Nilgün Marmara öleli yirmi yıl oldu. Birkaç şair ve şiirsever dışında bu şiiri herkes ölümünden sonra tanıdı. Türkçede benzerine nadir rastlanan bir şiirdi bu. İntizamsızdı. İmge yüklü yakarışlarla doluydu. Bu şiirin asıl akrabalığı kozmik evrenle, insanın içinde çatışan duyguların kesişme, noktalarıydı. İnanılmaz zengin bir sözcük seçimi ve çeşitliliğiyle bezeliydi bu şiir. Mükemmel bir şiir miydi? Sanmıyoruz. Ancak, örneğinde rastlanmayan bir dil ve imge biricikliği vardı bu şiirin. Okuru kolayca kuşatan bir şiir hiç olmadı, çünkü reel dünyanın, gündelik hayatın duyarlılıklarıyla olan köprüyü baştan yok saymıştı. Dolayısıyla, geniş kesimlerin kolay okuyamayacağı, ama biricikliği dolayısıyla kalıcı nitelikte bir şiirdi.
Aynı özellikler Marmara’nın yazdığı metinler için de geçerliydi. Nitekim bu metinler de yıllar önce Metinler ve Kırmızı Kahverengi Defter adıyla yayımlandı. Şiirden çok şiirselliğin ön planda olduğu farklı bir imgesel, metaforik metinlerdi bunlar. Bu üç kitap arasında yakın dilsel, sezgisel, imgesel ve kozmik akrabalıklar vardı.
Anlam yüklü bir çalışma
Nilgün Marmara, yapıtlarıyla geçmiş haftalarda tekrar gündeme geldi. Önce yeni bir kitapla. Bu kitap şairin, Boğaziçi Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı lisans tezini vermek için hazırladığı incelemesiydi. Everest Yayınları, Marmara’nın bu tezini tıpkı baskısıyla, daktilo yazısı formatında kitaplaştırmış: Sylvia Plath’ın Şairliğinin İntiharı Bağlamında Analizi. Marmara’nın şiir ve metinlerini sevenlerin kulaktan kulağa dönen ama tamamına ulaşılamayan bir metindi. Bir bölümü, uzun yıllar önce, Sombahar Şiir Dergisi’nin ‘Kadın Şairler Atları’ adlı özel sayısında yayımlanmıştı. Ama, tabii ki merak konusu olan metnin tamamıydı. Marmara’nın üstüne tez çalıştığı ünlü Sylvia Plath’la inanılmaz kesişme noktaları olmuştur. Şiir Atı dergisinin 1987’de çıkan dördüncü sayısında ‘Sylvia Plath Yaprakları’ adlı bir bölüm vardı. Marmara, ‘Sylvia Plath: Bir Dizi Lazarus’ adlı da bir metni kaleme almış, birçok Plath şiiri çevirileri yayımlanmıştı.
Bir tür Plath uzmanıydı. Son Plath yazısını ve çevirileri 1987 Ağustos’unda yayımlamış. İki ay sonraysa hayatına kıymıştı. Tıpkı Plath’ın sonu gibi.
Bu noktada, elimizde tamamı yayımlanan Sylvia Plath’ın Şairliğinin İntiharı Bağlamında Analizi adlı elimizdeki kitabın çok anlamlı çağrışımları da var. Bu lisans mezuniyeti tezi çok uzun olmasa da özenli, anlam yüklü bir çalışma. İlk defa yayımlanan bu kitabın insanı farklı bağlamlarda hüzünlendiren bir yanı daha vardı. Kitap, metnin tıpkı baskısı olduğu için, Marmara’nın tez hocasının kısacık açıklaması kitabın- tezin başında yer alıyor. Bu tezin hocası olan Cem Taylan’ı da edebiyat ve kültür ortamımız birkaç yıl önce kaybetmişti. Onun onay imzasıyla bile bu kitapta karşılaşmak Marmara’nın yayında Cem Taylan hocanın hatırlanmasına da neden oluyor.
Tezin ilk bölümü, adından anlaşılacağı üzere, gizdökümcü türle Sylvia Plath’ın şairliği arasında nasıl bir akrabalık olduğunu temel eksen olarak ele alıyor. Dolayısıyla, öncelikle Amerika ve İngiltere’de 1950’lerde yükselen bu Gizdökümcü türün ne olduğunu anlatıyor. Bir parantezden daha söz etmek gerekiyor; Marmara, bu tezi İngilizce olarak yazmıştı. Metne dönersek, Marmara hemen girişte Gizdökümcü türü tanımlıyor. Ona göre bu türün özelliği, kendini aklama peşinde olan şairin yeraltına inmesi anlamına geliyordu. Dolayısıyla Marmara bu bölümde, söz konusu türün köklerini araştırıyor. Bu türün adını kullanan, üreten eleştirmenleri anımsatıyor. Bölümde türün diğer temsilcilerinin yanında, Plath’ın ünlü şiiri ‘Lady Lazarus’ da aynı bağlamda analiz ediliyor.
Marmara, yapıtın ikinci bölümünde, intiharla sanatsal yaratı arasındaki ilişkiyi merkez almış. Plath’ın şiirlerini ve ölümünü nasıl yarattığını irdeliyor. Freud, Sartre gibi düşünce insanlarının ‘intihar’a nasıl baktığı üzerine değerlendirmeler yapıyor. Eski Yunan ve Aristo’nun intihara nasıl baktığı, topyekün eski kültür ve toplumlarda intiharın taşıdığı anlamı sorguluyor.
Alvarez’in Plath’ın intiharına bakış tarzı, hiçliği seçişinin kökenleri, bu bölümün ana eğilimlerinden. Marmara, üçüncü bölümde ise, kadın şairlerin ortak özelliklerine yönelmiş. Sylvia Plath ve şiirinin bu bağlamda kapladığı yerin üstünde duruyor. Bir anlamda, geçmişten bu yana kadınların yazdığı şiirin analizi ve duygusal ortaklıklarını tespit ediyor. Örneğin Sappho ve Bilitis’in sevdiklerine nasıl seslendiklerini gösteriyor. Kadınların romantizmi benliğe dönüştürme çabalarını inceliyor.
Daktiloya çekilmiş şiirler
‘Yabancılaşma’nın kadınların devamlı ana kaynaklarından biri olduğunu vurguluyor. Dördüncü bölümde Marmara, şairin Sırça Fanus adlı romanını da merkez alarak düzyazısıyla şiiri arasındaki farklılıkların altını çiziyor. Bir boyutuyla, düzyazıyı niye şiiri kadar başaramadığının nedenlerini sorguluyor. Gerektiğinde Plath’ın söylediklerini de kaynak alarak. Ama, romanın eleştirisi konusunda değerlendirmeler de yaparak. Bu konuda, Plath’ın ünlü kocası, şair Ted Huges’un görüşlerine de yaslanarak. Kitabın beşinci bölümünde, Marmara, kendi saptama ve yaklaşımlarından hareketle Plath şiirlerini analiz ayrıntılı analiz ediyor. Kitabın topyekün vücudu, şairin intiharıyla şiiri arasındaki ilişkileri saptayabilmek. Bir lisans bitirme tezi olarak son derece ilginç ve özenli bu çalışmayı yalnız Plath’ı sevenler değil, şiiri sevenler de ilgiyle okuyabilir.
Marmara’nın değindiğimiz ‘yeni’ kitabının ardından Everest Yayınları bu kez, şairin ölümünden hemen sonra çıkan Daktiloya Çekilmiş Şiirler adlı toplu şiirlerinin yeni baskısını yaptı. Bu, kitabın üçüncü baskısı. İlki Şiir Atı, ikincisi beş yıl önce Telos Yayınları’ndan çıkmıştı. Bizce bu kitabın, Türkçe yazılan şiirde özel bir yeri var. Marmara’nın bu özel ilgisi dolayısıyla, Plath şiirinden esini söz konusu olabilir. Ancak, bu şiirleri ilk okuduğumuzda bile, olası önyargılardan hemen uzaklaşmıştık. Marmara şiirinin, topyekün Anglosakson şiirinden beslendiği açık. Ama, şiirleri, kendi özel aurası içinde okuduğumuzda, garip bir benzersizlikle karşılaşmıştık. Hiçlik duygusu, her modern şiirin köklerinde belirebilir. Ancak, Marmara, şiirinde, tamamen kendine has bir imge yoğunluğu ve kosmosla hiçliği bambaşka bir anlamsal dünyaya taşıyor. Reel hayatı daimi dışlayışının nedeni de bu. Marmara şiirinde nadir rastlanan bir sözcük özeni ve çeşitliliği var. Kurulan imgeler yer yer savruk olsalar da anlam dünyasıyla devamlı hesaplaşır özellikte. Doğa ile evren, varoluşla beden, korku ile çocuksuluk ve aşk aynı şiir çemberi içinde apayrı göndermelere taşıyor okuru. Başta ‘mor’ olmak üzere renklerin bu kurulan kozmik dünyada özel ve zengin çağrışımları var. Ve tüm bunların yanında kendine has bir gizemcilik. Şiirlerde ölümle hayat arasındaki gidip gelişlere de şiirler boyu rastlamak mümkün.
Bazı şiirlerin, farklı bağlamlarda izlenimci bir algıyla da bağı var. Diğer yandan ‘zaman’ kavramının ilk kez bu denli başkalaştığı, kozmik dünya ve beden arasında kurduğu bağ dikkat çekiyor. Aslında, şairin, diplerde geniş anlamda otoriteyle de yoğun bir hesaplaşması sıkça dikkat çekiyor. Net olmayan, kendine has bir görsellikle de bazı şiirlerde baş başa kalınıyor.
Bu şiirin, dolayısıyla da kitabın, daha birçok kendine has özellikleri var. Bir başka şairle karşılaştırmak zor. Daha önce de belirttiğimiz gibi teknik açıdansa yer yer ‘savruklaşan’ şiirlerle de karşılaşılıyor. Bu şiirin geçmişsizliği, geleceksizliği çok önemli. Aile kurumuyla ilginç biçimde hesaplaştığı; sinemayla, özel biri- iki filmi şiir adı yapıp büyülü göndermelerle bezediği ürünler de var. Yapı olarak biraz güçsüz şiirlerle de karşılaşılıyor. Ama bu, şiirin biricikliğini, kendine özgülüğünün önünü kesemiyor. Daktiloya Çekilmiş Şiirler çok uzun yıllar üstüne konuşulacak, tartışılacak bir kitap olmaya değer. Herkesin hemen sevebileceği bir şiir değil bu.
Tüm iyi şairlerin şiiri gibi.
Orhan Kahyaoğlu 20/04/2007 Radikal