Denemeler: Üç Tür İlişki Üzerine – Michel de Montaigne

297

İnsanın eğilimlerine ve mizacına aşırı bağımlı olmaması gerekir. Bizim temel niteliğimiz, çeşitli durumlara kendimizi uyarlamayı bilmemizdir. Tek bir yaşam tarzına zorunlulukla bağlı olmak, yaşamak değildir, sadece var olmaktır. En güzel ruhlar, en fazla çeşitlilik ve esneklik sunanlardır.

İşte yaşlı Cato’dan buna güzel bir örnek:”Öyle esnek bir zekâsı vardı ki, hangi işe girişse, sadece o iş için yaratılmış derdiniz.” Eğer kendimi kendi isteğime göre yeniden biçimlendirseydim, kendimi ona bağımlı kılacak ve kalıba sokacak bir tarzım olmazdı. Yaşam inişli çıkışlı, düzensiz ve çok değişken bir harekettir. İnsanın durmadan ve eğilip bükülmeden kendi eğilimlerini izlemesi, peşinden gitmesi, kendiyle arkadaşlık olmayacağı gibi, kendi kendimin efendisi olmakta değildir, bu, kendi eğilimlerimin kölesi olmaktır. Çünkü ruhum, sadece karşısına bir engel çıktığında, kendini tümüyle ve tam olarak ona vererek zamanını geçirdiği için ve bana bezginlik vermesinden bir türlü kendimi kurtaramadığım için, bunu şimdi söylüyorum. Ona verilen konu ne kadar hafif olursa olsun, o bunu seve seve büyütür ve tüm gücünü bu işe harcar. Bunun için, onun aylaklığı benim için zahmetli ve sağlığıma zararlı bir meşguliyettir. Genelde insan aklı, çalışmak ve alıştırma yapmak için yabancı konulara gereksinim duyar; benim aklım ise daha ziyade sakinleşmeye ve dinlenmeye gereksinim duyuyor, “Aylaklığın kusurlarından kaçıp kurtulmak için çalışmak gerekir.” (Seneca, Ep., LVI). Çünkü en emek isteyen, en temel uğraşı kendi kendini incelemektir. Kitaplar onu bu kendini inceleme işinden alıkoyan uğraşılar türündendir. Aklına gelen ilk düşüncelerde harekete geçer ve her yönde gücünü kanıtlar; işleyişini kâh güçle, kâh düzen ve zarafetle yürütür, dinginleşir, ılımlılaşır ve pekişir. Melekelerini kendi kendine uyandırma yetisine sahiptir. Doğa hepimize verdiği gibi, yararlanması için ona buluşlar yapacağı ve yargılayacağı konular, maddeler verdi.

Derin düşünme, kendini yoklamasını ve onu güçlü bir şekilde kullanmasını bilen için etkili ve zengin bir çalışmadır. Ben zihnimi doldurmak yerine işlemeyi daha fazla seviyorum. Ruhuna uygun düşünceler beslemekten daha zayıf ya da daha güçlü bir uğraş yoktur. En yüce kişiler bunu kendilerine uğraş edindiler; “Onlar için yaşamak düşünmektir.” (Cicero, Tusc., V, XXXVIII). Doğa bu ayrıcalığı bu nedenle ona bağışlayarak bu yeteneği destekledi. Bunca zaman yapabildiğimiz başka hiçbir şey yok. Bu kadar olağan, bu kadar kolaylıkla kendimizi verdiğimiz başka bir eylem yok. “Derin düşünceler, tanrıların işidir” der Aristo, “onların ve bizim büyük mutluluğumuz bu derin düşünceden doğar.” Okuma ve özellikle çeşitli konularla birlikte okuma, benim düşünme yeteneğimi güçlendirmeye yarar; belleğimi değil, düşünme yeteneğimi güçlendirir.

Böylece konuşmalar güçlü ve canlı oldukları sürece ilgimi çeker. Tat almanın ve güzelliğin, ciddiyet ve derinlik kadar ya da onlardan daha fazla içimi doldurduğu ve beni meşgul ettiği doğrudur. Başka türlü bir konuşma sırasında uyukladığım ve üstünkörü dikkat ettiğim için, üzerinde çok konuşulmuş, laf olsun diye yapılan sohbetlerde, bir çocuğa yakışmayan aptalca sözler söylediğim, hayali yanıtlar verdiğim ya da inatla sessiz kaldığım ve kabalık ettiğim olur. Bir yandan kendi içine kapanan bir hayalci gibiyim, diğer yandan birçok ortak konuda derin ve çocuksu bilgisizlik içindeyim. Bu iki özellik sayesinde, beni sıradan biri kadar bön gösteren beş ya da altı öykü anlatabildim.

Konuma dönersek, zor beğenen mizacım insanlarla ilişkilerimi nazikleştiriyor, onları daha titizlikle seçmem gerekiyor ve günlük hayattaki işlerde beni beceriksiz kılıyor. Halktan kişilerle ilişkilerimiz var; onlarla birlikte yaşıyoruz. Bu ilişkilerimizden rahatsızlık duyuyorsak, düşük ve bayağı insanlarla düşüp kalkmaya tenezzül etmiyorsak –bununla birlikte onların da çoğu zaman ince insanlar kadar kuralları vardır; onların cahilliğine uymayan her türlü bilgelik can sıkıcıdır–, o zaman ne kendi işlerimizle, ne de başkalarının işleriyle ilgilenmemeliyiz; Çünkü özel işler gibi kamusal işler de bu kişilerle birlikte düzenlenir. Ruhumuzun en dingin ve en doğal tavırları en güzel olan tavırlarıdır. Tanrım! Arzuları güce göre ayaklanmakla bilgelik insanlara ne büyük iyilik ediyor. Bilmekten daha yararlı hiçbir şey yoktur. “Elimizden geldiği kadar”; sözü Sokrates’in dilinden düşürmediği en gözde sözüydü. Bu sözün büyük değeri vardır: Gerçekten de arzularımızı yönlendirmeyi, onları en rahat ve kolay ulaşılır şeylerde durdurmayı bilmek gerekir. Kaderimin beni içlerine kattığı ve onlarsız olamayacağım binlerce insanla anlaşmamak, insanlarla ilişkisini koparmış bir ya da iki insana ya da ulaşamayacağım hayali bir arzuya bağlanmak aptallık değil midir? Her somurtkanlığın ve sertliğin düşmanı olan uysal mizacım, beni kinden ve düşmanlıklardan kesinlikle koruyabildi; hiç kimseye bundan daha iyi koşullar sunulmadı, bunu beni sevmeleri için değil, benden nefret etmemeleri için söylüyorum. Ama toplum içindeki davranışımın soğukluğu, bunu haklı olarak başka türlü yorumlayan ve hatta en kötü anlamı veren birçok kişinin bana karşı iyi olmalarını engelledi.

Ender bulunan mükemmel dostluklar edinmek ve bunları sürdürmek konusunda son derece yetenekliyim, çünkü kendi zevkime uyan dostluklara son derece açım. Dostluklara dört elle sarılırım ve kendimi onların arasına öylesine bir istekle atıyorum ki kolaylıkla bağlanmaktan ve geçtiğim yerlerde iz bırakmaktan geri kalmıyorum. Bunlardan çoğunlukla mutlu deneyimler edindim. Ama sıradan dostluklarda biraz tutuk ve soğuğumdur; Çünkü canımın istediği gibi davranamazsam doğal olamıyorum. Talihimin daha gençlik yıllarımdan itibaren beni tek ve kusursuz bir dostluk için (La Boétie ile olan) biçimlendirmesi ve buna alıştırmış olması bir dostum dışında, gerçekte beni başkalarından soğuttu, eksilerden birinin dediği gibi dostluğun bir birliktelik olduğunu sürü ilişkisi olmadığını anladım. Bu yüzden, yarım yamalak, kalabalık ve kusurlu dost sohbetlerinde bize tavsiye edilen kölece ihtiyatla ve kuşkuculukla sanki bir başkasıymışım gibi iletişimin bana zor geldiğini söylemem gerekir.

Ve bununla beraber, benim gibi başlıca amacı yaşamın avantajları olan bir adamın (burada kesinlikle gerçek avantajlardan söz ediyorum) bu davranış cambazlıklarından ve kurnazlıklardan veba gibi kaçmak zorunda olduğunu açıkça görüyorum. Kaderinin onu götürdüğü her yerde kendini rahat hisseden, komşusuyla tasarılarını, av partisini ve sürmekte olan davalarını konuşabilen, bir doğramacı ve bir bahçıvanla zevkle sohbet edebilen, gevşeyen ve rahatlayan bir ruhu seve seve överdim. Emrindeki en önemsiz hizmetçiyle iletişim kurmasını ve uşaklarıyla sohbet etmesini bilen insanlara imreniyorum.

Platon’un, ister erkek hizmetçi olsun, ister kadın hizmetçi, onlarla şakalaşmadan, soğuk ve otoriter bir şekilde konuşmayı salık veren öğüdünün hiç hoşuma gitmediğini eklemeliyim. Ayrıca, talihin kimine verdiği bu ayrıcalığı bu kadar öne çıkarmak hem gayri insanidir, hem de haksızlıktır. Uşaklarla efendiler arasındaki farkın en az hissedildiği toplumlar bana daha adil geliyor.

Başkaları akıllarını öne sürmeye ve onu yükseltmeye çaba gösterir; bense alçaltmaya ve yatırmaya gayret ederim: Uzadıkça kusuru daha da artar.

“Bana Eacus’ün soyağacını ve Illion’un kutsal duvarları

altında yapılan çarpışmaları anlatıyorsun;

ama Chio’nun şarabını hangi bedelle ödeyeceğiz,

banyomun suyunu hangi köle ısıtacak,

Pelignesler’in soğuğundan korunmak için kimin evinde barınacağım,

bunlardan hiç söz etmiyorsun.” (Horatius, Odlar, III, XIX, 3)

Lakedemonlular yiğitlerinin savaşlar sırasında gözü kara ve çılgınca ortaya atılmamaları için flütlerin tatlı ve yumuşak sesine ihtiyaç duyarlar; halbuki başka milletler askerlerini coşturmak, şevke getirmek için tiz ve güçlü sesler kullanırlar. Aynı şekilde, bana öyle geliyor ki, alışılmış düşünceye karşı aklımızı kullanırken kanatlardan ziyade ağırlığa, kızgınlıktan ve azgınlıktan ziyade soğukkanlılık ve sakinliğe ihtiyaç duyuyoruz. Birbirlerini anlamayanlar arasında anlamış gibi yapmaktan ve aklı kullanarak konuşmaktansa, favellarin punta di forchetta (Çatalın sivri ucu üzerine konuşma) işi aptallığa vurmak bana daha uygun geliyor. Birlikte olduğunuz kişilerin düzeyine inmek ve bazen bilmezden gelmek gerekir. Gücü ve becerikliliği bir yana bırakın; güncel uygulamada sıradan yolları kullanmanız yeterlidir. Ve eğer istiyorlarsa yerlerde sürünün.
Bilginler sıkça bu taşa çarparlar: Bilgileriyle hep gösteriş yaparlar, kitaplarından öğrendiklerini her yere ekerler. Şu günlerde çalışma odalarını ve hanımların kulaklarını öyle dolduruyorlar ki, bu hanımlar söylenenlerin özünü yakalamasalar da en azından anlamış gibi yapıyorlar. Ne kadar düzeysiz ve bayağı olursa olsun, her türlü konuda ve konuşmada, yazarken ve konuşurken yeni ve bilgince tavırlar takınıyorlar.

“İşte onların korkularını, öfkelerini, sevinçlerini, sıkıntılarını

ve ruhlarının tüm sırlarını ifade etme üslubu, daha ne diyebilirdim ki?

Kadınlar yatakta bilgiçlik taslıyorlar.” (Juvenal, VI, 189)

Ve ilk karşılaştıkları şeyi kanıt olarak kullanacakları zaman bunu Platon ve Aziz Thomas’a dayandırırlar. Ruhlarına ulaşamayan bilim, dillerinde kalıyor. Güzel yeteneklerle donanmış olan kadınlar eğer bana inanırlarsa, kendilerine has doğal yeteneklerini değerlendirmekle yetineceklerdir. Güzelliklerini yabancı güzellikler altında gizliyorlar ve üstünü örtüyorlar; ödünç alınmış bir ışığı parlatmak için kendi aydınlığını bastırmak büyük aptallıktır! Onlar yapaylığın altına gömülmüş, kefenlenmiş gibidir. “De capsula totæ” [“Tepeden tırnağa, bir giysi dolabından çıkmış gibi bir halleri var.”] Kendilerini yeterice tanımadıkları içindir bu; dünyada daha güzeli hiçbir şey yok, aksine sanatları yüceltmek, güzel olanı güzelleştirmek onlara düşüyor. Hayatta sevilmekten ve yüceltilmekten başka ne isterler? Bunun için fazlasıyla her şeye sahip olup, fazlasıyla biliyorlar. Sadece onlardaki yetenekleri uyandırmak ve teşvik etmek gerekiyor. Hanımlarımızın belagate, hukuka, mantığa ve ihtiyaçları olmayan boş ve gereksiz benzer uyuşturuculara bağlandıklarını gördüğüm zaman, onlara bunları salık veren erkeklerin bu bahane ile onları istedikleri gibi şekillendirmek için bir araç olarak kullanmalarından korkuyorum. Çünkü onlara başka ne özür bulabilirim? Hanımların bizim yardımımız olmaksızın gözlerinin güzelliğini neşeye, sertliğe ve yumuşaklığa uydurabilmeleri; onlara biraz katılık, kuşku ve lütuf katabilmeleri yeterlidir. Kendilerini kur yapılırken söylenen sözleri yorumlamaya kalkmasınlar. Bu bilgiyle, kocalarını ve okulları değneğin ucunda diledikleri gibi oynatırlar. Herhangi bir konuda bizden geride kalmak canlarını sıkarsa, merak edip kitaplarla ilgilenmek isterlerse, şiir onların ihtiyaçlarına uygun bir uğraştır; hafif, becerili ve süslü, tümüyle sözlerden ve zevkten oluşan bir sanattır bu – onlar gibi. Tarihin incelemesinden de çeşitli yararlar edineceklerdir. Felsefenin yaşam alanıyla bölümünde bizim karakterlerimizi ve varoluş koşullarımızı değerlendirmeyi, ihanetlerimizden kendilerini korumayı, kendi arzularını dizginlemeyi, özgürlüklerini denetlemeyi, hayatın zevklerini uzatmayı, öğrenecekler ve aynı zaman da bir aşığın vefasızlığına bir kocanın hoyratlığına, yılların, çizgilerin ve benzeri şeylerin rahatsızlığına insanca katlanmayı da öğrenecekler.

Başkalarını dışlayan, içine kapanık insanlar vardır. Benim iletişime ve dışa açılmaya elverişli bir yapım var; dışadönük, doğal olarak arkadaş topluluklarına ve dostluğa yatkın biriyim. Benim sevdiğim ve salık verdiğim yalnızlık esas olarak duygularımı ve düşüncelerimi kendime çevirmek, adımlarımı değil kaygılarımı ve arzularımı kısıtlamak, yabancı şeylerden kaygılanmayı reddetmek, uşaklıktan, minnet borcundan ve insan kalabalığından değil iş kalabalığından ölümden kaçarcasına kaçmaktır. Belli bir yerdeki yalnızlık, doğruyu söylemek gerekirse beni rahatlatıyor ve dışarıya doğru itiyor; yalnız olduğum zaman kendimi devlet işlerine ve dünyaya daha bir istekle veririm. Louvre’da kalabalık içinde kendime döner ve kabuğuma çekilirim; kalabalık beni kendime iter, kendi kendime bu denli çılgınca, bu denli açık saçık ve özel şeyleri saygın ve ağır başlığın geçerli olduğu yerlerin dışında asla söylemiyorum. Beni güldüren çılgınlıklarımız değil, bilgeliklerimizdir. Doğam gereği saraydaki kalabalığa düşman değilim, orada hayatımın bir bölümünü geçirdim; büyük insan topluluklarına neşeyle katılan biriyim, yeter ki bu buluşmalar belli aralıklarla ve benim keyifli anımda olsun. Ama sözünü ettiğim ilişkilerdeki bu seçicilik, beni daha güçlü bir biçimde yalnızlığa itiyor; kendi evimde, kalabalık bir aile ortamında ve gelen gidenin çok olduğu bir evde bile. Yeterince insan görüyorum ama özel olarak konuşmaktan hoşlanacağım kişiler az sayıda. Burada kendime ve başkalarına hiç alışılmadık bir özgürlük tanırım; burada merasimler, karşılamalar, uğurlamalar ve öteki görgü kuralları (ey şu bağlayıcı ve can sıkıcı yargılar!) bir yana bırakılır. Herkes istediği gibi davranır, isterse düşüncelere dalarlar. Ben burada konuklarımı incitmeden sessiz, hayallere dalmış ve içime kapanık dururum.

Toplumda aradığım ve yakınlık kurmayı istediğim insanlar, saygın ve nitelikli insanlardır. Onlardan edindiğim düşünceler beni başkalarına yöneltir. Bu konuda iyice düşünecek olursak, bunlar türümüzün en az rastlanan insanlarıdır ve bunu doğaya borçludurlar. Böyle bir yakınlığın amacı, sadece yakınlık, ahbaplık, görüşme ve sohbettir, ruhların yakınlaşmasından başka hiçbir çıkar beklenmez. Konuşmalarımızda tüm konular benim için birdir; ağırlık ve derinlik olmamasına hiç aldırış etmem: ama zarafet ve doğruluk hep vardır. İyiliğin, içtenliğin, neşenin ve dostluğun karıştığı olgunlaşmış ve kalıcı bir sağduyu ona damgasını vurur. Aklımız güzelliğini ve gücünü sadece verasette ve krallık işlerinde kendini göstermez; özel konuşmalarda da kendini belli eder. Ben adamlarımı sessizlikleriyle, gülümseme biçimleriyle tanırım ve onları sofrada bir meclisten çok daha iyi keşfederim. Hyppomachus iyi güreşçileri sokakta yürürken tanıdığını söylerdi. Söyleşilerimize bilim katılacaksa, itiraz edilmeyecektir; ama alışılageldiği gibi hükmedici, buyurucu ve rahatsız edici bir biçimde değil, görüşü destekleyici ve saygılı olmalıdır. Biz sohbetlerimizde sadece vakit geçirmeye bakıyoruz, eğitilmek ve öğüt almak zamanı gelince, gidip onu taçlandırıldığı yerde buluruz. İsterse, bu defalık bizim düzeyimize insin; Çünkü ne kadar yararlı ve arzu edilir olursa olsun, gerektiğinde ondan vazgeçebileceğimizi ve amaçlarımıza onsuz erişebileceğimizi düşünüyorum. Doğuştan iyi niteliklere sahip, insanlarla ilişkilerinde ustalaşmış bir ruh (insan), kendini tümüyle arzu edilebilir bir ruh haline getirebilir. Sanat sadece böylesine ruhların ürettiklerini incelemek ve bir araya getirmekten ibarettir. Güzel ve onurlu kadınlarla ilişki içinde olmak da benim için hoş bir dostluktur: “Nam nos quoque oculos eruditos habemus” [“Çünkü bizde bilen gözlere sahibiz.” (Cicero, Paradokslar, V, II)]. Her ne kadar ruhumuz bu tür ilişkilerde birincilerindeki kadar zevk almasa da, buna bedensel duyular katıldığında, aynı oranda olmasa bile, ona yakın bir zevk alır. Ama bu hep tetikte olmayı gerektiren bir durumdur, özellikle de benim gibi bedeni çok önemli rol oynayan insanlar için. Gençliğimde yeterince pişkin ve şairlerin dediği gibi, bu tür ilişkilerine kendini düşüncesizce bırakanların çektiği bütün acıları çektim. Ama yediğim bu kamçı darbesi sonradan benim için bir ders oldu.

Grek filosundan kim Caphareus’un gizli kayalıklarından kurtulursa

yelkenlerini hep Euboea’nın sularından uzağa çevirir.”

(Ovidius, Hüzünlüler, I, I, 83)

Aklını fikrini tümüyle böyle ilişkilere bağlamak ve çılgınca bir tutkuyla gerisini düşünmeksizin kendini buna kaptırmak çılgınlıktır. Ama öte yandan, aşk ve duyguları katmaktan, oyuncular gibi yaşına ve geleneğe uygun bir rolü oynamak için böyle bir şeye kalkışmak ve buna sözlerden başka bir şey katmamak, gerçekten kendini güvenceye almaktır; tıpkı tehlikeden korkan bir insanın, kendi onurunu ya da çıkarını ya da zevkini korkakça terk etmesi gibi. Çünkü kadınlarla olan ilişkilerini bu şekilde yürüten kişiler bundan güzel bir ruhu etkileyebilecek ya da doyuracak hiçbir sonuç umut edemezler. Bir şeyden zevk almak için onu gerçekten arzulamış olmak gerekir. Talihleri adaletsizce yaver gitse bile, bunun böyle olduğunu söylüyorum; çünkü ne kadar çirkin olursa olsun, kendini nazik görmeyen, saçıyla, başıyla ya da davranışlarıyla sevilmeye layık olmadığını düşünen bir kadın yoktur. Çünkü tümüyle çirkin kadın olmadığı gibi, tümüyle güzel bir kadın da yoktur ve başka niteliklerden yoksun olan Brahman kızları, hiç olmazsa bir koca bulmayı hak etmek için, kent meydanında bu amaç için toplanmış halka edep yerlerini gösterirler.

Sonuç olarak, hep hizmetinde olacağına and içen ilk kişiye kolayca kanmayan hiçbir kadın yoktur. Öyle ki deneyimlerin de bize gösterdiği gibi, günümüz erkeklerinin yaygın ve sıradan ihanetleri nedeniyle kadınlar bizden kaçmak için ya kendi içlerine dönüyorlar ya da diğer kadınlarla birlik oluyorlar. Veya bizim kendilerine sunduğumuz örnekleri izliyorlar, oyundaki kendi rollerini oynuyorlar; aşksız, tutkusuz ilişkiler içinde oluyorlar. “Neque affectui suo aut alieno obnoxiæ.” [“İster kendilerinden gelsin, ister başkasından hiçbir tutku onlara ulaşamaz.” (Tacitius, Yıllıklar, XIII, XLV)]. Bu, Platon’daki Lysias’ın öğüdüne göre, biz kadınları ne kadar seversek onlar da kendilerini bize o oranda daha yararlı ve rahat bir biçimde verirler.

Güldürü oyunlarındaki gibi olacak bu; burada seyirciler oyuncular kadar, hatta daha fazla keyif alacaklardır!

Bana gelince, çocuksuz bir annelik tanımadığım gibi Cupidon’suz Venüs de bilmem; bunlar iç içe geçmiş, biri olmadan diğeri de olmayan şeylerdir. Bu nedenledir ki aldatma, aldatanın üzerine sıçrar; yapana bir zarar vermese de, ona değerli bir şey kazandırmaz. Venüs’ten bir tanrıça yaratan kişiler onun asıl güzelliğinin bedensel değil tinsel olduğunu gördüler. Oysa, bu insanların aradığı güzellik insanca olmadığı gibi hayvanca bile değildir; hayvanların kendileri bu kadar kaba ve maddi bir güzellik istemezler. Bedenden önce hayalin ve arzunun onları sardığını ve kışkırttığını görüyoruz. Her iki cins hayvanın da sürü içinden kendi arzuladıklarını seçtiklerini ve ayırdıklarını ve aralarında uzun bir sevgi ilişkisi olduğunu görüyoruz. İhtiyarlığın bedensel gücünün esirgedikleri bile hâlâ aşkla titreşiyor, kişniyor ve ürperiyor. Onların eylem öncesi umut ve ateşle dolu olduğunu görürüz ve işlevlerini yerine getirdikten sonra hâlâ bu anının tatlılığı ile keyiflenmeyi sürdürüyorlar; iş bittikten sonra kiminin kasıldığını, kiminin bayram ve zafer türküleri söylediğini görürüz: kimileri yorgun ve doymuştur. Bedeni doğal bir ihtiyacın yükünden kurtarmak zorunda kalanın yapacağı tek şey, bu ince işlere bir başkasını karıştırmaktır. Aşk, kaba saba bir açlığın besini değildir.

Olduğundan daha iyi görünmeye çalışmayan bir kişi olarak, gençliğimin hatalarıyla ilgili şunu anlatacağım. Sadece sağlık için tehlikeli olduğundan değil (yine de hafif ve kısa süren iki hastalığa yakalandım, bundan korunmayı beceremedim), ama hor gördüğüm için para karşılığı ve genel kadınlarla ilişkilere girmeye hemen hiç kalkışmadım. Aşk zevkini zorlukla, arzuyla ve biraz zaferle bilmeyi istedim; Aşklarında mahcupluk ve soyluluk kadar başka niteliğe kapılan İmparator Tiberius’un tarzını ve diktatörden ya da konsülden veya meclis üyesinden aşağısıyla birlikte olmayan ve âşıklarının yüksek düzeyinden zevk alan kibar fahişe Flora’nın kaprisli mizacını seviyordum. Kuşkusuz inciler ve nakış dokulu kumaşlar, aşığa sahip olduğu unvanlar ve hizmetçilerden bir parça daha fazlasını sağlıyor. Kısacası, ben ruha büyük bir önem veriyordum; yeter ki beden eksikli kalmasın. Çünkü dürüst olmak gerekirse, eğer bu iki güzellikten birini seçmek zorunda kalsaydım doğrusu ruhtan vazgeçerdim. O daha iyi şeylerde kullanılır; aşk konusuna gelince, esas olarak gözle ve dokunmayla ilgili olan bu konuda, ruhun cazibesi olmadan da bir şey yapılabilir, ama bedenin cazibesi olmadan hiçbir şey yapılamaz. Güzellik kadınların gerçek üstünlüğüdür. Güzellik o kadar onlara aittir ki, biraz farklı hatlar istese de bizimki ancak onların güzelliği ile bir çocuk ya da tüysüz bir delikanlınınki karşılaştırıldığında en mükemmel noktaya ulaşır. Güzelliklerinden ötürü Büyük Türk’ün (Osmanlı Sultanı) hizmetine alınan çok sayıda hizmetkâr, daha sonra, yirmi iki yaşında kapı dışarı edilir.

Sağduyu, bilgelik ve dostluğa saygı erkeklerde daha çoktur; bu nedenle dünya işlerini onlar yürütürler.

Sözünü ettiğim iki tür alışveriş – güvenilir erkekler ve güzel namuslu kadınlar arasında olanları – rastlantıya ve başkalarına bağlıdır. Birinci ender olduğu için zordur, diğeriyse yaşla birlikte solar; bu nedenle, onlar yaşamımı doldurmaya yetmediler. Ama üçüncüsü olan, kitapların arkadaşlığı çok daha güvenilir ve daha bizim elimizde olan bir şeydir. İlk ikisindeki üstünlük onda yoktur; Ama kendi bakımından kalıcılığa ve kullanım kolaylığına sahiptir. Bana tüm yaşamımın akışında eşlik edip, her tarafta yardımıma gelir; beni yaşlılığımda ve yalnızlığımda teselli eder, can sıkıcı bir başıboşluğun ağırlığını üzerimden alır ve canımı sıkan kişilerden beni her an kurtarır. Eğer son aşamada olmayıp tüm bedenimi sarmamışsa ağrı krizlerimi hafifletir. Sıkıcı bir düşünceye kurtulmak için kitaplara başvurmak yeterlidir; onlar beni kolayca ele geçirirler ve bu düşünceden uzaklaştırırlar. Ancak daha gerçek, daha canlı ve daha doğal başka olanaklar bulamayıp, onları aradığımı görünce isyan etmiyorlar. Bana hep güler yüz gösteriyorlar.

“Atını dizgininden tutarak götüren için, yayan gitmek daha rahat olur” denir. Bizim genç ve sağlıklı Napoli ve Sicilya kralı Jacques da, bir yere giderken katı bir tüy yastığa yatmış, gri çuhadan bir giysi, aynı türden bir külah giyinmiş olarak bir sedyede taşınırdı. O sırada, arkasından tahtırevanlar, türlü cinsten yedek atlar, asilzadeler ve subaylardan oluşan büyük krallık korteji gelirdi; yüzündeki sertlikte hâlâ sevecenlik ve kararsızlık vardı. Şifası yeninin içinde olunca hastanın şikâyeti olmaz! Kitaplardan elde ettiğim bütün faydalar, bu çok doğru sözün deneyiminde ve uygulanışında saklıdır. Aslında, kitapları onları tanımayan kişilerden daha fazla kullanmam. Bir cimrinin hazinesinin keyfini çıkardığı gibi ben de kitapların tadını çıkarıyorum çünkü ne zaman hoşuma giderlerse, o zaman tadını çıkaracağımı biliyorum. Ruhum bu mülkiyet hakkıyla yetiniyor ve doyuyor. Ne savaşta, ne barışta kitaplarım olmadan yolculuk etmem. Ama onlara hiç elimi sürmeden günlerim ve aylarım geçtiği olur. «Yakında ya da yarın ya da canım istediğinde okurum» derim kendi kendime. Bu arada, zaman bana sıkıntı vermeden akıp gider. Çünkü canım istediğinde bana keyif vermek için yanımda oldukları düşüncesinin, hayatımı ne denli kolaylaştırdıklarını görmenin beni ne kadar sakinleştirdiğini ve rahatlattığını anlatamam. Bu insani yolculukta bulduğum en iyi besindir bu ve onun yoksun olan zeki insanlara acıyorum. Ne kadar boş ve yararsız olursa olsun, hoş zaman geçirilecek her türlü şeyi çabuk kabul ederim, çünkü yanımdan kitabın eksik olmayacağını bilirim.

Evimde olduğum zaman, sıkça tüm evimi rahatlıkla yönetebildiğim kitaplığıma sığınırım; girişin üstündeyim ve bahçemin altında ahırlarımı, avlumu ve evimin büyük bir bölümünü görebiliyorum. Orada bazen bir kitabın, bazen bir diğerinin sayfalarını sıra gözetmeden, tutarsız bir şekilde karıştırırım. Kâh hayal kurarım, kâh not alırım ve gezinerek düşlerimi yazarım ya da yazdırırım.

Kitaplığım bir kulenin üçüncü katındadır. Birinci kat ibadet yerim, ikinci kat bir oda ve müştemilatıdır; yalnız başıma olmak için sıkça orada uyurum. Üstte, büyük bir elbise odası var. Bu oda eskiden evimin en gereksiz odasıydı; şimdi burası kütüphanem oldu ve günlerimin çoğunu, günün çoğu saatlerini orada geçiriyorum. Geceleri asla orada kalmam. Orası, kışları ateş yakılabilen ve bir pencereyle uygun bir biçimde aydınlanan oldukça hoş bir çalışma odasına açılıyor. Masraftan ziyade sıkıntıdan –beni işten alıkoyan sıkıntıdan– korkmasaydım, her bir yanına yüz adım boyunda, on adım eninde düzayak bir dehliz kolaylıkla yaptırabilirdim çünkü başka bir iş için çıkılmış duvarları istediğim yükseklikte buldum. Her inziva bir gezinti yeri istiyor. Düşüncelerim uyur, onları dinlendiririm. Bacaklarım onu harekete geçirdiği sürece aklım çalışmaz. Kitapsız çalışılanların hepsinde bu olur. Kitaplığım yuvarlaktır, masamdan ve sandalyemden başka düz yeri yoktur; bir bakışta çepeçevre beş katlı raflar üzerine dizili kitaplarımı bu yuvarlak şekil görmemi sağlıyor. Oda on altı adım çapında ve üç yanı açık ve güzel manzaralı. Kışın, orada daha seyrek bulunuyorum; çünkü adından da anlaşılacağı gibi evim bir tepeciğim üstüne kondurulmuştur; evin başka hiçbir bölümü bu kadar rüzgâr almıyor. Hem beden hareketleri yapmak, hem de evin kalabalığından kaçmak için biraz zor ulaşılan, çetin bir yerde olmak hoşuma gidiyor. Benim yuvam burası. Buranın tek hâkimi olmaya, bu köşeyi çoluk çocuktan, sivillerden uzak tutmaya gayret ediyorum. Başka yerlerde belirsiz bir sözel yetkiye sahibim. Bana göre, evinde kendisiyle baş başa kalacağı, özellikle kendini ağırlayabileceği, saklanacağı bir yeri olmayan bir insan acınacak bir insandır. Tutkunun bedeli, pazaryerindeki bir heykel gibi her zaman gözler önünde olmaktır: “Magna servitus est magna fortuna.” [(“Büyük servetin köleliği de büyük olur.” (Seneca, Consolatio ad Polybium, XXVI)]. Onlar, tuvaletlerinde bile gizlenemezler! Bizim din adamlarımızın kendi toplulukları içinde kurallarına bağlı olarak yaşadıkları o sert yaşamdan daha zor hiçbir şey olmadığı sonucuna vardım; kurallar hangi durumda olursa olsun, hep birlikte olmayı ve aynı işleri birlikte yapmayı dayatıyor. Ve ben hep yalnız kalmayı, hiç yalnız kalamamaktan daha katlanılır buluyorum.

Eğer birisi bana esin perilerini sadece bir oyuncak, bir vakit geçirme aracı olarak kullanmanın onları aşağılamak olduğunu söylüyorsa, benim gibi, o da oyunun ve vakit geçirmenin değerini bilmiyordur. Diğer amaçların gülünç olduğunu söyleyebilirim. Günü gününe yaşarım ve size saygı dışında, sadece kendim için yaşarım; tasarılarım orada sınırlı durur. Gençken gösteriş için öğrendim; sonra bilge hale gelmek için, şimdi de zevk için, ama hiçbir zaman bundan çıkar sağlamak için değil. Mobilya türleri gibi, sadece gereksinimlerimi karşılamak için değil, bunun ötesinde duvarları kaplamak ve süslemek için kitaplar ve bilgiler peşinde koşan boş ve müsrif huyumu terk edeli çok oldu.

Kitaplar, onları seçmesini bilenler için birçok niteliğe sahip olup, hoşa giderler. Ama hiçbir şey zahmetsiz elde edilmez; diğerlerinden ne daha kolay, ne rahat ulaşılan bir zevktir bu. Onun da kendine göre sakıncaları vardır; akıl onlarda çalışır, ama bakımına özen gösterdiğim beden hareketsiz kalıyor, çöküyor, cılızlaşıyor. Şu ilerlemiş yaşımda benim için bundan daha zararlı ve daha kaçınılması gereken başka bir aşırılık bilmiyorum.

İşte benim gözde ve kişisel üç uğraşım. Kibarlıktan ötürü borçlu olduğum kişilerle ilgili uğraşlarımdan söz etmiyorum.

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz