Emrah Serbes: “Haberler doğru olsaydı onları güzel kadınlara sundurmak zorunda kalmazlardı”

KitapZamanın memleketi
İnsan bir yerde doğdu mu oralı olmuyor, o zamanlı oluyor daha çok. Memleketi o zaman oluyor. Doğduğumuz büyüdüğümüz şehirdeki bütün değişimleri hüzünle kaydetmemizin nedeni bu. Hüzünlenmek için illa somut bir yıkıma da gerek yok. “Eskiden bu okulun kapısı paslıydı ne güzel,” diye üzüldüğüm de oldu. Konu, doğduğumuz yerin mazisi olunca asla vazgeçemeyeceğimiz takıntılar var çünkü. Renkler var, sesler var, kokular var, binlerce ıvır zıvır var. Sonsuza kadar yitirilmiş anlar var. İnsan zamanını durdurmak istediği yere aittir.


Çok güzelsin ama bana ne faydan var

Haberler doğru olsaydı onları güzel kadınlara sundurmak zorunda kalmazlardı. Televizyon yalanın kalesidir. O yüzden devlet tekelindeydi zaten. İlk özel televizyonun Özallar-la Cem Uzan tarafından açılmış olması da garip değil.


İyi yazar veli yarısıdır

kitap tvBir öğretmen arkadaşım var, okullarını depreme dayanıklı hale getirmek için yıkıp yeniden yapacaklarmış. Öğrenciler müdürün kapısına dayanmış, “Biz yıkalım hocam!” diye. İşte okul sevgisi… Okul böyle bir yer, orada öğrenilen her şeyi nefret ederek öğrendik. Milli eğitim bakanı olsam, bütün iyi yazarları müfredattan çıkarırdım. Edebiyat hocası kazma olduktan sonra ders kitabına Sait Faik koymanın anlamı yok. İyi yazar veli yarısıdır zaten. Bir hadise olmadıktan sonra okula gelmesine gerek yoktur.


O gece

Kurtuluş Parkı’nda yaprak dökümü… Hava açık… Yıldızlar yere yakın… Taş atsak bir ikisini düşürebiliriz. “Neden olmaz,” diye soruyorum. “Mutsuz oluruz,” diyorsun. “Herkes mutlu olacak diye bir kural yok, biz de mutsuz olalım.”
Birbirimizin yüzüne bakıyoruz. Sanki az önce, orada bir yerde, kaybettiği anahtarlığı arar gibi.

Dolmabahçe Sarayının önünden geçiyoruz. Bu saray kapılan niye bu kadar ihtişamlı? Çünkü içeri girmek yasak. Kapıya bakıp bir sonuca varmak lazım.

Birbirimize ihtiyacımız olduğunu biliyoruz. Zalimliğin başladığı yer burası, hoşgörünün başladığı yer de. Ama bunu sözcüklerle anlatmanın imkânı yok. Bir saat kadar Noir-désir dinlemek lazım.
Ölümle hep başkasının başına gelen bir şey olarak karşılaşıyoruz. Bir ara bölge olsa, buna uygun bir yaşam formu, dünyayı daha iyi anlayacağız.

“Seni başka türlü ummuştum,” diyorsun. “Nasıl?” Belki de ben hariç herhangi biri gibi… Bu da benim hatam. İnsan içine hiç çıkmayacaktım.

Sözcüklerle uğraşan biri evliya olamaz.

Arada birbirimizi kaybettiğimiz iyi oldu. Bir şeyin kıymetini bilmenin en klasik yolu onu kaybetmektir.

Barış Bıçakçının en iyi kitabı. Aramızdaki En Kısa Mesafe. Ama o bunun farkında değil. Olabilir, herkes yanılabilir.

Sonrası biraz bulanık… Başka bir şeyi ararken bulunan bir şey gibi… Yarım kalmaya mecbur bir sevinç. Elimizde bir bilet var, ama ne tam ne öğrenciyiz. Tanrım bu kare bulmacayı sen hazırlamışsındır umarım. Çünkü çözemedikçe beni sinir eden şey, onu en az benim kadar günahkâr birinin hazırladığını düşünmek.

Bir sıkıntıyı anlatmak istedim. Ama bir şeyi başka bir şeye benzetmekten başka bir şey gelmedi elimden. Kaybettiği savaştan sonra yakıp yıkarak geri çekilen ordular gibi. Mağlup olduğu nispette zalim… Trajik hatamız: Kendimizle ilgilenmeye alıştık, başka bir şeyle ilgilenemiyoruz artık. Sen çocuk yap, kurtul istersen bu dertten; bana da bir bira söyle giderken.

Hikayem Paramparça

Hikâyem Paramparça

“Annemin öldüğünü anlatma, onun etkisi altında olduğum için kendisini sevdiğimi düşünmesin.”

“Tamam Galip.”

“Karanlıkta uyuyamadığım için gece lambasını açık bıraktığımı anlatma, beni ottan boktan korkan biri zannetmesin.”

“Tamam Galip.”

“İlk defa âşık olduğumu anlatma, beni bu konularda tecrübesiz biri zannetmesin.”

“Tamam Galip.”

“Geçen sene el frenini çekmeyi unutup Kartal’ı boklu dereye yuvarladığımızı anlatma. Malının kıymetini bilmeyen biri olduğumu düşünmesin.”

“Tamam Galip.”

“Babamın orospu çocuğu olduğunu anlatma. Onu bizzat ben anlatmak istiyorum.”

“Tamam Galip.”
 

Hikayem ParamparçaGecenin ilk müşterisi olan, sabahçı kahvelerinde, çorbacılarda ayılan genç adamlar. Bazen en anlamsız yüzü yaşamanın ve bazen yel değirmenini arayan içli bir hatıra. Henüz ölmemişler ve ölümle tanışmamışlara yazılmış hikâyeler… Namluya sürülmüş küfür… Büyümemiş bir çocuk… Pati yapan arabalar, yutkuna yutkuna dinlenen şarkılar ve hayattan meseleler. Kutlanan yenilgiler, “hayat kerpiçten bir gökdelen sevgili kardeşim, yanlış bir parantezde yaşıyoruz. Bırak konuşalım, iki çift laf edelim, yüz yüze bakıyoruz…”
Emrah Serbes, hayatı kendine katık eden, sokaktan çağlayan bir sesle yeraltının dumanını anlatıyor bize. Bitmez bir ergen öfkesiyle kuyuya düşmüş çocuklara sesleniyor.

Emrah Serbes’ten parça parça anlar, parça parça anılar, paramparça hikâyeler…

Kitabın Künyesi
Yazar: Emrah Serbes
Kitabın Adı: Hikâyem Paramparça
Yayın No:  İletişim – 1817 | EAN 9789750511189 |   Sayfa 176

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz