Bilgiye sahip olanın güce sahip olacağı ve yönettiği bir dünya düşü: Dataizm

Artık devasa veritabanlarını işleyebilecek, eşsiz hesaplama gücüne sahip algoritmalar geliştiriyoruz. Google ve Facebook algoritmaları tam olarak nasıl hissettiğinizi bilmekle kalmıyor…

Kendini Bilmek

Dataizm ne liberal ne de hümanisttir, ancak hümanizm karşıtı olmadığının da altını çizmek gerekir. İnsan deneyimine karşı olumsuz bir tavrı yoktur, sadece deneyimlerin içsel bir değeri olmadığına inanır.
Hümanizmin üç ana mezhebini incelerken en yüce deneyimin ne olduğunu sormuştuk: Beethoven’in Beşinci Senfoni’si mi, Chuck Berry mi, pigme kabul töreni şarkısı mı, yoksa kızışma dönemindeki bir kurdun uluması mı? Bir Dataist, müziğin ürettiği deneyimden çok sahip olduğu verilerle değerlendirilmesi gerektiğini öne sürerek tüm bu düşünce deneyinin yanıltıcı olduğunu iddia edecektir. Bir örnek üzerinden açıklamaya çalışalım. Bir Dataist Beşinci Senfoni’de daha fazla dizi ve akort kullanıldığını, bu yüzden çeşitli müzik tarzları arasında bir diyalog yaratabilme ihtimalinin daha yüksek olduğunu söyler ve buna dayanarak Beşinci Senfoni’nin pigme kabul töreni şarkısından çok daha fazla veri taşıdığını öne sürer. Beşinci Senfoni’yi çözmek daha fazla işlem gücü gerektirir ve bu çözümleme daha fazla müzikal bilgi sağlar.
Bu yaklaşım müziği matematiksel örüntüler olarak değerlendirir. Matematik her müzikal parçayı tanımlayabileceği gibi iki parça arasındaki ilişkiyi de açıklayabilir. Böylece her senfoninin, şarkının ve ulumanın net değerini ölçebilir ve en zengin olanın hangisi olduğunu belirleyebilirsiniz. İnsanlar ya da kurtlarda neden oldukları deneyimlerin hiçbir önemi kalmayacaktır. Geçtiğimiz 70 bin yıl boyunca insan deneyiminin evrendeki en etkin bilişim algoritması olması, deneyimin bu denli yüceltilmesini anlaşılır kılabilir. Ancak çok yakında bu algoritmaların misyonunu tamamlayacağı, hatta bir yüke dönüşeceği günler görebiliriz.
Afrika savanalarında on binlerce yıl önce evrimleşen Sapiens ve algoritmaları, 21. yüzyılda eriştiğimiz veri akışına yetişebilecek kapasitede değil. İnsan bilişim sistemini geliştirmeyi deneyebiliriz ancak sürümü yükseltilmiş insanlar bile bu noktada yetersiz kalabilir. Yakın gelecekte Nesnelerin İnterneti, sürümü yükseltilmiş insan algoritmalarının bile başa çıkamayacağı hızda ve boyutlarda veri akışı üretebilir. Motorlu taşıtlar at arabalarının yerini aldığında atların sürümünü yükseltmedik, onları emekliye ayırdık. Homo sapiens’in emeklilik günleri de muhtemelen yaklaşıyor.
Dataizm insan deneyimine veri işleme mekanizmalarındaki işlevi üzerinden değer biçen katı bir işlevsel yaklaşım benimser. Dolayısıyla aynı işlevi yerine getirebilecek bir algoritma geliştirildiğinde insan deneyimi de önemini yitirir. Eğer taksi şoförleri ve doktorlarla yetinmeyip avukatların, şairlerin ve müzisyenlerin yerine de üstün bilgisayar programları koyabileceksek, bu programların bilinci ya da öznel deneyimleri varmış yokmuş, ne fark eder? Hümanistler insan deneyiminin kutsallığına methiyeler düzmeye başlarsa Dataistler böylesi bir duygusal şarlatanlığı başlarından savacaktır. “Deneyim diye övdükleriniz devri geçmiş biyokimyasal algoritmalardan ibaret. 70 bin yıl önce Afrika savanasında bu algoritmalar son model kabul ediliyordu. 20. yüzyılda bile ordu ve ekonominin olmazsa olmazlarıydı ama artık çok daha iyi algoritmalara sahibiz.”
Hollywood’daki bilimkurgu filmlerinin en heyecanlı sahnelerinde insanlar istilacı uzaylıların filolarıyla çarpışır, isyankar robot ordularına ya da insanlığı imha etmeyi amaçlayan bir süperbilgisayara direnin İnsanlığın sonu yakın görünür. Ancak son anda, tüm zorluklara rağmen insanlık uzaylıların, robotların ve süperbilgisayarların aklına gelmeyen, asla idrak edemeyecekleri bir şey sayesinde tüm savaşlardan muzaffer çıkar: sevgi. Son âna dek süperbilgisayar tarafından kolaylıkla kontrol edilmiş, kötü robotların kurşunlarıyla delik deşik olmuş kahramanımız, sevgilisi sayesinde durumu tersine çevirerek Matrix,te hiç beklenemedik bir çıkış yapar. Dataizm bu tür senaryoları düpedüz aptalca bulur. “Hadi oradan,” der Hollywood senaristlerine, “Bula bula bunu mu buldunuz? Sevgi mi? Platonik kozmik bir aşk bile değil hem de, iki memeli arasındaki bedensel, şehvete dayalı bir çekim mi çözüm diye bulduğunuz? Her şeyi bilen bir süperbilgisayarın ya da tüm galaksiyi ele geçirmeyi başarmış uzaylıların bu hormonal heyecan karşısında şaşıracağını mı düşünüyorsunuz?”
• • •

Dataizm insan deneyimlerini veri örüntülerine eş tutarak, anlam ve otoritemizin temel kaynağını sarsıyor ve belki de 18. yüzyıldan beri benzeri görülmemiş dini bir devrimi müjdeliyor. Locke, Hume ve Voltaire gibi düşünürlerin döneminde hümanistler, “Tanrı insanın hayal gücünün bir ürünüdüş” diyordu. Dataizm, hümanizmi kendi silahıyla vuruyor: “Tanrı’nın insanın hayal gücünün bir ürünü olduğu doğru, ancak insanın hayal gücü de biyokimyasal algoritmaların bir ürünü.” 18. yüzyılda hümanizm tanrımerkezci dünya görüşünü insanmerkezci bir yaklaşıma dönüştürerek Tanrı’yı dışladı. 21. yüzyıla geldiğimizdeyse Dataizm insanları dışlayarak insanmerkezci yaklaşımı verimerkezci bir görüşe dönüştürecek gibi duruyor.
Dataist devrim birkaç yüzyıl sonra değilse bile önümüzdeki yetmiş seksen yıl içinde gerçekleşebilir. Sonuçta hümanist devrim de bir gecede gerçekleşmedi. İnsanlar uzun süre iman etmeye devam ederek insanevladının Tanrı tarafından bir tür ilahi amaç için yaratıldığını öne sürdüler ve bu yüzden insan kutsaldır dediler. Uzunca bir zaman sonra insanlaş kendi varlıklarının başlı başına kutsal olduğunu ve Tanrı’nın aslında var olmadığını dile getirme cesaretini gösterebildi. Benzer şekilde bugünün Dataistleri Nesnelerin İnternetinin kutsallığını, insanların ihtiyaçlarına hizmet etmek için insanlar tarafından yaratılmış olmasına dayandırıyor. Zamanla Nesnelerin İnterneti de kendi başına kutsallığını ilan edecektir.
İnsanmerkezci dünya görüşünün yerini verimerkezci bir yaklaşıma devretmesi, tıpkı tüm önemli devrimler gibi, sadece felsefi değil uygulamaya dönük bir devrimle gerçekleşecek. “İnsanın Tanriyı icat ettiğini” söyleyen hümanist görüş önemliydi çünkü uygulamaya dönük geniş kapsamlı imalar taşıyordu. “Organizmalar birer algoritmadır” diyen Dataist görüş de aynı ölçüde önemli çünkü günden güne uygulamada karşılık bulmaya başlıyor. Fikirler dünyayı davranışları etkileyebildiği ölçüde değiştirebilir.
Antik Babil’de insanlar çözümsüz çıkmazlarla karşılaştıklarında gökyüzünü izlemek için gecenin karanlığında tapınağın tepesine çıkardı. Babiller yıldızların kaderimizi yönlendirdiğine ve geleceği öngörebildiklerine inanıyordu. Yıldızları izleyerek kiminle evleneceklerine, tarlayı ekip ekmeyeceklerine, savaşa girip girmeyeceklerine karar verirlerdi. Böylelikle felsefi inançları gündelik uygulamalara dönüşürdü.
Yahudilik ve Hıristiyanlık gibi semavi dinler bambaşka bir hikaye anlatmaya başladı: “Yıldızlar yalan söylüyor. Yıldızları yaratan Tanrı, tüm doğruları İncirde açıklığa kavuşturmuştur. Yıldızlara bakmayı bırakın ve İncil okuyun!” Bu da uygulamaya dönük bir tavsiyeydi. İnsanlar kiminle evleneceklerini, ne iş yapacaklarını, savaşa girip girmeyeceklerini belirleyebilmek için İncil okuyup nasihatlerine uydu.
Hümanistlerse yepyeni bir hikayeyle çıkageldi: “İnsanlar Tanrı’yı icat etti, İncil’i yazdı ve binlerce farklı şekilde yorumladı. Demek ki insanlar tüm doğruların asıl kaynağıdır. İncil’i ilham verici bir insan yaratımı olarak okuyabilirsiniz ama buna mecbur değilsiniz. Bir çıkmazda hissediyorsanız, kendinizi dinleyin ve içinizdeki sese kulak verin.” Böylece Hümanizm kendinizi nasıl dinleyeceğinize dair uygulanabilir talimatlar vererek günbatımını izlemenizi, Goethe okumanızı, günlük tutmanızı, yakın arkadaşlarınızla içten sohbetler etmenizi ve demokratik seçimler düzenlemenizi salık verdi.
Yüzyıllar boyunca biliminsanları hümanizmin rehberliğini benimsedi. Fizikçiler evlenip evlenmeme kararı alırken günbatımını izleyip içsel benlikleriyle ilişki kurmaya çalıştı. Kimyagerler zorlu bir iş teklifi üzerine düşünürken bu durumu günlüklerine yazdı, yakın dostlarıyla dertleşti. Biyologlar savaşa girme ya da barış anlaşması imzalama ikileminden kurtulmak için demokratik seçimlerde oy kullandı.
Beyin araştırmacıları sansasyonel keşiflerini anlattıkları kitaplarının girişine çoğu zaman Goethe alıntıları ekledi. Bilimle hümanizm arasındaki modern ittifakın temeli de buydu; mantıkla duygunun, laboratuvarla müzenin, üretim bandıyla süpermarketin arasındaki hassas dengeyi sağlayarak modern yin ve yang’ı oluşturuyorlardı.
Biliminsanları sadece insan duygularmı kutsamakla kalmadı, duyguları açıklamak için mükemmel bir evrimsel gerekçe de buldu. Darwin’den sonra biyologlar, duyguların evrim tarafından bilenmiş karmaşık algoritmalar olduğunu ve hayvanların doğru kararlar almasında kilit rol üstlendiğini öne sürdü. Sevgi, korku ve tutku yalnızca şiir yazmaya yarayan ne olduğu belirsiz ruhani kavramlar değildi artık, bilakis milyonlarca yılda deneyimlenmiş uygulanabilir bir bilgelik barındırıyordu. İncil’i okuduğunuzda kadim Kudüs’te yaşayan birkaç rahip ve hahamın tavsiyelerini dinliyordunuz. Duygularınıza kulak verdiğinizdeyse evrimin milyonlarca yılda geliştirdiği ve doğal seçilimin en sert kalite kontrol testlerinden geçmiş algoritmalarının peşinden gitmeniz gerekiyordu. Duygularınız, hata kabul etmeyen koşullarda hayatta kalmayı ve üremeyi başarmış milyonlarca atanızın sesidir. Duyguların da hata payı vardır elbette ama önünüzdeki pek çok seçenekten daha tercih edilebilirdir. Milyonlarca yıl boyunca duygular dünya üzerindeki en gelişmiş algoritmalar olarak vazife gördü. Dolayısıyla Konfüçyüs’ün, Muhammed’in ya da Stalin’in yaşadığı çağlarda insanlar Konfüçyüsçülük, İslam ya da komünizmin öğretileri yerine kendi duygularını dinlemeyi tercih ettiler.
Ne var ki duygular 21. yüzyılda dünyadaki en gelişmiş algoritmalar olma vasfını yitirdi. Artık devasa veritabanlarını işleyebilecek, eşsiz hesaplama gücüne sahip algoritmalar geliştiriyoruz. Google ve Facebook algoritmaları tam olarak nasıl hissettiğinizi bilmekle kalmıyor, kuşkuyla yaklaştığınız milyonlarca başka şeyden de emin olabiliyor. Tam da bu yüzden duygularınızı dinlemeye bir son verip dışsal algoritmalara kulak vermeye başlamalısınız. Algoritmalar kimin kime oy vereceğini, tam olarak hangi nörolojik nedenler yüzünden kimin Demokratları, kimin Cumhuriyetçileri destekleyeceğini biliyorsa, demokratik seçimlerin ne anlamı olabilir? Hümanizm, “Duygularınıza kulak verin!” diye buyuruyordu, Dataizm ise “Algoritmaları dinleyin!” diye emrediyor.
Dataizm kiminle evlenmeniz gerektiğini, hangi kariyeri seçeceğinizi ya da ne zaman savaşa gireceğinizi düşünmek için dağlara tırmanmanın ya da dalgaların arasından batan güneşi izlemenin tamamen zaman kaybı olduğunu söyleyecektir. Bir müzeye gitmek, günlük tutmak ya da arkadaşlarınızla sohbet etmek de aynı derece anlamsızdır. Evet, doğru kararlar vermek için kendinizi daha iyi anlamanız gerekir. Ne var ki 21. yüzyılda kendinizi anlamak için dağları arşınlamaktan, müze gezmekten ya da günlük doldurmaktan çok daha iyi yöntemler var. Dataistlerin uygulanabilir talimatlarına bir göz atalım:
“Kim olduğunu mu bilmek istiyorsun?” diye sorar Dataizm. “O zaman dağ tepe dolaşmayı bırak. DNA dizilimini analiz ettirdin mi? Hayır mı? Daha ne bekliyorsun? Hemen git ve yaptır. Büyükanneni, anneni, babanı ve kardeşlerini de götür, onların verileri de son derece değerli. Peki giyilebilir biyometrik cihazları duydun mu, hani tansiyonunu ve nabzını günde yirmi dört saat ölçen şu giyilebilir biyometrik cihazları? Güzel, hemen bir tane edin ve akıllı telefonuna bağla. Alışveriş yaparken yaptığın her şeyi kaydetmek için bir kamera ve mikrofon al, çektiklerini internete yükle. Google ve Facebook’un elektronik postalarını okumasına, görüşme ve mesajlarını takip etmesine, tıkladığın ve beğendiğin her şeyi kaydetmesine izin ver. Tüm bunları yaparsan, Nesnelerin İnterneti’nin harikulade algoritmaları, kimle evlenmen gerektiğini, hangi kariyeri seçeceğini ve ne zaman savaş başlatabileceğini söyleyecek.”
Peki tüm bu harikulade algoritmaların kaynağı ne? İşte Dataizm’in gizemi de buradadır. Tıpkı Hıristiyanlık öğretisinin, insanların Tanrı’yı ve planlarını anlayamayacağını iddia etmesi gibi, Dataizm de insan beyninin yeni üstün algoritmaları kavrayamayacağını iddia ediyor. Bugün bu algoritmaların çoğu, bir yandan hackerlar tarafından geliştiriliyor tabii. Ancak Google’ın arama algoritmaları gibi kritik olanlarsa büyük bir ekip çalışmasıyla geliştiriliyor. Takımın her bir üyesi yapbozun bir parçasına hakimken kimse algoritmayı bir bütün olarak anlayamıyor. Dahası, makine öğrenimi ve yapay nöral ağlar geliştikçe daha fazla algoritma bağımsız şekilde evriliyor ve kendi kendine gelişerek hatalarını düzeltiyor. Hiçbir insanın üstesinden gelemeyeceği devasa veri yığınlarını analiz edebilen bu algoritmalar, insan aklını aşan örüntü tanıma becerileri geliştiriyor ve stratejiler benimsiyor. Algoritmanın ilk adımları insanlar tarafından atılmış olsa da, algoritmalar geliştikçe hiçbir insanın daha önce yürümediği ve takip edemeyeceği bir yolu kendi kendine adımlamaya başlıyor.

Yuval Noah Harari
Hayvanlardan Tanrılara – Sapiens

1 Yorum

  1. Peki, dataizm mutluluğun resmini de yapabilir mi? Yahut insanlara ne zaman ağlaması gerektiğini de öğretebilir mi?

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz