Çiçeklerin dilini bilmek – Erdal Atabek

Çiçeklerin dilini bilmek denince aklımıza ne gelir?

Hangi çiçek ne anlama gelir? Bir çiçeği birisine götürürseniz ne demiş olursunuz? Hangi olayda hangi çiçek gider? gibi bilgileri çiçeklerin dilini bilmek sanırız. Bunda da şaşılacak bir şey yok, yüzyıllar boyunca kim bilir ne çok çiçek insan duygularına aracı oldu. İnsanların birbirine güçlükle anlatacağı duyguları bir çiçekle açıklamalarında duygulu bir yan yok mu?

Alev alev yanan bir gül, aşıkın yüreğindeki yangını anlatmaz mı? Sevgili o gülü alıp da dudaklarına götürdüğü zaman aşkın kırmızı rengi daha bir parlamaz mı? Ama pek umudunuz yoksa, kararlılığınızı göstermek, hep onu bekleyeceğinizi anlatmak için belki de siyah gül daha uygun olurdu. Sevilen insan bir siyah gülü alınca duyarlılıkla düşünmez mi? Daha sadelikle duygularınızı anlatmak istiyorsanız papatyaları düşünmelisiniz. O saf yüreğin temiz duygularına seslenmek istiyorsanız papatyalar sizi çok güzel dile getirebilir. Yok, size kusursuz bir gizem, meraklı bir doygunluk veriyorsa sevdiğinizi siyah bir lale mutlu edebilir. Menekşenin sadakati dile getirdiği söylenir. Menekşeyle söylenen de sadakattir, ama şimdilerde çok geçerli sayılmıyor. Manolya el değmemişliğin simgesi. Bir zamanlar Sadece benim olan anlamına gelirdi. Bugünün insanları pek oralı değil gibi görünüyorsa da duygular alevlendiği zaman Sadece benim misin? Başkası da olabilir mi? gibi sorular gene gündeme geliyor. Eğer pastoral duygulardan hoşlanıyorsanız, doğayı, doğallığı seviyorsanız kır çiçeklerinden yapılmış bir demet sizi daha iyi dile getirecektir.

Bu konuda yazılmış listelere pek bakmayın. Siz gene yüreğinizin sesini dinleyin. Siz çiçeklere ne söylerseniz, çiçekler de onu iletecektir.

Bir dostum, Çiçeklerin dilini bilmek onların ne anlama geldiğini bilmek değil, gerçekten onların dilini anlamaktır demişti. Çiçekler sadece türleriyle değerlendirilemezler. O şiirsel bir yakıştırmadır, ama tek anlamlı bir sadeleştirmedir. Gülün sadece ateşli bir aşkı dile getirdiğini sanmak eksiktir. Gül öyle bir hüznü anlatır ki şaşar kalırsınız. Aynı gül zaman olur, hem kavuşmayı, hem ayrılığı anlatır. Papatya sadeliktir değil mi? Ama papatya öyle bir bakire şehveti havalandırır ki, kaç aşkın küllerini savurmuş gül bile onun yanında ana kuzusu kalır. Çiçeklerin tek bir dili yoktur. Çiçekler çok zengin bir anlatım gücüne sahiptir. İşin tuhafı nedir bilir misiniz? Çiçeklerin bu dilini onu gönderenler bilmez ama çoğu kez alan bilir.

-Şimdi bunlar gerçek mi, yoksa hayal gücünüzü mü çalıştırıyorsunuz?

-Ah insanoğlu işte, hep alıştığını arayan insanoğlu. Şimdi siz bu konuda bilimsel kanıtlar arıyorsunuz değil mi? Çiçeklerin çok yönlü duygular taşıdığından kuşku duyuyorsunuz. Bilimsel kanıtlar gerekiyor değil mi? İnsanın aşkı için bilimsel kanıt arıyor musunuz? Ya kırgınlığı için? Pişmanlıklar, öfkeler, terk etmeler, terk edilmeler, tam her şey bitti dediğiniz sırada her şeyin yeniden başlamaları? Bütün bunlar için de bilimsel kanıtlar mı arıyorsunuz? Aslında bunlar da var, ama ben size insanca değil çiçekçe bir şeyler söylemeye çalışıyorum. Siz hep insan gibi düşündükçe korkarım benim ne söylediğimi tam olarak anlayamayacaksınız. Olaylara bir kere de kuşkuyla değil de Neden olmasın? diye bakmaya çalışın.

-Çiçekçe bir şeyler söylemek mi dediniz? Çiçekçe, öyle mi?

-Evet, çiçekçe dedim. Çiçeğe insan gibi değil çiçek gibi yaklaşmak. Öyle söyledim, onu söyledim. Doğanın dilini anlamaktır bu. Süleyman Peygamber hayvanların dilini anlarmış. Aslında her insan hayvanların dilini anlayabilir. Süleyman Peygamber’in anlattığı bu. Ama baksanıza, insanların hayvanlara davranışı nasıl? Ya onlardan yararlanmaya çalışıyorlar ya da hiç nedensiz korkutup eziyet ediyorlar. Hayatı boyunca bir atın boynunu okşamamanın insana neler kaybettirdiğini hiç düşündünüz mü? Şimdi artık kentlerde yaşıyoruz ve
hayvanlarla hiç ilgimiz kalmadı. Doğayla ilgimiz kalmadı. İnsanlar hayvanlardan korkuyor, hayvanlar da insanlardan kaçıyor.

-Duygu dünyamız mı eksiliyor?

-Evet, çok iyi bildiniz, söylemek istediğim tam buydu. Duygu dünyamız eksiliyor. Eksilmekte de kalmıyor, zedeleniyor, örseleniyor, aşınıyor. Artık duygularımızı tanımıyoruz: Hayvanları sevmediğimiz gibi duygularımızı da sevmiyoruz. Duygularımızı reddediyoruz ve bununla övünüyoruz. Duygusal olmadığımızı, gerçekçi olduğumuzu söylüyor ve övünüyoruz. Gerçekçi olmak dediğimiz de ne? Nelere sahip olduğumuzu düşünmek, yeni şeylere sahip olmak, hep daha çok şeye nasıl sahip olabilirim diye düşünmek, bütün bunlarla da doğayı reddetmiş olmanın, hayatı reddetmiş olmanın boşluğunu doldurmaya çalışmak. Bir atla arkadaş olmadan yaşamak ve ölmek. Bir çiçekle özel duyguları paylaşmayı öğrenmeden geçip gitmek.

-Çiçeklerle ilişkimiz demiştik?

-O da aynı çizgide. Çiçekleri satın almak ve götürmek. Paranız kadar pahalı -aynı zamanda değerli demek ya- çiçekler almak, duygularınızı da faturanızla temsil ettirmek. Çiçek armağan etmek bu mudur? Soruyorum, bu mudur? Siz insan duygularını biliyorsunuz, ne söylediğimi anlıyorsunuz. Çiçek armağan etmek bu mudur? Şimdi 15 tane gül almak, eliniz bu çiçeklere değmeden, sadece jelatin ambalajı tutarak götürmek onları armağan etmek mi?

-İyi de kent hayatı biraz bunları zorlamadı mı?

-Bilmem, kent hayatı deyip duruyoruz, acaba kent hayatı mı, yoksa bizim hayat diye saplandığımız alışkanlıklar, önyargılar, şartlanmalar mı? Doğayı kafeslere koyuyoruz, evimize kapıyoruz, onlarla oyalanmaya çalışıyoruz. Her şeye etiketler koyuyoruz, her şeyi çekmecelere koyuyoruz, bir şeyler yakıştırıyoruz, sonra da bu olup bitenlere kendimizi inandırıyoruz. Bana sorarsanız biz çiçekleri kaybettik.

-Ama nasıl olur? Bakın çiçekçilik dünyada nasıl gelişiyor, her yere çiçek gönderme olanağı var, türler geliştiriliyor, birbiriyle aşılanıp yeni türler elde ediliyor. Çiçeğe böylesine önem verilirken…

-Bunları siz söylüyorsunuz. Bütün bunların alım-satım için yapıldığını bilirken. Her şeyi metalaştıran bir yaşama biçiminde duygular bunun dışında kalır mı? Daha çok harcama daha büyük sevgi demek olmuş. Burada hangi duygudan söz edilebilir ki’?

-Çiçeklerin dili demiştik…

-Evet öyle demiştik değil mi? Çiçeklerin dili insanın duygularıdır. İnsanın elinin çiçeklere değmesidir. İnsan sıcaklığının çiçeklere dokunmasıdır. İnsan sesinin çiçeklere ulaşmasıdır. İnsan duygularının çiçeklere iletilmesidir. Siz çiçeğe ne verirseniz o da size onu verir. Çiçeklerin dili bizim onlarla kurduğumuz iletişimle gelişir. Çiçekleri anlamak da bir duyarlılıktır. Onlara yüreğini, duygularını uzatmayı bilmektir. Ancak o zaman doğayı anlayabiliriz. Doğayı, çiçekleri, hayvanları, sabahı, akşamı…

-İnsandan söz eder gibisiniz.

-İnsan da öyle değil mi? İnsana da öyle bakmıyor muyuz? İnsana da benim mi, değil mi diye bakmıyor muyuz? İnsan da bizim çıkar dünyamızda kaybettiğimiz bir doğallık değil mi?

İnsanla konuşmayı da kaybetmedik mi? Birbirimize duygularımızı iletmeyi unutmadık mı? Neden duygularımızı söylemiyoruz da çiçeklere aracılık yaptırıyoruz. Duygularımızdan çekiniyor muyuz, utanıyor muyuz? Ne bize bunları öğretiyor? Ne, neler, kim, kimler, hangi kurallar, hangi önyargılar? Çiçekleri düşünürken önce bunları düşünmemiz gerekmiyor mu?

Birbirimizi kaybettikten sonra çiçekleri anlamaya çalışmak neye yarar? İnsanı sevmeyen birinin köpekleri sevmesi neye yarar? Bütün bunlar insanı sevmenin yolu değil mi? Sevgi duygusunu kaybeden birinin hayvan
sevmesi, çiçek sevmesi olanaklı mı?

Belki de sevgi adı altında kendine bağımlı varlıklar yaratmaya çalışmaktır bu çabalar…

-Çiçeklere de başka bir gözle bakmak gerekiyor. Sanırım haklısınız.

Biliyordum ki haklıydı…

Erdal Atabek
Kırmızı Işıkta Yürümek

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir