Hiç kimse aptalca şeyler söylemekten bağışık değildir. Vahim olan bunları ciddi bir şekilde söylemektir. “Kuşkusuz bu adam bana büyük saçmalıklar söylemek için kendini fazla zahmete sokacak.” (Terentius, Heautontimorumenos, III, V, 8) Bu eleştiri beni ilgilendirmiyor. Benimkiler önemsiz oldukları için, ağzımdan isteksizce kaçıyor. Yolları açık olsun. Büyük kaybım olmaksızın onları terk edebilirdim; ağırlıklarından ne daha pahalıya satın alırım, ne de satarım. Bunu önüme ilk gelene konuştuğum gibi kâğıda konuşuyorum. Doğrusu da budur; kanıtı gözlerinizin önünde.
Tiberius’un da çıkarlarına aykırı olduğu halde reddettiğine göre, kalleşlik iyice tiksinti verici olmalıdır? Ona Almanya’dan istediği takdirde zehirleyerek Ariminius’dan kurtarabilecekleri haberi geldi: Bu kişi, Romalılar’ın en güçlü düşmanıydı ve Varus’un komutası altında oldukları zaman onlara çok alçakça muamelede bulunmuştu; bu diyarlarda Roma yayılmasının tek engeli oydu. Tiberius, Roma halkının hile ile ve gizlenerek değil, silah elde açıkça düşmanlarından öç alma alışkanlığında olduğu yanıtını verdi. Dürüstlük için yararı bıraktı. Bir sahteciydi diyeceksiniz bana. Buna inanırım. Onun mesleğinden kişiler için şaşırtıcı değildir bu. Ama erdem sözcüğü ondan nefret eden kişinin de ağzından düşmüyor; çünkü gerçek bunu ondan zorla söküp alır ve erdemi içine almayı istemese de bir süs gibi kuşanır.
Kamusal ve özel yapılanmamız (yapımız) kusurlarla doludur; Ama doğada yararsız hiçbir şey, hatta kendi kendine yararsızlık bile! Bu evrende elverişli bir yer işgal etmeyen hiçbir şey yer almadı. Varlığımız hastalıklı niteliklerle yoğrulmuştur: İhtiras, kıskançlık, haset, öç, batıl inanç, umutsuzluk, hayvanlarla da kopyası bulunduğu şekilde bizde pek doğal biçimde yer aldı. Hatta, pek az doğal bir davranış olan acımasızlık bile var; çünkü merhamet duymanın ortasında içimizde başkasının acı çektiğini görmenin tatsız, kötü zevk iğnelemesini hissederiz. Çocuklar bile hisseder bunu;
“Açık denizde fırtına dalgaları coştururken
kıyıdan başkalarının zorlu çabalarını seyretmek hoş.” (Lucretius, II, I)
Eğer insandan bu davranışların tohumları çıkarılıp atılırsa, aynı anda yaşamımızın temel koşulları da yok edilmiş olur. Aynı şekilde, her yöntemin sadece aşağılık değil, aynı zamanda kötü olan zorunlu görevler vardır; kötülükler orada yer bulur ve zehirler sağlığımızı korumada kullanıldığı gibi, bu kötülükten de toplumumuzun sağlamlaştırılmasında kullanılır. Bu kötülükler, gereksinmelerimizi karşıladıkları için hoş görülebilir bir hale gelse ve kamu yararı onların gerçek niteliklerini silse de bu rolleri üstlenmeyi, onurlarını ve vicdanlarını feda eden cesur yurttaşlara bırakmak gerekir (eskiden Antikite döneminde ülkeleri için hayatlarını feda edenler gibi). Biz daha zayıf olanlarımız daha kolay ve tehlikesi az olan rolleri üstlenelim; kamusal mülk ihanet edilmesini, yalan söylenmesini, katledilmesini beklediğine göre bu görevi daha itaatkâr ve daha esnek kişilere bırakalım. Kamu yararı ihaneti, yalan söylemeyi ve hatta katliam yapmayı gerektirir. Bu görevi daha itaatkâr ve esnek yaradılışlı insanlara bırakalım.
Yargıçların suçluyu eylemini itirafa zorlamak için sıkça hile yoluna başvurduklarını ve sahte bağışlama vaatlerinde bulunduklarını öfkeyle gördüm. Bence, başka olanakların sağlanması hem adalet için hem de bu tür uygulamaları destekleyen Platon için daha yararlı olurdu. Kötü bir adalettir bu; ona başkalarından daha fazla kendi kendini yaralıyor diye değer biçiyorum. Hükümdar için özel bir kişiye ihanet etmekten çok acı çekecek olan ben, özel bir kişinin çıkarına hükümdara ihanet etmekten iyice rahatsız olacağım yanıtını vereli çok uzun zaman olmadı. Ayrıca sadece aldatmaktan tiksinmiyorum, aynı zamanda hakkımda yanılgıya düşülmesinden de tiksiniyorum; buna ne malzeme sağlamak, ne de vesile olmak isterim.
Prenslerimizin yanında, katıldığım bazı görüşmelerde bugün bizi parçalayan bu bölümlerde ve alt bölümler arasında pazarlık yapmak zorunda olduğum zaman, hakkımda yanılgıya düşmelerinden ve görüntümle kandırılmış olmalarından özenle kaçındım. Meslekten kişiler olabildiğinde kendilerini gizlerler, ılımlı ve anlayışlı oldukları izlenimi uyandırırlar. Bense aksine, kendimi en kesin kanılarımla ve en kişisel biçimimde gösteririm. Yumuşak ve toy arabulucu halinde kendimi yitirmektense görevimi yitirmeyi yeğlerim. Bu iş şimdiye kadar o kadar başarılı geçti ki (kuşkusuz bunda talihinin payı büyüktür) çok az insan, (çok az kuşkuyla, daha çok da hatır ve alışkanlıkla) taraf değiştirdi. Kişilerin içine kolayca nüfuz ederim ve ilk yakınlaşmadan itibaren güven veren açık bir tarzım vardır. İçtenlik ve doğruluk, eskiden olduğu gibi günümüzde de geçerli ve yararlı olmuştur. Ve gerçekten çıkar gözetmeyen biçimde iş gören kişilerin özgürlüğü az kuşkulu ve az antipatiktir; bunlar Hipperides’in konuşmasının kabalığından yakınan Atinalılara şu yanıtını verebilirler: “Beyler, fazla özgür olup olmadığına bakmayın. Hiçbir şey almadan ve kendi çıkarını düşünmeden hareket edip etmediğime bakın.” Özgürlüğüm eşit şekilde hem beni ikiyüzlülük kuşkusundan kurtardı –nahoş ve acı verici olsa da hiçbir şeyi asla başkalarından saklamadım, yokluklarında da daha kötüsünü söylemezdim –, hem de aynı zamanda belirli bir doğallık ve kayıtsızlık sağladı. Bir iş yaparken onun dışında başka bir şey elde etmeyi düşünmem. Her davranışın kendine özgü bir işlevi vardır, yapabilirse amacına ulaşır.
Ayrıca, büyüklere karşı ne kin ne de sevgi beslemek zorunluluğu duyarım; ne onların bana yapabilecekleri haksızlıklar ne de iyilikler beni bağlar. Krallarımızı basit bir biçimde her yurttaş gibi kişisel bir çıkar düşünmeden severim. Sadece genel ve ılımlı olduğu kadar doğru bir amaçla ilgilenirim. Bizi mahrem varlığımıza kadar ipotek altına alan derin taahhütlere taraf olmam. Öfke ve kin adalet görevlerinin ötesindedir; bunlar sadece basit aklın görevlerine bağlamaya yetmediği kişilere yararlı olan tutkulardır. “Utatur motu animi, qui uti ratione non potest.” [“Aklı kullanamayan duygularını kullansın.” (Cicero, Tusculanes, IV, 25)]. Tüm meşru niyetler kendiliklerinden ılımlıdır; aksi takdirde bozulup, kışkırtıcı ve gayrı meşru hale gelirler. Başım dik, alnım açık yürümem bundandır.
Aslında itiraf etmekten korkmuyorum; gerekirse Aziz Michel’e mum yakarım, ihtiyar kadının kurnazlığını izleyerek bir mum da onun yılanına rahatlıkla getiririm. Doğru tarafı ateşe kadar, ama içinde ben olmadan takip edeceğim. Montaigne (şatosu) gerekliyse varsın kamunun harabesi içine sürüklenip batsın; Ama gerekli değilse, onun kurtardığı için Talihe minnettar kalacağım. Görevimin imkân verdiği kadar, onu korumaya çalışacağım. Doğru, ama kaybeden tarafı tutan Atticus’u bunca altüst oluşun ve bölünmenin ortasında dünya tümüyle batarken kurtaran ılımlılığı olmadı mı?
Bu, onun durumundaki özel insanlar için daha kolaydır; özel işler söz konusu olduğunda meşru bir şekilde işe karışmamak mümkündür. Ama tereddütlü ve iki tarafın kanılarına çekimser durmayı, ülkesini parçalayan karışıklıkların tam orta yerinde ilgisiz ve hiçbir yana eğilmeden kalmayı ne doğru, ne de onurlu bulurum. “Ea non media, sed nulla via est, velut eventum expectantium quo fortunæ consilia sua applicent” [Bu, orta yolu tutmak değil; hiçbir yolu tutmamaktır; bu, Talih’in yanında yer olmak için olayların sonucunu beklemektir. (Titus – Livius, Roma Tarihi, XXI)].
Bu, komşularla ilişkilerde olabilir; Siraküza tiranı Gelon, Barbarlar’ın Yunanlılara karşı savaşında eğilimlerini bu şekilde askıda bıraktı: O, terazinin kimden yana ağır basacağını görmek ve galip gelenlerle bir anlaşmaya geçmek üzere iyi zamanı yakalamak için Delphes’de hediyelerle birlikte nöbetçilik yapan bir büyükelçi bulunduruyordu. Ama bizim kendi iç işlerimizde böyle davranmak bir tür ihanet olacaktır; burada kaçınılmaz biçimde taraf tutmak gerekir. Ancak, yabancı devletlerle olan savaşlarda, bir yükümlülük veya emir zorlaması altında olmayan birinin taraf tutmamasını (ama ben böyle bir mazereti kullanmam) anlayışla karşılayabilirim. Yine de, tamamıyla taahhüde giren kişiler, bu fırtınanın başlarının üzerinden onlara sıkıntı vermeksizin geçebileceği pek düzenli ve pek ihtiyatlı bir biçimde yapabilirler. Müteveffa Orleans piskoposu Jean de Morvillier olayında bunu beklemekte haklı değil miydik? Ve o anda eyleme çabucak katılmış kişiler arasında çok ölçülü ve çok yumuşak tutumlara sahip, Tanrı’nın bize hazırladığı bazı altüst oluşlarda ve çöküşlerde ayakta kalma şansları olanlarını biliyorum. Krallara karşı dikilmenin krallara ait olduğu düşüncesindeyim ve yürek ferahlığıyla orantısız kavgalara atılan şu taş kafalarla alay ediyorum. Kişi, bir onur meselesi için ve görevini yapmak için kendisine karşı açıkça ve yüreklice yürüyen bir hükümdarla kavga aramaz; hükümdar şu ya da bu kişiyi sevmiyorsa daha iyisini yapar, onu ölçüp biçer. Özellikle de, yasaları ve geleneği savunmanın özelliği vardır: kendi özel amaçları için karışıklık yaratanlar düzeni sağlayanlara saygı duymasalar da anlayışla karşılarlar.
Ama her zaman yaptığımız gibi özel çıkardan ve kişisel tutkudan kaynaklanan kırgınlıkları ve kabalığı “görev” diye adlandırmamak gerekir; dahası haince ve kötü bir davranışa “cesaret” dememeli. Buna “gayret” diyenler ancak ihanete ve şiddete eğilimlidir; onları coşturan amaç değil, kendi çıkarlarıdır. Onlar savaşı haklı olduğu için değil, savaş olduğu için körüklerler.
Düşman olan insanların normal olarak ve meşru bir biçimde davranmalarını yasaklayan hiçbir şey yoktur. Sabit olmasa da (çünkü bu dereceleri içerebilir) en azından itidalli ve öteki kişinin sizden her şeyi bekleyebilme derecesinde taahhüde sokmayan bir sevgi kanıtı gösterin; aynı zamanda da onun iyi niyetinin orta karar bir değerlendirmesiyle yetinin: Bulanık suya dalın, ama orada balık avlamayı istemeyin.
Tüm güçlerini şuna veya buna adamanın başka tarzı, vicdandan çok daha az ihtiyatı ortaya koyar. Sizinle iyi ilişkileri olan birine, bir başkasının çıkarına ihanet ettiğiniz zaman, bu başka kişi daha sonra kendisine aynısını yapacağınızı bilmez mi? O, sizi kötü bir adam diye değerlendirir; Ama bununla birlikte size kulak verir, sizden yararlanır ve sizin ihanetinizden çıkar sağlar. Bu ‘iki taraflı’ oynayan kişiler sağladıklarıyla yararlı olurlar; Ama bunların mümkün olduğunca azını birlikte götürmelerine göz kulak olmak lazım.
Ben bir tarafa söylemeyeceğim şeyi öteki tarafa da söyleyemem; yalnız zamanı gelince söylemedeki vurgu biraz değişir. Ama onlara yalan söylemeyi göze aldığım yararlı hiçbir şey yoktur. Sır olarak emanet edilen bir şeyi titizlikle saklarım; Ama sırları saklama görevini üzerime mümkün olduğunca az alırım. Hükümdarların sırlarını muhafaza etmek kişinin ne yapacağını bilmediği rahatsızlık verici bir görevdir. Şu alışverişi seve seve öneririm: Bana az sır versinler, ama kendilerine açıkladıklarıma güvensinler; bunlardan her zaman istemediğimden fazlasına vakıf oldum.
Açıkça ve içtenlikle konuşmak karşınızdaki kişiyi aynı şekilde konuşmaya yöneltir; aşkla şarabın yaptığı gibi sözlerin akışını sağlar.
“Sana sahip olduklarımdan ne vermemi istersin?” diye soran Kral Lyzimachus’a, Philippides şu bilgece yanıtı verir: “İstiyorsan her şeyi, yeter ki sırlarından biri olmasın.” Her insanın, kendisine yaptırılan işin aslının kendisinden gizlenmesine kızdığını görmekteyim. Bunun beni ilgilendiren tarafı, işe başlamam istendiğinde bilmem gerekenden daha fazlasının söylenmeyişinden memnun olurum; bildiğimin ötesine gitmeyi ve sözümü zora sokmayı arzulamam. Aldatmacaya alet olmak zorundaysam, hiç değilse vicdanım rahat olsun. İhanet etmeye uygun bulunan çok gönülden bağlı ve çok sadık bir hizmetkâr yerine konulmayı istemiyorum. Kendisine sadık olmayan biri, efendisine karşı sadık olmamakta kesinlikle mazur görülebilir.
Ama adamları yarısıyla kabul etmeyen ve sınırlı hizmetleri koşullara bağlı diye hor gören hükümdarlar vardır. Başka çözümü yok; onlara içtenlikle kendi tespit ettiğim sınırların neler olduğunu bildiririm. Çünkü ben kendimi ancak aklın esiri yapabilirim; aslında buna ulaşmayı çok da başaramadım. Zaten onlar kendi yarattığı ya da satın aldıkları ya da kaderi tamamen onlara bağlı bir kişidense kendilerine karşı aynı bağlılıkta ve zorunlulukta özgür bir insanı ısrarla istemekte hata ediyor. Yasalar üzerimden büyük bir kaygıyı kaldırdı; onlar bana bir tarafı seçti ve bir efendi verdi. Her başka otorite, her başka zorunluluk bununla orantılı ve sınırlı bulunmak zorundadır. Bu, ben bir tarafa doğru eğilim hissedersem, ona derhal kolumu sunacağım demek değildir. İrade ve arzular yasayı kendilerinden yaratır; Ama eylemler bunu kamu düzeninden almak zorundadır.
Bana ait olan bu işleyiş biçimleri alışkanlıklarımızla bir parça uyumsuzdur. Onlar büyük etkiler yapmaya elverişli olmadıkları gibi, uzun süre devam etmeye de yatkın değildir; masumiyet kendini gizlemeden aramıza giremediği gibi yalan söylemeden de görüşmelere katılmıyor. Bunun için, kamu görevleri bana göre değil! Sosyal durumumun gerektirdiği işleri olabildiğince özel yollarla yapıyorum. Gençliğimde kulaklarıma kadar kamu işlerine battım ve başarılı oldum; Ama erkenden de ayrılmış oldum. Ve o andan beri kamu görevlerine girmekten kaçındım, nadiren kabul ettim ve hırsa sırt çevirip hiçbir zaman istemedim. Geriye kürek çekerek ilerleyen kürekçiler gibi yapmadım; Ama işlerin içine kendimi bırakmadıysam bunu yine de kendi kararlı tutumumdan çok şansıma borçluyum. Çünkü zevkime daha az aykırı ve olanaklarıma daha uygun yollar var; eğer kaderim eskiden beni kamu işlerine yöneltmiş olsaydı, biliyorum ki bu yolu izlemek için yargılarımın üstesinden kayıp geçerdim. Benim düşüncelerime karşı çıkarak, benim içtenlik, sadelik ve doğallık dediğim şeylere yapmacık ve incelik, ihtiyatlılık, ustalık diyenler onurumu zedelemiyorlar, aksine beni daha onurlu kılıyorlar. Ama bunlar inceliğimi daha fazlasıyla inceltiyor! Beni yakından izlemiş ve gözlemlemiş olacak kişi karşımda oyunu ancak iki şeyi itiraf etmeyi yadsırsa kazanabilir: Önce, onların okulunda hiçbir kural benim olan bu doğal hareketi yeniden ortaya koymayı, bu kadar engebeli ve çeşitli yolun üzerinde, bunca sebatlı ve bunca esnek bir özgürlük ve ehliyet görünüşünü muhafaza etmeyi bilemeyecektir. Sonra da, tüm dikkatleri ve zekâları onları oraya götüremeyecekti. Doğruluğun yolu tek ve basit, özel çıkar güdülen işlerin yolu çift, karmaşık ve rastlantıya bağlıdır. Bu yapmacık ve sahte özgürlüklerin kullanıldığını sıkça gördüm; çoğu kez de başarısız kaldıklarını. Onlar biraz, kendini köpekle bir tutup, ön ayaklarını sahibinin omuzlarına neşeyle atan Ezop’un eşeğini düşündürüyor; ama sahibine bu yaltaklanmanın karşılığında köpeğin aldığı okşamalar kadar, hatta iki katını zavallı eşek sopa darbeleriyle aldı. “Id maxime quenque decet quod est cujusque suum maxime.” [“Bizim için en iyi olan en doğal olanıdır.” (Cicero, De officiis, I, XXXI)]. Aldatmacayı bulunduğu yerden kaldırmayı istemiyorum: Onun sıkça yararlı olarak kullanıldığını, çoğu insansal etkinliği devam ettirdiğini ve beslediğini biliyorum. Birçok davranışlar iyi, hoş görülebilir veya gayri meşru olduğu gibi meşru olan kusurlu davranışlar da vardır.
“Kendi başına”, doğal ve evrensel ve daha soylu biçimde düzenli olan adalet, özgün ve milli, durumlarımızın gereksinimlerine göre özel bir adalettir. “Veri juris germanœque justitiæ solidam et expressam effigiem nullam tenemus; umbra et imaginibus utimur.” [“Gerçek hukukun ve kusursuz bir adaletin sağlam ve doğru bir örneğine hiç malik değiliz; uygulamamızda bunların sadece bir gölgesi, bir görüntüsüne sahibiz.” (Cicero, De officiis, III, XVII)]. Bilge Dandamys, Sokrates’in Pythagoras’ın, Diogenes’in hayatlarını duyduğu zaman, onların büyük adamlar olduklarını, ama yasalara fazla boyun eğdiklerini söyledi. Çünkü yasalara yetke vermek ve onları desteklemek için, gerçek erdem ilksel gücünden çok şey terk etmek zorundadır; birçok kusurlu eylem, sadece onların izniyle değil, teşvikiyle yapıldı. “Ex senatusconsultis plebisquescitis scelera exercentur.” [“Senato kararlarının ve halk oylamalarının kışkırtmasıyla işlenmiş suçlar vardır.” (Seneca, Ep., XCV)]
Ben yararlı şeylerle dürüst olanlar arasında bir fark yapan ve sadece yararlı değil, ama gerekli olan bazı doğal eylemlere namussuzca ve ahlaksızca diyen gündelik dili izliyorum.
Ama ihanet örneklerimizle devam edelim. Trakya krallığında hak iddiası eden iki kişi, hakları konusunda kavga noktasına gelince, imparator onları silaha başvurmaktan alıkoydu; Ama aralarından biri bir uzlaşma anlaşmasını pazarlık etme bahanesiyle rakibini evinde şölene çağırdı ve hapse attırıp katletti. Adalet, kesinlikle Romalıların bu ağır suçun karşılığını elde etmelerini istiyordu; Ama girişimin güçlüğü sıradan yolların kullanımını engellemekteydi. Bunu savaşsız ve tehlikesiz yasal biçimde yapamayınca onlar da hileyle yapmaya giriştiler; dürüstlükle yapamadıklarını işe yarayan biçimde yaptılar. Pomponius Flaccus adında biri işi yapmayı üstlendi; cinayet suçlusunu sahte sözlerle ve kandırıcı güvencelerle tuzağına çekti. Ama vaat ettiği onur ve iltifatlar yerine onu elleri ve ayakları bağlı Roma’ya yolladı. Uygulamaya göre bir hain, bu şekilde bir başka haine ihanet etmişti; Çünkü bu kişiler çok kuşkucu olup, bunun kanıtlamasını yapmakta olduğumuz yürek yakan deneyimin gösterdiği gibi, onları kendi tuzaklarına düşürmek oldukça zordur.
İsteyen kişi Pomponius Flacus olacak; bunu isteyecek bir hayli insan vardır. Bana gelince, sözüm ve inancım bu topluma (devlet) aittir. Bunun en iyi sonuçları kamu hizmetlerinde görülür. Bunu bir varsayım olarak söylüyorum. Benden Saray’ın ve davaların yükümlülüğünü üstlenmem istenseydi, “bu konuda hiçbir şey bilmiyorum” diye yanıt verirdim; öncü takipçilere komuta etmem söz konusu olsaydı, “daha soylu bir işleve talip olabilirim” derdim. Katletmek ve de zehirlemek söz konusu olmasa bile, önemli bir hizmet sağlamak için yalan söylemekte, ihanet etmekte, yemin bozmakta kullanılmak istenseydim, “bir şey soydum ya da yağmaladıysam beni daha iyisi kürek cezasına gönderin” derdim. Çünkü dürüst bir kişi Antipater’e yenilen Ispartalıların teslim olmaları konusunda yaptıkları gibi konuşabilir: “Hoşunuza gittiği gibi bize ağır ve yıkıcı koşulları dayatabilirsiniz; Ama utanç verici ve namussuzca olanları hayır, zamanınızı kaybedersiniz.” Mısır krallarının yargıçlarına törenle yemin ettirdikleri gibi, herkes ‘verilecek rütbe ne olursa olsun görevine sırt çevirmeyeceği’ konusunda kendi kendine ant içmiş olmalı. Yukarıda sözünü ettiğime benzer görevler, yüzkarası ve lanetlemeyle damgalanmıştır; bunu size veren kişi bunu yükümlülük ve ceza şeklinde iyice anlıyor musunuz diye sizin başınıza kakar. Kamu işleri sizin çabanızla düzeltildiği oranda, sizin işleriniz kötüye gider; kendiniz için ne kadar kötü olursa göreviniz için o kadar iyi olur. Sizi görevlendiren kişinin aynı zamanda sizi cezalandırması yeni bir şey değil, bu işin adaletli gözükmesi de öyle. Bazı durumlarda ihanet mazur görülebilir: bu ancak hainliği cezalandırmakta ve o haine ihanet etmekte olabilir.
Sadece reddedilmiş değil, lehlerine girişilen kişiler tarafından cezalandırılmış çok sayıda ihanetler vardır. Pyrrhus’un doktoruna karşı Fabritius’un açtığı davayı bilmeyen var mı? Şu da var: Bu derece alçaklığı ve köleliği kabul etmeyecek daha önce kendisini kullanmış olan kişiden ciddi bir şekilde öç alan kişiler var.