“BENİ TÜMÜYLE ANLAYABİLEN HİÇ KİMSE YOK!” KAFKA, ÇIKIŞ YOLU İÇİN SAVAŞIM – ERNST FISCHER

BENİ SIRTIM YUKARI DÖNÜK OLARAK BASAMAKLARDAN ÇIKARIYORLAR

Kafka, kendisinden önce kimsenin yapmadığı bi­çimde, yabancılaşmayı en uç noktasına değin betimledi, ama bunun yanı sıra da çaresizlik içerisinde bir çıkış yolu bulmak için savaştı. Kafka’yı yalnız karanlık, yalnız arayan, yalnız nihilist ve sürekli umutsuz biri diye gören, onun kişiliğini çarpıtmış olur. Kafka geçmişe bakan, içinde yaşadığı zamanı ancak geçmişe, donmuş görüntülerin ve nesnelerin toplamına, anıların yıkıntılarından oluşma yığma gömülerek gerçekliğe dönüştürebilen insanla, geleceği düşleyen, şimdiyi geleceğin başlangıcı, henüz biçimlendirilmemiş bir olanaklar dağarcığı diye duyumsayan insan arasındaki çizginin orta yerindedir.

Yalnız biyolojik alanda değil, aynı zamanda toplumsal alanda da bu konumlardan ikincisi gençliği, ilki de yaşlılığı simgeler. Kafka’nın dünyasında geçmişin duvarları arasında tutuklu kalan, çürüyen yaşlı bir evren gençlikle, günün ilk ışık arıyla, hiçbir zaman yitip gitmeyen ütopyayla karışır.

Çaresizliğin en uç noktasında bile bir umut esintisi, insanlardan oluşma bir başka dünyaya ilişkin bir sezgi vardır. Bu sezgiyi anımsatmak kadar önemli olan bir nokta da o sezginin dinsellikten çok uzak olan özyapısını vurgulamaktır. Kafka’nın yapıtlarım onun vasiyetnamesindeki isteğine karşı gelerek yayımlayan Max Brod’a teşekkür borcumuz ne denli büyük olursa olsun, Brod’un «dindar» Kafka’ya ilişkin söylencesine karşı çıkmamız zorunludur. Brod, bu söylenceyi ne Kafka’nın yapıtıyla, ne de yüzlerce mektup ve konuşmadan alabildiği tek bir sözcükle destekleyebilmektedir.

Tam tersine, şöyle yazar-. «Kafka, insanoğlunun eylemlerinin saydam ve yetkin olmayışından ötürü duyduğu tüm hüzne karşın, yıkılması olanaksız ger­çeklerin bulunduğuna da inanmaktaydı. Bunu sözcüklerle değil, ama yaşamı boyunca sürdürdüğü tutumuyla
dile getirdi…» Brod, kendi Platonculuğunu Kafka’­nın «temel yaşantı» sına (Grunderlebnis) dönüştürüp yorumlar; Brod’a göre Kafka’nın olumsuz’un ardında (Platon anlamında) idealar dünyasını görmüş olması, «bu konuda herhangi bir zaman tek kelime konuşulmamışsa
da, Kafka’nın yaşamında ve yapıtında belirleyici öğe olarak kalmıştır.» Buna karşılık Kafka, 1917 Ekiminde Brod’a (Felice’ye yazdığı bir mektupta söylediklerini yineleyerek) şöyle yazar: «Son hedefimin ne olduğunu kendime sorduğumda, aslında iyi bir insan olup yüce bir yargı makamının buyruklarına uymaya çabalamadığım, tam tersine, insanların temel
seçimlerini, isteklerini ve ahlak ideallerini öğrenmek, sonra da herkesin benden hoşnut olacağı bir konuma doğru kendimi olabildiğince geliştirmek istediğim çı­kıyor ortaya… Yani özetleyecek olursak, benim için yalnızca insanların ve hayvanların beni nasıl yargı­layacakları önemli…» Kafka 1922 Temmuzunda Brod’a gönderdiği bir mektupta kendisini «inanca yabancı olan, ruhun esenliği için dua etmesi bile beklenemeyecek» bir insan diye betimler.

Kafka’nın Brod tarafından kendi savının kanıtı olanaksız şey bu kapalı kal diye kullanılan özlü bir düşüncesi, gerçekte bu savla karşıtlık oluşturmaktadır :«İnsan, kendi iç dünyasında
yıkılması olanaksız bir şeyin varlığına sürekli gü­venmeden yaşayamaz; bu arada gerek bu yıkılması gerekse güven, insana kapalı kalabilirsin dile getiriliş biçimlerinden biri de öznel bir tanrıya olan inançtır.» Dile getiriliş biçimlerinden biri diye nitelendirilen, öznel bir tanrıya duyulan inanca ilişkin bu soğukkanlı değini, bunun Kafka’nın kullandığı bir dile getirme biçimi olmadığını gösterir. Dozu çok iyi ayarlanmış bir anlatım vardır burada: Kafka bir dogma koymamakta, insanın kendi kendini aşabilmesi, şimdiyi geleceğe, yaşamı sanata
adayabilmesi için gereksindiği bir şeyden, «kendi iç dünyasında varolan, yıkılması olanaksız bir şeye güvenmek» ten söz etmektedir. Etkisini şu ya da bu biçimde, yıkılmaz ve ölümsüz sürdürebilmeye ilişkin böyle bir olanağın varlığına bütün önemli insanlar inanır. Bunu «dinsel» diye adlandırmak, kavramları karıştırmak demektir. Romantikler ve özellikle de Almanlar, nankörlük ettikleri Aydınlanma’nın karşısı­na, yitirilmiş birlik ve bütünlüğün koruyucuları gibi çıkmak ve eski dinin yıkıntılarına yerleşmek için böyle bir kargaşa yarattılar. Chateaübriand’ın, Schlegel’in ve Schleiermacher’in dinleri, yapay maddeden yapılmaydı.

İdeal olan, gerek dine inananların, gerekse hiçbir dine bağlı olmayan insanların elbirliğiyle kavramların açıklığını ve kesinliğini savunmalarıdır. Kafka’nın her şeyden önce bir «homo religiosus» olduğu yolundaki varsayım, onun yaratısını özgünlü­ğü ile bağdaşması olanaksız yorumlara götürür. «Dava»yı ya da «Şato»yu, «insan ile tanrı arasındaki sonrasız anlaşmazlığın», «insanın tanrı karşısındaki yetersizliğinin» sanatsal betimlenmesi diye yorumlamaya kalkışan, betimlenenin çok yönlülüğünü dogmatik bir formüle indirgemiş olur; böyle bir basite indirgeyiş, sanatçının özel yanını, bu özel’i gerek toplumsal konumla, gerekse insanoğlunun belli bir tarihsel anın ötesine uzanan yetersizlikleri, umutları ve düş kırıklıklarıyla karışmasını göz önünde tutmaksızın, sanat yapıtını yalnızca toplumsal dış dünyanın yansıtılması sayan basite indirgeyişten daha da yüzeysel bir tutumdur.

Kafka, zamana bağlı olanı metafizik düzeye dönüştürmek, tarihsel bir anı insanın sürekli konumu olarak dondurmak eğilimindeydi; ama onun her yanıttan yeni bir soru türeten, her tümceden onun kar­şıtına götüren diyalektik gelişmesi, böyle bir donmanın gerçekleşmesini sürekli engellemiştir.

Kafka çıkış yolunu ararken her türlü coşkulu abartıdan kaçınır. İlk döneminin maniyerizmini kısa zamanda geride bırakmış, çok denetimli bir biçemi amaçlamıştır. Günlük ve görünüşte sıradan olanı fantastik düzeye yükseltme eğilimi, bunun tam karşıtı olan eğitimle, alışılmamışı sanki alışılmış olanmış gibi daha alt düzeylere dönüştürmek, naifliğe zorlamak
eğilimiyle karşılaşır. Robert Musil, «Ateşçi» ye ilişkin tanıtma yazısında bu noktayı özellikle vurgulamıştır:

«Burada amaçlanmış bir naiflik vardır, ama amaçlanmış oluşun tedirgin edici yanı yoktur. Çünkü bu, doğ­ru bir naifliktir ve bu tür naiflik edebiyatta (tıpkı yanlış naiflik gibi, çünkü ayrımın kaynaklandığı nokta bu değildir!) dolaysız, karmaşık, kazanılmış bir şeyi, bir özlemi, bir ideali dile getirir. Ama bu, aynı zamanda düşüncelerle bağdaşabilen, temeli olan bir şeydir, canlı temellere dayanan bir duygudur; oysa hakiki diye nitelendirilen, beğenilen yalın naiflik böyle değildir ve onun için de bu denli değersizdir.»

Bu (aşırı yüklü ve alacalı biçem karşısında bir protesto niteli­ğini taşıyan) amaçlanmış naiflik, kendine uygun dü­şen alanı meselde bulur. Kafka’nın hayvanları konu alan çok sayıdaki öyküsü (dıştan değil, içten gelensansürün baskısıyla) Esop’un diline geri çekiliş, saklanış ve şifreye dönüştürme niteliğindedir; aynı zamanda da korkutucu yaşantıların hayvanların dünyasının naif atmosferinde «olduğundan önemsiz gösterilmesi», «yabancılaştırılması» dır. Başka deyişle Kafka, «çıkış yoluna ilişkin umarsız arayışından söz ederken, çıkış yolunu bir insan olmakta bulan ve «Akademiye Verilen Bir Rapor» da gerekçeleriyle çabalarını ortaya koyan bir maymunu anlatır: «Çıkış yolu sözünden ne anladığının iyi anlaşılmamasından korkuyorum. Bu sözü en bilinen ve alışılmış anlamında kullanıyorum.

Bilinçli olarak özgürlük demiyorum. Dile getirmek istediğim, her yöne açık o büyük özgürlük
duygusu değil. Bir maymunken belki tanırdım bu duyguyu ve onun özlemini çeken insanlarla da tanıştım. Ama bana gelince, özgürlüğü ne eskiden istedim, ne de şimdi istiyorum. Hem şunu da söyleyeyim ki insan başka insanların arasında özgürlük sözcüğüyle kendini çok aldatıyor… “Hayır, özgürlük değildi istediğim. Yalnızca bir çıkış yoluydu, sağda, solda, nereye çıkarsa çıksın, başkaca istemlerim olmadı…”
Maymun, insan olmak için kendini aşmak zorundadır. Bu kendini aşma eylemi —«kurtuluş»a ilişkin romantik bir coşkunun doğumunu engellemek için!— bir içki şişesinin dibine kadar bitirilmesidir; maymun bunu yapmaktan ürker. «Doğaya aykırı düşen» bir olay, Swift’e özgü bir ince gülmeceyle betimlenmiş bir yabancılaşma eylemi vardır ortada.

İnsana yabancılaşan dünya, anlamsız bir dünya olarak duyumsanır. Her çıkış yolunun ereği, bu dünyaya bir anlam kazandırmak, böylece de ben ve dış dünya karşıtlığını ortadan kaldırmaktır. Belki bu birleşmeyi dürüst bir meslek gerçekleştirebilir. «Amerika» romanında genç Kari Rossmann’ın umudu: «bir şeyler başarabileceği ve başarıları için takdir görece­ği bir iş bulmaktı… Yalnızca hizmet edeceği işletmenin yararını düşünmek, bürodaki öteki memurların kendilerine yakıştırmayarak geri çevirebilecekleri çalışmalar da dahil olmak üzere, tüm çalışmaları üstlenmek istiyordu.» Bu konu sık sık ortaya çıkar. Meslek arayışı, meslekte kendini kanıtlama isteği, bir çalışanlar topluluğuna katılma tutkusu Kafka için bir temel sorundur. Oysa özellikle en ileri derecede işbölümü­ nün ve acımasız rekabetin egemen olduğu bir sistem içersinde yer alan meslek, insanı çok ender olarak insanca yaşamaya, buna karşılık çoğu kez insanlığını yitirmeye götürür.

«Amerika» romanında Therese’nin biraz önce Hotel Occidental’e alınmış olan Karl’ın odasına gelip söyledikleri, çalışma sürecinin dışında yer alan bir dize «özel» yaşantıdan çok daha açıklayıcı­dır: «Size daha ilk gördüğümde güven duydum. Ama buna karşın —düşünün, bu denli kötüyüm işte— başaşçı kadının sizi benim yerime sekreter diye alıp bana yol vermesinden de korktum.»

Hermsdorf, karşı çıkılabilecek noktalarıyla da övgüye değer olan, çok iyi düşünülerek kaleme alınmış Kafka monografisinde, «karakterlerin bütünlükten uzak biçimde ele alınmış oluşunu», insanoğlunun her şeyden önce mesleki işlevi içerisinde işlenmesini, «zengin içerikli bireysel karakterize ediş» ten uzak kalmı­şını eleştirir. Ama bir başka yerde de doğal olarak şöyle der: «Gelgelelim toplumun tüm üyeleri çalışma yaşamlarında tek yanlı ve parsellere bölünmüş insanlardır, insanlıkla ilintisi bulunmayan bir toplumun ilencinin korkunç darbelerini yemiş, sakat insanlardır…

Kafka’nın romanı, emperyalizm çağında amacına erişebilmiş, gerçekten insancı bir yaşamın kesin olanaksızlığının çok açık dile getirilmiş kanıtıdır.» Geç kapitalist dönem dünyasının tipik karakteri gelişmiş değil, gerilemiş kişiliktir. Örneğin bir bürokratın «iç yaşamı» —bu bürokrat örnek bir aile babası olsa, «yapaylığı ilk bakışta anlaşılabilen bir rahatlığı» sergilese bile— toplumsal açıdan önemsizdir ve gülmece biçeminde bir karşıtlık oluşturmak için kullanılabilir.

Kari Rossmann gibi başarıyı, iyi insan olmayı, adaleti amaçlayan sevimli bir gencin sömürüden, rekabetten, insanlıktan uzak davranışlardan oluşma bir dünyayla savaşmasını, varoluşun koşulu saydığı meslek uğruna savaşımı, insanın insana güveninden daha güç­lü çıkan bir sistem karşında çaresiz kalışını göstermek için kullanılan yöntem, gerçekçiliğiyle toplumsal bir konuma uyar. «Kahramanla Amerikan dünyası arasındaki karşılığı diyalektik olarak ortadan kaldıracak bir çözüm» hiç kuşkusuz roman tamamlanmış olsaydı bile beklenemezdi. Gerçekçi olarak tanınan Theodore Dreiser da «Bir Amerikan Trajedisi» adlı romanında bu türden herhangi bir çözüme değinmemiştir. Çözüm, her zaman tek değildir.

Romantikler çözümü hiçbir zaman meslekten de­ğil, ama tutkudan, özellikle de erotik tutkudan beklerler. Kadın, Wagner’in operalarının isterik zorlamalarına değin uzanan bir çizgide baştan çıkarıcı olarak lanetlenir ve kurtarıcı olarak kutsanır. Kafka’ya bu özlem ve umut da yabancı değildi. Bir kadınla sürekli birlikteliğe, evliliğe ve aileye olan tutkusu, Kleist’ın bunlara duyduğu tutkunun benzeriydi: Görünüşün çekiciliğine kapılmak, ama gerçeklik karşısında aşılması olanaksız bir korku duymak. «Özellikle korktuğumşey», diye yazar 1921 Ocağında, «hem bedensel, hem de ruhsal olarak yabancı bir insanın ağırlığını taşıyamamak; ikimiz neredeyse bir olduğumuz sürece duyduğum, yalnızca araştıran bir korku: ‘Nasıl? Ger­çekten neredeyse birleştik mi biz?’ ve sonra, bu korku yapacağını yapınca, o zaman duyulan korku insanın iliğine işleyen, kurtulması ve dayanılması olanaksız bir korkuya dönüşüyor…» Düş gücünün taş­kınlıkları, yetersiz kalma duygusu, mutlu olamayaca­ğı sezgisi, eski ve kötü bir cinsel yaşantının anısı —bü­tün bunlar bir araya gelince, Kafka’nın «kadınların gücünü» sıradanlığını, önemsizliğin düzeyine sürgün etmesi sonucunu doğurur.

F. ile bir birliktelikten sonra, kendini aldatmayan bir insan olan Kafka şöyle yazar güncesine: «Birlikte yaşamanın çetinliği. Yabancılık duygusunun, acımanın, şehvetin, korkunun, kendini beğenmişliğin zorlamalarıyla sarsılan bir beraberlik, ve yalnızca ta derinliklerde, belki de incecik bir dere, aşk diye adlandırılmaya değer bir şey, arayışlara kapalı, yalnızca bir anın içerisindeki anda bir kez parlayıveren bir şey.»

«Dava» da yaşlı avukata bakan kadın, Josef K’ya kendini sevgili olarak sunmayı önerir, ona yardım edece­ğine söz verir. Kadının söylediğine göre mahkemenin elinden kurtulmak «bir yabancı yardım etmediği takdirde olanaksızdır, ama bu yardımdan ötürü korkmamıza gerek yok, bu yardımı size ben yapacağım.» K: «Bu mahkemeyi ve burada gerekli olan dalavereleri çok iyi biliyorsunuz» der ve kendisine yapışan kadını kucağına alır… Ona, arada buluştuğu sevgilisinin resmini gösterir… «O, şimdilik sevgiliniz olabilir», der.
Leni, «Ama onu yitirseniz ya da yerine bir başkasını, örneğin beni geçirseniz, çok aramazsınız…» K., sonunda kadına kaçamak bir öpücük verdiğinde, kadın onun başını kendine çeker… «Beni onun yerine geçirdiniz iş­te!» diye bağırır zaman zaman, «görüyor musunuz, sonunda onun yerine beni geçirdiniz işte!» O sırada dizi kayar, hafif bir çığlıkla halının üstüne yuvarlanır gibi olur. K., onu düşmesin diye tutar ve ona, aşağı doğru çekilir. «Şimdi benimsin», der kadını. «Şatoda K., konuşmayı amaçladığı güçlü bürokrat Klamm’ın sevgilisi Frieda ile tanıştığında da buna benzer bir olay olur. Frieda, arkasında Klamm’ın
bulunduğu kapının yakınındaki tezgâhta çalışmaktadır.

«Dikkati çekmeyen, ufak tefek, hüzünlü bakışları ve çökük yanakları olan sarışın bir kız, ama bakışlarıyla, kendine özgü bir üstünlüğü dile getiren bakışlarıyla insanı şaşırtıyor.» Cinsel ilişki Klamm’m kapı­ sının önünde, «küçük bira birikintilerinin ve döşemeyi kaplayan başkaca pisliklerin arasmda» gerçekleşir.
«Bütün bunlar», der Frieda sonradan, «beni elde etmekle Klamm’dan sevgilisini kaptığına, böylece de ancak en yüksek bedel ödendiğinde kurtarılabilecek bir şeyi rehin aldığına inanmandan ötürü oldu…» Erotik öğenin romantizmden koparılışındaki bu köktenci tutum, tecimin kesin egemenliği allına girmiş bir dünyada beden «nesnesinin» değiş-lokuş konusu
yapılabilirliğini, bedenin birçok romantiklerce betimlenmiş olan, bir düşün simgesi niteliğini taşıyan bu değiştirilebilirliğini, anonim ve belli bir çehreden yoksun cinselliği dile getirir. Ama Leni ve Frieda, aynı zamanda bir başka şeye de işaret ederler, yardım müjdelerler ve K’dan uzaklaşmış, ona yabancılaşmış bir gerçekliğin yolunu açmaya söz verirler. Burada
söz konusu olan, Ben ile dış dünyayı ayıran kapıyı kırmak, doğrudan birleşmeyi gerçekleştirmektir. Odak noktası, insanın insana olan güvenidir.

Gerek Kafka, gerekse Kleist için bu koşulsuz ve nesnelerin gücünü aşabilen güven, nesneleşmiş bir dünyada insancı ilişkilerin koşuludur. Kafka, 4 Mayıs 1915 tarihinde şöyle yazmıştır: «Ne denli basit bir insan olursam olayım, beni tümüyle anlayabilen hiç kimse yok. Bunu yapabilecek birine, örneğin bir kadına sahip olmak, insanın her yönden desteğinin bulunması demektir…» Kari Rossmann için aşçı kadınla Therese’nin ona gösterdikleri güven, yabancı bir dünyada yardım ve korunma bulması anlamını taşır. Yalnızca bir görünüşten ibaret olan, yüzeysel olgulardan, yapay bağlamlardan, insanı ezen nedenlerden oluşan bu dünyanın Rossmann’la iki kadının arasına girişi, ta güvenin artık ayakta kalamayacağı noktaya değin yoğunlaşıp büyümesi —Kleist’dan bu yana hiçbir yazar bu trajik yabancılaşmayı böylesine acımasızlıkla betimleyememiştir.

Kafka, gücünü giderek yitiren yanılsamasına, demek ki çözüm toplum teki tarafından toplum teki için gerçekleştirilecek değil, diye yanıt verir. Bulunacak çözümün Ben’i daha yüksek düzeydeki bir gerçekli­ğe, belki sanatın «ötesinde» yatan bir alana, estetiğin hayaletlerden oluşma imparatorluğuna götürmesi zorunludur.

«Amerika» romanının tamamlanmadan kalmış olan son bölümü, tüm yitirilmiş olanların böyle fantastik biçimde yeniden bulunuşunu, geçici olanın anıların sihirli tiyatrosunda saklanışım çağrıştırır gibidir; burada belki sanatın yaşanmasında, belki de gelecekteki bir altın çağa ilişkin romantik düşte saklama söz konusudur. Brod’un anlattığına göre Kafka, gizemli sözcüklerle ve gülümseyerek, «genç kahramanının bu neredeyse uçsuz bucaksız tiyatroda mesleğe, özgürlüğe, desteğe, dahası vatana ve annesiyle babasına sihirli bir değnek kullanmışçasına yeniden kavu­şacağını» ima etmiştir. Bu ima ile, Kafka’nın 30 Eylül
1915 tarihinde güncesine düştüğü şu not arasındaki çelişki yalnızca görünüşte varolan bir çelişkidir:
«Rossmann ile K., suçsuz ile suçlu; sonunda ikisi de aralarında ayrım gözetilmeksizin ölümle cezalandırılır; suçsuz daha hafif bir elle ezilmekten çok bir yana itilir…»
Böylece güzel görünüşün dünyasına, cennet düş­lerine, «beyaz kumaşlara sarınmış, sırtlarında büyük kanatları olan, melek kılığına girmiş kadınların uzun ve altın gibi parlayan trompetler çaldıkları» cennet düşlerine sığman, hafif bir elle bir yana itilir. Estetiğe ilişkin bu görünüm, ilk kez 1914 yılının güncesinde karşımıza çıkar ve «Oklahoma Açık Hava Tiyatrosu» nun öncüsü niteliğini taşır; ama Kafka, daha o zamandan görünüşün dünyasını gerçek çözüm diye tanımamıştır.

Düşlerin dünyası bir barok alacasıyla, Avusturya’daki Cizvitlerin büyük dünya sahnelerinin
parıltısını yansıtarak yükselir: «Henüz, dertlerime gö­mülmüş, burada durmaktayım, ama tasarılarımla dolu dev araba arkamdan gelmeye başlamış bile, ilk kü­çük basama ayaklarımın altına itiliyor, daha iyi ülke karnaval arabalarında görülen türden çıplak kızlar, beni sırtım yukarı dönük olarak basamaklardan çıkarıyorlar; kızlar boşlukta olduklarından, ben de boşluktayım ve sessizliği buyruklayan elimi kaldı­rıyorum. Yanımda gül fidanları var. Günlükler yakı­lıyor, defne çelenkler sarkıtıyor, önüme ve üstüme çiçekler serpiliyor taştan oyulmuş izlenimini bırakan iki trompetçi durmaksızın çalıyorlar, liderlerinin ardına dizilmiş ayaktakımı kitleler halinde koşup geliyor, boş, dümdüz, yeni açılmış alanlar kararıyor, dalgalanıyor ve dolup taşıyor; insan çabalarının sınırını duyumsuyorum ve bulunduğum yükseklikte kendi gücümle, ansızın edindiğim bir beceriyle, benden çok yıllar önce herkesi kendine hayran bırakmış bir yılan-insanın numarasını yineliyorum…»

Bir an’ın içindeki anda (tıpkı Kafka’nın sirk öykülerinde olduğu gibi), estetiğin sallantıdaki konumu, insan çabalarının en yüce sorunu olarak görünür, ama bunun ardından «küçük, boynuzlu şeytanların» saldı­rısı başlar, «elli şeytan kuyruğu yüzümü yalamaya başladı bile; bastığım yer yumuşuyor, tek ayağımla, sonra da ötekiyle batıyorum, kızların çığlıkları ben
dimdik derinlere kayarken ardımdan geliyor; kaydı­ğım yer tamı tamına bedenimin çapında ama sonsuz derinlikte bir kanal…»

Kafka, Schelling ya da Nietzsche gibi estetik dü­zeyi yetkinlik diye öven bir romantik değildi. Kafka güllerin ve defnelerin, günlük kokularının ve çıplak kızların arasından gerisin geriye kendi dipsiz Ben’ine yuvarlanır. Düş evreninde neşeli birliktelik, toplumsal gerçeklerin üstesinden gelebilme uğruna girişilen savaşını, Ben’in dış dünya ile çatışmasını, bu dış dünya yüzünden yıkılmayı ya da onunla bir bireşime varmayı önleyemez.

Ernst Fischer
Franz Kafka
Çeviren: Ahmet Cemal

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz