Anayasanız da, ‘değişikliği’ de sizin olsun! – Ertuğrul Kürkçü

111

Emekçilerin, kadınların, Kürtlerin yoksulların, dışlananların ezilenlerin yurttaşlara İslam dinini ve Türk kimliğini dayatan, milliyetçiliği ve devlete taparlığı resmi ideoloji olarak kurumsallaştıran; kuvvetler ayrılığı ilkesini lafta tanırken pratikte yürütmenin gücünü en çoğa çıkartan, yasama ve yargıyı yürütmenin bir fonksiyonuna indiren mevcut anayasayı koruma  ekseninde sürüp giden bu tartışmada Kılıçdaroğlu’dan ya da Erdoğan’dan yana olmaktan hiçbir çıkarının olmadığı apaçık.

Kılıçdaroğlu ve Erdoğan emekçileri böler. Bizim ihtiyacımız ve çıkarımız, Türk ve Kürt emekçilerin birleşmesinde, 12 Eylül diktatörlüğünü ortadan kaldıracak, emek ve özgürlüğe  dayalı yeni bir anayasa yapacak bir Kurucu Meclis için harekete geçmesinde.

Anayasa Mahkemesi bir kere daha adalet dağıttı:“Benim hakkım bana, Hükümetin hakkı hükümete!”

Mahkeme, Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) Meclis çoğunluğunun oylarıyla geçirilen Anayasa değişikliği kararının iptali için yaptığı başvuruyu geri çevirirken Anayasa Mahkemesi ve Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) seçimlerinde öngörülen adaylık ve oy kullanma usullerine ilişkin bazı hükümleri iptal etti. Meclisten gelen kararın geri kalanıyla ilgili bir görüşme yapmadı.

Sonuçta, Anayasa Mahkemesi ve Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) üyelerinin seçiminde yargıçların ayrıcalıkları korunurken, AKP kontrolündeki Meclis, Hükümet ve cumhurbaşkanıyla, YÖK ve benzeri organların bu kurumların bileşim ve işleyişlerinde daha fazla güç edinme ihtirasının meşruluğuda tanınmış oldu.

Mahkeme böylece “Anayasa Referandumu”nun “başlat” düğmesine bastı .

Kontrollü kriz

Bu kararın aktüel politik önemi AKP’nin “liberal” destekçilerinin ileri sürdükleri ve yaygın medyada tartışa geldikleri gibi,  “Anayasa Mahkemesi’nin kendisini  Meclis’in yerine  koyması”nda ve buradan türeyen egemenlik paylaşımı sorunlarının derinleşmesinde değil. Anayasa Mahkemesi kendisini Meclis’in yerine koysun diye var. 12 Eylül rejiminin diktatoryal mimarisinde  işlevi öncekine göre daraltılmış olsa da, Anayasa Mahkemesi’ninden beklenen Meclis’in yürütme karşısında yasama yetkisini abartarak müesses nizamı sarsacak kararlar almasını önlemek için bir fren görevi yapması.

Anayasa Mahkemesi son kararıyla kendiliğinden bir “kriz kontrolü” rolü de üstlenmiş oldu. CHP kadar TÜSİAD’ın da taleplerini gözönüne aldı; HSYK’yi ve kendisini ilgilendiren maddeleri “paket”ten çıkartmış olsa, AKP’nin derhal seçime gitmesini kaçınılmazlaştıracağı bilgisiyle hareket etti: Bu maddeleri bütünüyle reddetmeyerek hem sermayeyi bir “erken se-çim”in politik ve mali külfetinden, daha da önemlisi “yatırımcılar”ı bir politik belirsizlik halinden kurtarmış, hem de AKP iktidarının ömrünü Temmuz 2011’e kadar sürdürmesini sağlamış oldu.

CHP’nin hüsranı

Anayasa Mahkemesi, bu kararıyla CHP’nin pakete ilişkin en temel itirazı olan “yargı bağımsızlığı elden gidiyor” gerekçesini de budamış oldu. Bu karardan sonra CHP Anayasa Mahkemesi’ni kurum olarak karşısına almaksızın “yargı bağımsızlığı”na ilişkin gerekçelerini büyük bir kuvvetle ileri süremez. Tam tersine referandum süresince Anayasa Mahkemesi kararı AKP’nin sığınağı olacak. AKP meydanda artık elinde Anayasa Mahkemesi testinden geçmiş bir taslak bulunduğunu haykırabilecek,  A-nayasa Mahkemesinden bir iki “sıyrık”la çıkmış “değişiklik paketi” için Meclis’teki muhalif partilerin tabanından da destek isteyebilecek.

Güven oylaması

Anayasa Mahkemesi kararı CHP’yi de zorunlu olarak bu “referandum”u Tayyip Erdoğan’a ve AKP tek parti hükümetine karşı ülke çapınca bir güven oylamasına dönüştürme yoluna sevkediyor.

Referandumu “paket”in oylanmasından ibaret bir süreç olarak değerlendirmenin CHP’ye bundan böyle hiçbir yararı yok. CHP kaçınılmaz olarak referandumun terimlerini değiştirme yoluna giriyor ve halka şu soruyu yöneltiyor: “Kılıçdaroğlu mu, Tayyip Erdoğan” mı?  Ya da “CHP mi?  AKP mi?”  Bu denklemde “Hayır” diyen Kılıçdaroğlu’nun,  “Evet” diyen Tayyip Erdoğan’ın hanesine yazacak…

Pakette ne var ne yok?

AKP’nin Anayasa “paketi” istediği kadar Anayasa Mahkemesinden “kullanılabilirlik” sertifikası almış olsun bu değişiklik önerilerinin Cumhurbaşkanı, Meclis ve Hükümetin yanı sıra Yargı’yı da AKP hakimiyeti altına sokarak tek parti hakimiyetini pekiştirmeye yöneldiği ortada.

Devlet içindeki kavganın kaynağı da burada.  Ama, bu kavga sadece devlet erkanını ilgilendirmiyor. Kuvvetler ayrılığıyla ilgili her tartışma dolaysız olarak halkın haklarına ilişkin bir tartışma. Bir burjuva devletinde, yürütmenin gücü ne kadar sınırlandırılmış, ne kadar geniş bir denetim ağıyla sarılmış olursa, emekçilerin rejimin içindeki haklar alanının o denli genişleyebileceği neredeyse bir fizik yasası hükmünde.

AKP’nin “paket”e mevcut anayasaya göre daha geniş özgürlükler tanır görünen değişiklikler yanısıra 12 Eylül diktatörlüğünün sorumlularına yargı bağışıklığı tanıyan “Geçici 15. Madde”nin yürürlükten kaldırılmasını önerisini de yerleştirmesinin genel olarak vatandaşları ve daha özel olarak da “özgürlükçü” vatandaşları bu kavgada taraflaştırmak amacını güttüğü  herkesin bildiği “sır”.  Bunlar Deniz Baykal’ın henüz videolanmış olmadığı günlerde “üç maddeyi ayırın gelin, biz de destekleyelim” dediği maddeler. Peki,  CHPnin AKP’nin “paket”ine yönelik muhalefetinin ekseninde devlet güvenliği ve bürokratik ayrıcalıkların korunması dışında ne var? Türkiye son 10 yıldır Kürt halkının hakları, azınlıkların korunması, toplumsal ve iktisadi haklar, siyasi katılım, vicdan özgürlüğü ekseninde kıran kırana tartışıyor ama Kılıçdaroğlu’ndan “siyasi” bir öneri duymuyoruz bile.

CHP’den Deniz Baykal yönetimiyle ters düşerek ayrılan eski Hakkari Milletvekili şimdi BDP üyesi  Esat Canan, “Sayın Kılıçdaroğlu’nun Kürt Sorunu’yla ilgili bir formülü olmadığını düşünüyorum,” diyor. “Olsaydı kurultayda bundan en azından söz ederdi. En azından kendisinin önem verdiği işsizlik, yoksulluk sorunlarının çözümünün altında da Kürt Sorunu yatıyor. Bu sorunu şiddet yoluyla çözmenin bedeli bugün milyarlarca dolarla ifade ediliyor. Bir ana muhalefet liderinin bu konuda çok sağlıklı bir temel koyması ve ifade etmesi lazım […] İleride bu sorunun üzerine cesaretle gideceğine dair bir işaret yok. Zaten etrafındaki kadroların da buna izin vermeyeceğini düşünüyorum.”

Kılıçdaroğlu işe başlarken “35 yıldır terörü silahla susturmaya çalıştılar. Akıl yok bunlarda, mantık yok bunlarda, kan kan yıkanarak temizlenmez. Böyle bir anlayış olmaz” demişti ama, bu sözlerin üzerinden iki hafta geçmeden kendisini önce Tayyip Erdoğan’la girdiği “çömelme-dik durma” yarışında Hakkari sınırında bir siperde Genelkurmay  Başkanının yanında dikilirken buldu. Ardından şunları söyledi: “Bu gezi CHP’nin terörü önleme ve terörle mücadele konusundaki kararlılığının ne kadar haklı olduğunu bir kez daha göstermiştir. Geziden çok önemli değerlendirmeler ve notlarla ayrıldık.”

“Referandum”da CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nu AKP Genel Başkanı Tayyip Erdoğan’a karşı  bunun için mi ödüllendireceğiz gerçekten?…  Ölçümüz özgürlük ve barış değil “terörle mücadele kararlılığı” olacaksa  neden Kılıçdaroğlu’na dönelim yüzümüzü? Osman Pamukoğlu’nun nesi eksik? Üstelik o  bir profesyonel “terörle mücadele” uzmanı!

Emekçilerin, kadınların, Kürtlerin yoksulların, dışlananların ezilenlerin yurttaşlara İslam dinini ve Türk kimliğini dayatan, milliyetçiliği ve devlete taparlığı resmi ideoloji olarak kurumsallaştıran; kuvvetler ayrılığı ilkesini lafta tanırken pratikte yürütmenin gücünü en çoğa çıkartan, yasama ve yargıyı yürütmenin bir fonksiyonuna indiren mevcut anayasayı koruma  ekseninde sürüp giden bu tartışmada Kılıçdaroğlu’dan ya da Erdoğan’dan yana olmaktan hiçbir çıkarının olmadığı apaçık.

CHP ve AKP emekçileri böler

Bizim ihtiyacımız ve çıkarımız, 12 Eylül askeri darbesinin ürünü olan diktatörlük anayasanın tümden ortadan kaldırılmasında, emekçilerin hak ve özgürlüklerine dayalı yeni bir anayasanın yapılması ve bu anayasayı yapacak bir Kurucu Meclis’in oluşması için harekete geçmesinde. Emekçiler ve ezilenler bu referandumdan sermaye seçenekleri arasında bölünmüşlüğe son vermiş, bir emek ve özgürlük blokunda birleşmiş olarak çıkmalı.

Temmuz – Ağustos 2010
Ekmek & Özgürlük

1 Yorum

  1. Evet Sayın Kürkçü, sınıfsal temelleri ile konuyu ele almayanlar için,gerçeği yakalamak mümkün değil !! Değerlendirmelerinizin tamamına katılıyorum.Yazınız, Türk toplumunun devrimci düşün insanlarına ne kadar ihtiyaç duyduğu konusunda çok iyi bir örnek, kaleminize sağlık!! Ancak, Ekmek&Özgürlük Platformu eleştiri ve muhalefet sığınağından çıkıp, örgütlü mücadeleyi iktidar platformuna taşımadıkça sesini kitlelere duyurma imkanı bulamayacaktır.

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz