasından kaynaklanıyor olabilir. Bilinçdışılık kişi öyle kalmasa da, onun çocuksu ve dolayısıyla karmaşık yapıda olan durumunu öylece bırakır. Çocuklardaki cinsel uyanışın etkileriyle ilgili bulgu bu telkini onaylamaya meyledebilir. Çocuklar yaşamdaki cinsel olgularla ilgili bilgilendirilebilir ve bunları unutabilir. Bir anlamda, bilgilendirme kayıtlı değildir ve karmaşık bilgi uygunsuz ya da kullanışsız değildir. Bilgilendirilmiş olan beş yaşındaki bir çocuk balkabağı tohumu teorisinde (örneğin oral içirme fantezisi) ısrarcı olabilir, en azından oyun olsun diye: “Bebek oyuncak bebeğiyle bütünleşti, zira bir fil uzun borusuyla ağzına su fışkırtmıştı.” Tıp öğrencileri de erken dönemde edindikleri “bilgiyi” bu şekilde bastırıyor olabilir: Vajinadan “kötü kokan bir oyuk” şeklinde bahsetmek ve aynı şekilde cinsel ve dışkısal kanşımları bir görmek Küçük Hans’ı huzursuz etmişti.

Etiyoloji bilinçdışı fikirler üzerinde ilerler, bunlar neticede fikirdir. Bu durum birçok soruyu cevapsız bırakır. Bunlar içinde bilinçdışı bilgide yer alan fantezilerin karakterinin ne olduğu sorusu da vardır. Bilgi bilinçdışı olduğunda, “bilmek’’ ne anlama gelir? Bilinçli bilgi bilinçdışının yerini aldığında, “bilmemek” ne anlama gelir?

En nihayetinde, anatomistlerin histerisiyle ilgili bu anlatılanları bir yana koyarak, anıların düzeltilmesine gösterilen direncin varlığı, baskı ya ilişkin birbirine bağlanan, karşılıklı teoriler ve bilinçdışılık fikirlerin daha karmaşık bir aşamadaki rolüne ilişkin kanıt sunar. Kanımca, fikir lerin histerinin oluşumunda önem arz ettiği kesindir. Peki, nasıl önemli olabiliyorlar ve ne tür fikirler lümüyle kesin değildir?

Çevirenler: C. Cengiz Çevik-Melike Çakan
Kaynak:
Gözyaşı Entelektüel Bir Şeydir- Duygunun Anlamları

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz