“Annemin öldüğünü anlatma, onun etkisi altında olduğum için kendisini sevdiğimi düşünmesin.”
“Tamam Galip.”
“Karanlıkta uyuyamadığım için gece lambasını açık bıraktığımı anlatma, beni ottan boktan korkan biri zannetmesin.”
“Tamam Galip.”
“İlk defa âşık olduğumu anlatma, beni bu konularda tecrübesiz biri zannetmesin.”
“Tamam Galip.”
“Geçen sene el frenini çekmeyi unutup Kartal’ı boklu dereye yuvarladığımızı anlatma. Malının kıymetini bilmeyen biri olduğumu düşünmesin.”
“Tamam Galip.”
“Babamın orospu çocuğu olduğunu anlatma. Onu bizzat ben anlatmak istiyorum.”
“Tamam Galip.”
Gecenin ilk müşterisi olan, sabahçı kahvelerinde, çorbacılarda ayılan genç adamlar. Bazen en anlamsız yüzü yaşamanın ve bazen yel değirmenini arayan içli bir hatıra. Henüz ölmemişler ve ölümle tanışmamışlara yazılmış hikâyeler… Namluya sürülmüş küfür… Büyümemiş bir çocuk… Pati yapan arabalar, yutkuna yutkuna dinlenen şarkılar ve hayattan meseleler. Kutlanan yenilgiler, “hayat kerpiçten bir gökdelen sevgili kardeşim, yanlış bir parantezde yaşıyoruz. Bırak konuşalım, iki çift laf edelim, yüz yüze bakıyoruz…”
Emrah Serbes, hayatı kendine katık eden, sokaktan çağlayan bir sesle yeraltının dumanını anlatıyor bize. Bitmez bir ergen öfkesiyle kuyuya düşmüş çocuklara sesleniyor.
Emrah Serbes’ten parça parça anlar, parça parça anılar,
1. karanlıkta nüfus sayımı
Babamın öldüğü gün birine âşık olmuştum. Bazen böyle olur, her şey üst üste gelir. Metrodaydım; boş yerler vardı; ama en köşede ayakta duruyordum. Onu düşünüyordum, romantik şeyler değil, bir buluşma ayarlayabilmek gibi pratik şeyler. Kaç istasyon sonra inmem gerektiğini de düşünüyordum diğer yandan. Yirmi bir yaşındaydım o zaman; çarklar hep döner, her yaşta döner. Büyük bir kentteysen bir sürü gereksiz şey bilmen lazım yoksa kendini salak gibi hissedersin. Sonuçta inmem gereken istasyonda indim. Eve gittim. Herkesin yüzünde aynı ifade. Ölüm haberi vermek zorunda kalanların yaşamaktan duydukları tatlı utanç. Bunlar çehrelere asılı açık kanıtlardır. İlk insanlardan bu yana incele incele bu hale gelmişlerdir. Bir gün öyle bir dil gelişecek ki tek laf etmeye gerek kalmayacak. Herkesin yüzünden anlaşılacak ne demek istediği. “Neden?” diye sordum, ölüm sebebini yani. Söylediler. Gerçek yaşama sevincini görmek istiyorsanız mezarlıklara gidin, orada gezinen, ziyarete gelmiş insanların yüzlerine bakın.
ihtiyar gassali hatırlıyorum babamı yıkadığı mermerin önünde. Beyaz sakallıydı. Rüyalara giren aksakallı dedeler gibi değil ama, Hemingway gibi. İşini seviyordu ve çok konuşuyordu. Bu tarz işleri yapan adamların fazla konuşmaması gerekir. Ama o bunu takmıyordu. Bir sürü şey sordu Cevap vermedim. Cevap alamadığı her sorudan sonra ayrı ayrı şaşırıyordu. Büyük bir samimiyetle şaşırıyordu. Konuşulmaması gereken yerler vardır. Çocuklara ve ihtiyarlara anlatamazsın bunu. Hepsi doğal anarşist.
Cenaze günü çok soğuktu. Sonra hep uyumak istedim. Doğal sakinleştirici… Sevdiğiniz biri öldükten sonra yaşama tekrar devam etmek bisiklet kullanmayı öğrenmeye benziyor. Ama yokuş aşağı giden bir bisiklet oluyor bu. Dengeyi sağlamanın tuhaf coşkusunu kastetmiyorum burada ya da sadece bundan bahsetmiyorum. Kafayı gözü yarmak üzere olmanın korkusundan da bahsediyorum. Ne demek istediğimi anlıyor musunuz?
Sonra zaman geçti. Zaman hiçbir şeyi düzeltmez. Daha beter de etmez. Zamandan bağımsız şeyler bunlar. Tenhada, uzakta, karanlıkta oturup bir sigara daha yakmaktan başka bir şey gelmiyordu elimden. Babam öldüğü için değil. Âşık olduğum için değil. Yirmi bir yaşında olduğum için değil. Öyle olması gerektiği için.
Sonra biraz içtim ve telefona sarıldım. Bu adil değil, iki taraf için de… İnsanlar sizin alkollü olduğunuzu anlar ama bellekleri bunu böyle kaydetmez. Çünkü gelen sadece sestir. O sesin üstüne en ayık halinizi yerleştirir bellek. Bellek böyle namussuz bir orospu çocuğudur işte. Sizi üçkâğıda getirmek için elinden gelen her şeyi yapar. Hepimiz yanlış hatıralara sahibiz. Öyle yaşanmadı ki onlar. Hatıralarını yazan ihtiyarlan düşünün, kitabı bitirdikleri zaman öleceklerini bilirler, o yüzden bitiremezler bir türlü, yaşamak için sallamayı sürdürmeleri gerekir.
Onu aradım ve “Seni seviyorum,” dedim. “Çarklar dur du, yargılama bitti. Hayatımda ilk kez çekip gitmek istemiyorum.” Şimdi bile utanıyorum söylediklerimden. Herkesin kalbinin çizildiği bir yer var. Orada görünmez bir duvara çarpıyorsun. Daha öteye gidemiyorsun. Bütün dünyan o çakıldığın yerden uzanabildiğin yere kadar oluyor artık. Ben de o günlerde bir yerde çakıldım işte. Ama tam nerede bilemiyorum. Hiçbir zaman da bilemeyeceğim bunu.
“Sonra konuşalım,” dedi. Sonra konuştuk. Hastanenin karşısındaki otoparkta… Otoparkın bir köşesini oto yıkamacıya çevirmişlerdi, diğer köşesini çay bahçesine. Çok amaçlı dandik bir yer… Ne konuştuğumuzu yazmayacağım. O kadar da değil. Çünkü bunlar mahrem şeyler. Zaten ben hayatımı anlatmak istemiyorum ki. Yaşadıklarımı düşünerek oradan bir sonuca varmak istiyorum sadece. Sanırım demode bir yazarım. Genellemeleri seviyorum ve noktayı koyduktan sonra ardımda iyi kötü bir anlam bırakmak istiyorum. Artık bunun bir anlamı kalmadığını düşünsem bile böyle yapıyorum. Lanet olsun, öyle alıştım çünkü, nasıl başlarsan öyle gider.
Sonra yine zaman geçti. Zaman geçmesi önemli değildir. Bundan bahsetmiştik. “O zaman bir şeyleri reddetmeye ihtiyacım vardı ve sen tam bunun üstüne gelmiştin,” dedi. “O kadar iyiydin ki o zaman. Annem sanki bu yüzden yedi ay daha yaşadı. Ne demek istediğimi anlıyor musun?” Anlıyordum. İki karışlık mesafede, birbirimizi göremeden uzanmıştık. Kaç kişi olduğumuzu bilemeden uzanmıştık o karanlıkta, yanımızdaki ölülerle beraber uzanmıştık. Karanlıkta nüfus sayımı şöyle yapılır: Yaşayanlar bir sigara yakar.
2.deliliğe giriş
Düşleri gerçek sanmaya başlarsan onlarda kusur da bulmaya başlarsın.
3. çok güzelsin ama bana ne faydan var
Haberler doğru olsaydı onları güzel kadınlara sundurmak zorunda kalmazlardı. Televizyon yalanın kalesidir. O yüzden devlet tekelindeydi zaten. İlk özel televizyonun Özallarla Cem Uzan tarafından açılmış olması da garip değil.
4.madame bovary sensin
iffetimizi tesadüfen koruyor olmamız iffetli olduğumuz anlamına gelmez. Flauben, Madame Bovary’i bu yüzden yazdı. Emma kocasından sıkıldı diye hemen bir çapkının kollarına atmadı onu. Yonwille’de noter katibi Leon’la tanıştırdı, aralarında platonik bir hadise cereyan etti. Leon kasabadan ayrılmak mecburiyetini hissedene kadar da böyle sürdü bu. Ancak ondan sonra Rodolphe çapkını çıku sahneye. Bu hikâyede Leon’un işlevi ne? Okura, Emma’yı yargılamadan önce kendi iffetinin de pamuk ipliğine bağlı olduğunu hatırlatmak. Flaubert’in, “Madame Bovary benim,” demesi bundan. Biraz da Madame Bovary sizsiniz demek istemesinden. İffetine mikroskopla bakan, orada baştan çıkmaya hazır birini görür.
5. sen gittin ve herkes ölmeye başladı
önce saniye teyze öldü; sonra dedem, sonra babaannem, sonra yengem, sonra eniştem, sonra eniştemin ölüm haberini bana veren bakkalı bıçakladılar, tam eniştemin yedisinin okunduğu akşam, sonra sedat amca öldü; sonra babam, sonra öbür dedem, bir de büyük deprem, otuzuma basmadan otuz tabut kaldırdım musalladan, babamdan öncekileri babamla beraber kaldırdık, ama ilk ölen hep babammış gibi geldi bana yıllarca, sanki oydu bu ahret furyasını başlatan, öyle değilmiş yeni anladım.
sen gittin ve herkes ölmeye başladı.
zaten kim tam anlamıyla sağ kaldığını iddia edebilir ki bu kadar mevtanın ardından? kim biraz zombileşmek istemez? daha kırılgan daha dikenli ve daha fukuyamacı olmaz, dedem ziraat mühendisiydi ama pek çok doktordan daha ilginç tıbbi hatıraları oldu.
sen gittin ve herkes ölmeye başladı.
Emrah Serbes
Hikâyem paramparça