“Histerikler temelde anılardan mustariptir.” Bu eski formûlasyon, Freud’un psikanalitik düşüncesiyle büyük ölçüde geliştiyse de, merkezi nitelikli iki unsuru barındırır. Psikolojik rahatsızlığın bir kaynağını düşüncelere yerleştirir ve histeriği geçmişinin kurbanı gözüyle tedavi eder. Histerik bireysel tarihinin bir mahkûmu, bir tutuklusudur. Bu düstur geçmişi düşünceler, bilhassa geçmişle ilgili düşünceler yani anılar aracılığıyla sahneye taşır. Geçmişimizin bugünkü tutumumuzu aldatıcı şekillerde etkileyebilmesi önemli bir içgörüdür, öyle ki bu yollardan biri düşünceler aracılığıyla daha önemli bir içgörüyü bile kanıtlar. Bu hususlar etrafında bir sorular salkımı ortaya çıkar. Freud’un bahsettiği hususlarda davranışımızı etkileyen, gerçekte geçmişimiz mi yoksa (daha iyisi) güncel geçmişimiz mi? Gerçeklik ile fantezinin nedensel tesiri nasıl ayrılır? Etkileri “nedensel” midir? “Anı” nasıl ve niçin aracı olarak ortaya çıkar? Gerçeğin anısı, fantezinin anısı ve anının fantezisi nasıl aynlır? Bu ayrımlardan herhangi biri bireyin tutsaklığına ve onu aşma olasılıklarına etki eder mi? Bu makalede bu soruları cevaplamak yönünde ilk adımı atacağım.
Psikanalizin başlangıcında, “analitik” terapinin olabileceği inancını sağlayan nedir? Niçin “analiz”, “anlama”, “yorumlama” ve “içgörü” tedavide işe yarıyor olsun? Cevabın bir kısmı belli rahatsızlıkların psikoloji temelli olduğu inancında bulunur. Sorunların ardında düşünceler yatıyorsa, bu durumda düşünceleri aydınlatmak bu sorunları çözmeye yardım edebilir. Buradaki bağlantılar gerçekte fazlasıyla kompleks ya pıdadır ve sözkonusu düşüncelerin karakteri ziyadesiyle açıktır, ancak şu soruyla başlayabiliriz: Niçin düşüncelere belli rahatsızlıkların ortaya çıkmasında bir rol atfedilsin, niçin histeri bilhassa idiojenik kabul edilsin?
Studies on Hysteria’da (Freud & Breuer 1895d) sunulan teoriye göre, ilgili deneyim, kurban elverişli durumda, “hypnoid” durumun da olduğunda gerçekleştiğinden ya da deneyim öznenin özeleştirisiyle “uyumsuz” olduğundan, boşalmamış etki histerik semptomlara neden olur. Aşırı “etki” (psişik enerji) boşalmalıdır. “İstikrar ilkesine” göre: Zihin aygıtı mevcut coşkunluk tutarını olabildiğince düşük seviyede ya da en azından sabit tutmaya çabalar. Etki deneyimlenmiş olgulardan meydana gelir ve deneyimin, etkinin istikrar ilkesinin gerektirdiği gibi boşalamayacak kadar tıravmatik olduğu yerde patolojik sonuçlara neden olabilir. Neyin “travmaıik” (basitçe güç ve coşkunluk değil) bir deneyime ve özellikle de “uyumsuz fikirler” kavramını incelemem gerekecek. Bu noktada anlaşılması gereken, (kendisinden etkinin doğduğu) güncel bir eylemin süregelen anısı, başka deyişle histeriye sebep olan nedendir.
Charcot’nun histerik semptomları ortadan kaldırmak için hipnozu kullanması, terapatik önem taşıyordu, ancak daha da önem arz eden, belki de, yine Charcot’nun, normal insanlarda da bu semptomları başlatabilmek için hipnozun kullanabileceğini keşfetmiş olmasıdır. Tedavilerin hislerinin doğasıyla ilgili ortaya hiçbir şey koymadığı, zira hipnozun harekele geçen nedenleri ortadan kaldırmaktansa çatışan un surları tanıttığı (ve dolayısıyla semptomları dindirdiği) iddia edilebilir. (Ülserlerin fiziksel tedavisi de, ülserlerin esasta salt organik olduğunu kabul etmez.) Öte yandan histerik semptomların hipnozla ortaya konması, fikirlerin (düşüncelerin) zihinsel rahatsızlığın oluşumunda rol oynayabildiği yönünde ikna edici bir kanıt sunar.
Charcol’nun histeri kanıtlarının sahte olduğu yönünde itiraz sesi yükselebilir. Ancak bu itirazlar Charcot’nun kâşifi olduğu kabul edilen büyük epilepıoid histerilerine uygulanabilir; Charcot’nun kanıtları ne gösterirse göstersin, histerik semptomların hipnoz altında ikiye katlandığı açıktır. Bu iddiayla ilgili iki sorun vardır. Birincisi bir semptomu “histerik” kılan nedir? Hangi değerlendirme bir davranışı, hipnoz etkisiyle “histerik semptomlardan” sayabilir.
Freud’un teorisine göre bir semptoma “histerik” demek, onun idiojenik olduğunu kabullenmek demektir. Ancak.etiyûlojık yükleme ve daha sonra böyle bir açıklamada karşımıza çıkan, devamındaki döngüsellik bu erken dönemde belirmez. Benzer bir değerlendirme, hipnoz etkisiyle bir davranışı histerik olduğu kadar doğal olarak meydana gelen bir davranış kılmayla ilgili olarak da yapılabilir. (Her iki durumda da gözlemlenebilir davranışın karakterine ve muhtemelen organik rahatsızlık yokluğuna bakılır.) Ayrıca davranışın “histerik” (ya da “nevrotik”) olarak nitelendirilmesinin belli bir açıklama tipinin -yani “fizyolojik” değil de “psikolojik” açıklamanın- geçerli olduğu yönündeki inanışa dayandığını kaydetmek de önemlidir. Gerçekten de belli bir davranış yalnızca nedeni ve açıklamasıyla ilgili belli inanışlar bağlamında bir “semptom” sayılacaktır. Bu yüzden “olgular” kuram yüklüdür. Böyle, doğal olarak açıklanabilir olan histerik nitelikli davranışlar bütünü yoktur. Freud bir keresinde belli türde (nesnel) histerik semptomlar olduğuna inanmıştır.
Bu bizi hipnozla histeriye indirgeme durumundan fikirlerin rolüne doğru uzanan harekete dair ikinci güçlüge taşır. Hipnoz mekanizmasının kendinde somatik mi (Charcot) yoksa psişik mi (Bemheim ve “telkin” okulu) yani fizyolojik değişikliklerin sonucu mu yoksa fikirlerin bir etkisi mi olduğu yönünde bir tartışma çıkmıştır. Freud histerinin nesnel semptomaiolojisine ilişkin inancından ötürü, doğrudan telkine karşı çıkararak şöyle der: “Bu, histerik belirtiler mekanizmasının psişik olduğuna getirilmiş bir itiraz değildir ancak fizikçinin alanına giren telkin mekanizması da değildir.” Freud hipnozla ilgili olarak “telkinin” bir biçimine iltimas göstermeyi sürdürmüştür ve neticede bir cinsel hipnoz teorisi sunmuştur. Bakış açımızdaki temel husus, mekanizma ne olursa olsun, fikirlerdeki içeriğin hipnoz sürecinde bir rol üstlendiği üzerinedir.
Freud ve Breuer’in “Preliminary Communication” adlı eserlerinde odaklandıkları fikirler ısrarcı anılardır. “İsrar” önemlidir, zira semptomları doğrudan ıravmatik bir olaya atfetmenin, anıya ya da düşüncelere bağlamaktan başka gerekçesi olamaz. İkisi de. “psişik travmanın -ya da daha özelde travma anısının-” sadece semptomu salan ve yoluna devam eden temsilci provakatörden ziyade, “başlangıcından sonra çalışmaya devam eden bir temsilci olarak değerlendirilmesi gereken yabancı bir yapı gibi hareket ettiği” konusunda ısrarcıdır. Bahsi geçen kanıt ise “tedavi” kanındır (örneğin semptomların ortadan kalkması). Histeri tedavisinde (Breuer’i izleyen) Freud hipnozu, ilk kullanımdan “başka bir anlama” taşır ve doğrudan semptomların ortadan kalktığı iddiası dışında, hipnozu, hastanın semptomların kökenini izlemesini sağlamada kullanır. İlgili olayın anısını gün yüzüne çıkarmayı başardığımızda, her bir histeri semptomu aniden ve kalıcı olarak kayboldu, sözkonusu anıyla birlikte semptom coşturuldu ve beraberinde etkisi de ortaya çıktı, hasta olayı neredeyse tüm detaylarıyla anlatıp etkiyi sözcüklere döktü. Etki olmaksızın anıları yeniden bir araya getirmek, neredeyse hiçbir zaman sonuç doğurmaz.
Anna O.’nun içememe sorununun, bayan eşlikçisinin köpeğine bir bardaktan içmesine izin vermesi şeklindeki anısının (iğrenmeyle birlikte) canlandırılması yoluyla tedavi edilmesi, ortaya konmuş klasik bir modeldir. Eşlik eden etkiyi, örneğin katarıik abreaksiyonu uyandırmanın önemini düşünmek zorunda kalacağız, ancak tedavi kanıtı yine şüpheli bir değer taşıyabilir. (Epilepsi hastası olduğu varsayılan bir kızın, hipnotize edilince, saldırgan bir köpek tarafından kovalanışını, ilk saldırıyı takiben ikinci saldırıda tekrar yaşadığından bahsederken) şöyle derler: “Tedavinin başarısı tanı tercihini onaylamıştır.” Ancak Breuer (Anna O.’dan bahsederken) şunu kabul eder: “‘Konuşmanın ardından’ semptomların ortadan kalkmasıyla ilgili olarak bunu kanıt olarak kullanamam, bu sonuç telkinle çok iyi bir şekilde açıklanabilir.” Bağlamda, Breuer hastanın ifadelerindeki gerçeğin kanıtına aıtfta bulunur (doktorun tanısına değil), ancak bu, ilgili, ifadelerin “zemin hazırlayan nedeni” tanımlaması demektir, dolayısıyla ilgili akıanm (ve güçlük) tanığa da uyarlanabilir.
Öte yandan tedavideki hataların iddiaları çürütmesi gerekmez. Diğer hususlarla birlikte bu durum da artık prosedür yüzünden tam tedavinin önüne geçen asıl travmayla birleşerek yeni karışıklıklara sebep olabilir. Tedavi mümkün olduğunda ve telkin sorunu yaşanmadığında bile diğer çatışan unsurlar ya da güvensizlik, bir anının neticesi ve semptomun sonraki dinmesi semptomun kaynağının anıda olduğunu göstermeye yetmez. Bu iddia için, eıiyoloji için en radikal güçlük, ortaya çıkan anıların sadece varsayılan anılar ya da (daha iyisi) varsayılan olayların anılan olmasıdır. Bu, Freud’u fantezi, güdü ve çocuksu cinsellik üzerinde daha bereketli düşünmeye iten bir güçlüktür. Bu, (semptomları ortadan kaldırmada ve başlatmada) hipnoz etkisiyle ve Breuer’in katartik yöntemiyle sunulan fikirlerin etkisinin reddini gerektiren (fanteziler anılardan daha az düşünce değildir) bir güçlük değildir, ancak bu güçlük, sözkonusu etkinin yeniden incelenmesini gerektirir.
Gözyaşı Entelektüel Bir Şeydir