Madem ki büyüklüğe ulaşamıyoruz, hakkında kötü konuşarak ondan öcümüzü alalım. Ne de olsa, bir şeyin kusurlarını bulmak onu tümüyle kötülemek değildir; ne kadar güzel ve arzulanır olsa da her şeyde bir kusur vardır.
Büyüklüğün şöyle bir üstünlüğü var: Canı istediğinde alçalır ve istediği konumu neredeyse seçer; çünkü o kadar yüksekten düşülmez. Düşmeden inilecek büyüklükler de vardır. Bana onu fazla büyütüyoruz gibi geliyor; aynı zamanda gördüğümüz kişileri ya da kendi üstlerinin hor görmüş olduğu veya başından savmış olduğu kişinin azmini aşırı övüyoruz. Büyüklük, onu reddetmenin olağanüstü bir şey olması gibi üstünlükler sunmuyor. Acılara zor dayanıyorum, ama orta halli bir kaderle yetinmede ve büyüklükten kaçınmada fazla zorlanmıyorum. Sadece sıradan bir kişi olarak, çok güçlük çekmeksizin ulaşabileceğimi sandığım bir erdemdir bu. Ama böyle bir redde eşlik eden şandan pay çıkarmak isteyenlere ne demeli? Bu erdem, büyüklüğün bizzat arzusundan ve zevklerinden daha ziyade hırsı içinde barındırabilir. Bana göre, hırs, ancak sapa ve hiç kullanılmamış yollarda yürür.
Dayanma cesaretimi bilerim, ama arzulamasını zayıflatırım. Herkes gibi benim de dilediklerim var ve onları özgür ve başıboş bırakırım; Ama ne bir imparatorluk, ne de krallık dileğim olmuştur. Böyle şeylerde gözüm yoktur, kendimi fazla severim. Ben kendimi kararlılıkta, akılda, sağlıkta ya da güzellikte ya da sanatta büyütmek istediğim zaman, bunu kendime uygun ve utangaçca, sade bir yoldan yapıyorum, ama kendi gücüm, büyük yeniliklerin ve güçlü yetkelerin baskısı altında kalıyor. Ve şu kişinin (Sezar) aksine, Parıs’de birinci olmaya belki de Perigeus (Perigueux)’da ikinci ya da üçüncü olmaya, yalanım yok, en azından, Paris’de en yüksek görevlerde birinci sırada yer almaktansa üçüncü olmayı yeğlerim. Ne tanımadığım yoksul bir kapıcıyla tartışmak isterim, ne de ben geçerken hayran kalabalığının bana yol açmasını. Hem yazgımla, hem beğenimle ortalama bir yerde olmaya alışığım. Yaşamımın gidişinde ve girişimlerimde gösterdiğim gibi, Tanrı’nın bana doğum sırasında verdiği talihimin üstüne gitmedim ve gitmekten kaçındım. Doğuşa, doğaya uygun olarak belirlenmiş her şey doğru ve rahattır.
Öylesine çok günahtan korkan bir ruha sahibim ki, kaderin iyiliğini önemine göre değil, kolaylığına göre ölçüyorum. Ama fazla yürekli değilsem de zayıflığımı cesaretle söyleyecek kadar açıkyürekliyimdir.
Eğer iki yaşamı karşılaştırmak zorunda kalsaydım, zarif kişilikli, yakışıklı, bilgili, sağlıklı, her türlü eğlence ve zevkte incelik sahibi, sakin ve özgün bir yaşam sürdüren, ölüm, batıl inanç, acılar ve insan koşulunun diğer sakıncaları karşısında iyi hazırlanmış ruha sahip olan, vatanının savunması için elde silah, savaşta can vermiş L. Thorius Balbus ile herkesin tanıdığı gibi aynı derecede soylu ve başı göklerde, hayranlık verici sonuyla M. Regulus’u karşılaştırdım. Biri adsız, parıltısız, diğeri örnek teşkil eden ve göz kamaştırıcı biçimde şanlı yaşamları hakkında, Ciceron’un söylediklerini, onun kadar iyi konuşabilsem kuşkusuz ben de söylerdim. Ama bunlardan birini kendi hayatıma örnek almam gerekseydi, birincisi benim anlayışıma ve beğenime göre olduğundan ona uymaya çalışırdım; ikincisinin ise bana uzak olduğunu söylerdim. Ona ancak hayranlıkla ulaşabilirim, ama birincisine uygulamayla kolayca ulaşırım.
Biz, yola çıktığımız maddi büyüklüğe dönelim.
Efendilik etmekten de, bana edilmesinden de nefret ederim. Otanez, Pers krallığında istekte bulunma hakkı olan yedi kişiden biri olarak benim de rahatça alabileceğim bir karara vardı: Seçim ya da kura çekerek iktidara geçme hakkını arkadaşlarına bıraktı; yeter ki bu imparatorlukta kendisi ve yakınları, eski çağın yasaları dışında hiçbir yetkili kişiye ve tabiyete bağlı bulunmasın, sözü geçen yasalarla çelişmeyecek tüm özgürlüklere sahip olsun. O, ne buyruk vermeye, ne de buyruk almaya katlanıyordu.
Dünyadaki en çetin, en güç meslek, kanımca, krallık mesleğini liyâkatle icra etmektir. Beni derinden etkileyen sorumluluklarının ağır yükü göz önünde bulundurulunca onların hoş görülmeyen hatalarını bağışlarım. Bu denli ölçüsüz bir güce sahip olanın ölçüyü koruması zordur. Doğuştan iyi olmayan kişiler için, ancak talimat verilmiş ve hesaba katılmış şeyleri yapabildiğiniz, bunca kişiye daha küçük iyiliklerin uygulandığı, yeteneğinizin, memnun etmesi kolay vaizler gibi özellikle halka hitap ettiği böyle bir yere gelme erdemine olağandışı bir teşviktir bu. Üzerinde samimi bir yargıda bulunduğumuz pek az şey vardır; Çünkü bunlardan içinde bir biçimde kişisel çıkarımız olmayanı çok azdır. Üstlük ve astlık, yetke ve bağımlılık doğal bir kıskançlığa ve çatışmaya maruzdur; bunların hiç durmadan çarpışması ve birbirini yağmalaması kaçınılmazdır. Ne birinin, ne diğerinin, yoldaşının haklarından söz ettiğini sanmıyorum; ilişkiyi bitireceğimiz zaman bu konuyu konuşmayı sarsılmaz ve soğukkanlı olan akla bırakalım. Bir ay olmadı, bu konuda çatışan iki İskoçça kitabı karıştırıyordum; halktan yana olanı, krala bir arabacınınkinden beter bir yer veriyor, kraldan yana olansa onu güç ve egemenlikte Tanrı’nın birkaç kulaç üstüne yerleştiriyor.
Şimdi büyüklüğün sakıncası neye dayanıyor, burada bunun altını çizeceğim. Belki de insanlar arasındaki ilişkilerde onur ve değer açısından, gerek bedensel gerekse zihinsel uygulamalarla birbirimize yaptığımız saldırılardan daha hoşa giden bir şey olamaz; ama kral gerçek bir rolle bunlara katılmaz. Aslında, ben saygı bakımından hükümdarları hor gören ve hakaret dolu bir biçimde davranıldığı kanısındayım. Çocukken birlikte eğitim gördüklerimin, beni rakip olarak görmeye layık bulmadıkları için ciddi hiçbir çaba göstermeyip çalışmayı bırakmaları son derece gücüme giderdi. Bununla beraber, her birinin kendini mücadeleye değer bulmayışından ötürü, bu durum şimdi başına geliyor. Galip gelmeyi istedikleri kabul edilse de, kimse onlara yenilmeye çalışmaz; onların zaferine zarar vermemek için kendi zaferine ihanet etmeye yanaşmaz. Herkes onlardan yana olduktan sonra, onların kavgadaki payı nedir ki? Doğuştan sihirli güçlere sahip bedenleri ve silahlarıyla yarışmalara, dövüşlere katılan o eski zengin şövalyeleri görür gibi oluyorum. Brisson, İskender’e karşı koşarken sadece saldırır gibi yaptı; İskender ise bundan dolayı ona sitem etti, oysa onu kamçılatmak zorundaydı. Carneades, bu düşünceden hareketle, prenslerin çocuklarının doğru dürüst öğrendikleri tek şeyin iyi ata binmek olduğunu söylerdi. Ama at ne dalkavuk, ne de saray mensubudur; işsiz güçsüz bir kişinin oğluna yaptığı gibi, kralın oğlunu da sırtından atar. Homeros, tehlikeden bağışıklı olanlara, hiç sahip olmadıkları cesaret ve gözüpeklik gibi nitelikleri verebilmek için o tatlı, narin tanrıça Venüs’ün Truva savaşında yaralanmasına razı olmak zorunda kaldı. Kendi kusurlarımızdan oluşan erdemlerle onurlandırmak için tanrılara öfke, kıskançlık, acı çekme ve tutkuyla bağlanmayı yakıştırırız. Tehlikeyi ve güçlüğü paylaşmayanın, tehlikeli eylemleri izleyen onuru ve zevki paylaşma hakkı olmaz. Her şeyin önünde boyun eğdiği bir iktidar ne acınası bir iktidardır! Kaderiniz sizi tüm toplumdan ve dostlarınızdan çok uzaklara atar ve sizi bir kenara iter. Her şeye rahatça ve kolaylıkla boyun eğdirmek her türlü zevkin düşmanıdır; bu yürümek değil kaymaktır, yaşamak değil uyumaktır. Her şeyi yapabilme gücüne yetkin bir insanı düşünmek, onu dipsiz bir uçuruma atmaktır; sizden bir engelleme, bir direniş dilemelidir. Varlığı ve iyiliği yoksunluktadır.
Onların iyi nitelikleri öldü ve kayboldu; çünkü bunlar ancak kıyaslamayla hissedilirler ve dışlanırlar. Hep aynı şekilde sürekli onaylandıklarından gerçek övgüyü pek bilmezler. En aptal kurallarına karşı üstünlük sağlayacak hiçbir olanakları yoktur. Çünkü «bunun için, o benim kralımdır» diyen bir kişi her şeyi söylediğini düşünüp, mağlubiyetine kendi kendine bu şekilde katkıda bulunur. Kralın niteliği, gerçek ve esas olan öteki nitelikleri soluksuz bırakıyor ve söndürüyor: Onlar Krallık içine gizlenmişlerdir; Krallığı doğrudan ilgilendiren ve ona hizmet eden eylemlerin ve krallık görevlerinin öne çıkmasına izin vermez. O kadar ki, kral artık kral olarak yoktur. Kendisini çevreleyen bu olağanüstü ışık onu saklar ve bizden gizler; bu göz kamaştırıcı ışıkla dolan ve donup kalan görüşümüz bozulur ve darmadağın olur. Senato, Tybere’e belagat payesi verdi; o bu ödülü çevirdi, çünkü özgürce bir ödül dağıtımı yapılmamıştı ve bunu hak etmiş olsa bile, hoşuna gitmeyecekti.
Bütün onur veren üstünlükleri (kralların) önlerine seriyoruz ve böylece, sadece onaylayarak değil, öykünerek de onlardaki kötü huyları pekiştiriyoruz ve yetkili kılıyoruz. İskender’in çevresinde bulunanların her biri, başlarını onun gibi yana eğik tutuyordu. Dionysius’un dalkavuklarıysa onun gibi önlerini görmediklerini göstermek için önlerinde ne varsa devirerek sendeleyip tökezliyorlardı. Bedensel sakatlıklar bile çoğu zaman ilerlemeye ve ihsan görmeye yarardı; sağırlığın bu amacla kullanıldığını gördüm. Plutarkhos, efendileri karısından nefret ediyor diye, sevdikleri halde karılarını boşayan saray mensuplarını gördü. Daha da kötüsü, hovardalık ve evlilikleri bozmak itibar kazandı; her yeri yolsuzluklar, küfürler, gaddarlık, mezhep sapkınlığı, batıl inançlar, dinden çıkma, zevke düşkünlük sardı, daha kötüsü, daha kötüsü ne olabilirse, işte bir örnek: Mithridates’in dalkavukları, efendileri iyi hekim olmaya karar verince, ona kesip dağlaması için kollarını bacaklarını sundular. Daha da vahim olanı bunlar en narin ve soylu yerlerini, ruhlarını dağlatmaya katlanıyorlar.
Ve de başladığımı tamamlayayım: İmparator Adrianus, filozof Favorinus’la birkaç sözcüğün yorumlanması üzerine tartışıyordu; Favorinus, çok geçmeden üstünlüğü ona bıraktı ve bundan dolayı kendisine sitem eden arkadaşlarına, “Benimle alay mı ediyorsunuz! Otuz lejyon askere komuta eden birinin benden daha az bilgili olmasını nasıl istersiniz?” Augustus, Asinius Pollio’ya karşı dizeler yazdı. “Bana gelince, susuyorum” der Pollio, “beni sürgüne gönderecek biri hakkında yazmak pek bilgece olmaz.” Onların hakkı vardı. Çünkü Dionysius ozan olarak Philoxenus’un eserlerinde de Platon’un düzeyine ulaşamadığı için birini taş ocaklarında çalışmaya mahkûm edip, diğerini köle olarak satılmak üzere Ægine adasına gönderdi.
Denemeler
Michel de Montaigne