Mehmet Metiner, siyasete genç yaşta memleketi Kâhta’da ilgi duydu. Solculara karşı mücadelede her yolu mübah gören , Amerika destekli Komünizmle Mücadele Dernekleri’yle ortaklaşa faaliyet yürüten ve Kanlı Pazar’ın örgütleyicisi olduğu iddia edilen Milli Türk Talebeler Birliği ile atıldı. 60 öncesinde “Vatandaş Türkçe Konuş” kampayası ve solcu Tan gazetesi baskını gibi eylemlerde boy gösteren bu birlikten sonra Necmettin Erbakan önderliğindeki Milli Selamet Partisi’nin Akıncılar grubu içinde yer aldı. Sonraları islamcı çevre içinde “Kürtçülük” ile suçlanacak olan Metiner, bir süre merkezinde yer alacağı Kürt siyasal hareketiyle yakınlaştı. HADEP Genel Başkan Yardımcısı oldu.
Bir yıl sonra buradan da ayrılan ve parti içinde “şahin” olduğunu düşündüğü kişileri televizyonda açıklayan Metiner, uzun süre düzen medyasın en sevdiği ilk on Kürt içine girdi. Kısa sürede Kürtlerle ilgili her konuda telefonla bağlanacak gereksiz kişiler listesinde birinci sıraya yükseldi. Bununla da yetinmeyen Metiner, birkaç yıldır AKP’yi temsil eden tarafa geçerek Kürtleri bu partinin oyununa getirmek için çevre şartlarına kolay uyum sağlayan kıvrak kişiliği ve bütün siyasi tecrübelerini kullanmaya başladı.
Bir seçim ön hazırlığı olarak tam da AKP’nin mazlum edebiyatı; ağlayarak oy toplama anlayışına uygun olarak yandaş medya tarafından sahnelenen suikast iddiaları ile yeniden gündeme geldi.
İşte Mehmet Metiner’in, – kendi yazdıklarıyla- dinci gericilikten, Kürt liberalliğine, oradan da “ılımlı muhafazakâr demokratlık” ve “Erdoğan seviciliği”ne uzanan hikayesi:
Mehmet Metiner, “yandaş gazeteci” için bir prototip
“Nemrut heykellerini yıkmayı tasarlardık”
Siyasete çok genç yaşında memleketi Kâhta’da Milli Türk Talebeler Birliği ile atılan Metiner, daha sonra Necmettin Erbakan önderliğindeki Milli Selamet Partisi’de yer aldı. Sonraları islamcı çevre içinde “Kürtçülük” ile suçlanacak olan Metiner o dönem daha sonra bir süre merkezinde yer alacağı Kürt siyasal hareketine girmemesini, kitabı Yemyeşil Şeriat Bembeyaz Demokrasi’de şöyle anlatıyor:
Kürtçü olamazdım, çünkü bizim o dönemdeki kürtçülerimiz kürtlükten önce komünistliği ve ateistliği önemsiyorlardı. Marksist-Leninist temelde bağımsız bir Kürdistan amaçlanıyordu. Ateist olduklarını da vurgulamaktan geri kalmıyorlardı. (…) Ancak bu yaklaşımın arkasından gelen “Kürt mühendisliği projesi”, yani “beyaz Kürt bizden olan iyi Kürt”, “siyah Kürt-bizden olmayan kötü Kürt” ayrımının yaslandığı ideolojik sol zemin, siyasal Kürtçülüğün asıl trajedisini oluşturmaktadır. (sayfa 27)
Metiner, siyasal islam ile bağını ise şöyle tarif ediyor:
Devlet eliyle toplumu Müslümanlaştırmanın, başka bir deyişle, önce devleti fethedip sonra devlet eliyle toplumu fethetmeye yönelmenin totaliter ve Jakoben bir siyasî proje olduğunu kavrayabilecek bilinçte değildim. “Allah’ın nizamı dururken, beşerî sistemlere/düzenlere uymanın küfür ve şirk” olduğuna inanırdık. Bu yüzden demokrasiye ve laikliğe dinsizlik gözüyle bakardım. (sayfa 47)
“Şeriat gelecek, vahşet bitecek”
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde okumak için gideceği İstanbul’da görüşleri daha da radikalleşti. 80’li yılların sonuna doğru dönemin aşırı sağcı/islamcı “Girişim”, “Yeni Zemin” ve “Sözleşme” dergilerinde yayın yönetmenliği yapan Metiner, islamcı çevre içinde önemli bir yer edinecektir. Dönemi “Taliban’ın yaptığı gibi biz de Nemrut Dağı’ndaki heykelleri yıkmak istiyorduk”, “Görüşümüzü, ‘Şeriat gelecek, vahşet bitecek. Dinsiz devlet yıkılacak’ sloganlarıyla özetlerdik” gibi açıklamalar ile anan Metiner, daha sonra bu yıllarını ve o dönemki siyasal islamı eleştirme biçimi ile o zamanki yol arkadaşları tarafından büyük tepki toplayacaktı. Eski çalışma arkadaşları tarafından özellikle totaliterlik ve demokrasi görüşü üzerine söyledikleri, gerçekleri çarpıtarak adeta bilmeden yapılan eleştiriler olarak daha sonraki siyasi kariyerine de atıfla “bukalemunluk”, nedametçilik, şahsiyetsizlik, oportünistlik olarak adlandırıldı.
“Şükür, şeriatı getiremedik”
Siyasal islamın yükselişe geçtiği bu yıllarda Refah Partisi il ve büyükşehir belediye başkanlıkları, daha sonra da Fazilet Partisi’nde Recep Tayyip Erdoğan ve Recai Kutan’ın danışmanlığını yaptı. 28 Şubat kendisine göre hem şahsında hem de islami harekette demokratlaşmanın miladıydı. Süreci Radikal gazetesinde yaptığı röportajda şöyle anlatıyor, bir bakıma kendini aklamaya çalışıyor:
“Siyasal İslam’ın Türkiye’de geçerli olamayacağı 28 Şubat sürecinde görüldü. Hiçbir demokrat kişi askeri müdahaleyi tasvip etmez, ama 28 Şubat süreci, siyasal islamcılarımızın demokrasiyi keşfetme sürecini de beraberinde getirdi. İslamcıların demokrasiyi keşfi ne yazık ki böyle olabildi. 28 Şubat’ın bu olumlu neticesini kimse göz ardı etmemeli. Çünkü 28 Şubat’ta İslamcılar da mağdur oldu. Daha önce mağdurların tepkisini bilmiyorlardı. (…) Ne zaman ki İslamcıların kendileri mağdur olmaya başladı, o zaman demokrasinin gerekli olduğuna inandılar. Ben, Fazilet Partisi’nin programını yazdım. Orada ‘Demokrasi mağdurluklarınız üzerinden yapacağınız siyaset, size kalkan oluşturacak bir silah değildir. Demokrasi, ötekinin özgürlüğünü savunmaktır. Ötekinin özgürlüğü için mücadele vermediğiniz sürece demokrat olamazsınız’ dedim.”
Metiner, kitabında ise şöyle diyor:
Kimimiz din adına iktidar/devlet olup ötekileri hizaya getirmeyi amaçlarken; kimimiz sosyalizm, kimimiz de milliyetçilik, faşizm veya turancılık adına… Her birimiz bir diğerinden önce iktidarı ele geçirerek ötekilerine bu dünyayı dar etmeyi amaçlıyordu. Belki iktidar değişecekti, ama iktidarın mantığı ve doğası hiç değişmeyecekti. Sopa tutan el değişecekti sadece, ve bir de o sopayla hizaya getirilmeye çalışanlar. İyi ki 80 öncesinde hiçbirimize devlet nasip olmadı. Yoksa bu ülke kan gölüne dönerdi. Bu totaliter ve otoriter siyasal düşüncemiz/anlayışımız dolayısıyladır ki bu ülkede demokrasinin yerleşmesinin önünde bilerek veya bilmeyerek her birimiz engel teşkil ettik. Ve askerlerin müdahalesine açık bir zemin oluşturduk. Askerler yönetime el koyduklarında halk derin bir “oh!” çekti.
Parti içindeki “yenilikçi hareket”e ise Abdullah Gül ile olan husumeti sebebi ile yanaşmadı. Ama “Erdoğan aşkı” o günlerde filizlenmeye başlamıştı bile:
Tayyip Erdoğan’a hep “Reis” diye hitap ederdik. Çünkü “Reis” Arapça bir tabirdi ve biz o dönem İslamcılığımızın bir gereği olarak Arapça sözcüklere kutsallık atfederdik. Ülkücülerin Çatlı gibilere niçin “Reis” dediklerini bilmiyorum, ama biz sırf bu nedenle “Reis” sözcüğünü kullanırdık. Hâlâ kendisini bu sıfatla anmayı, daha içeriden ve samimi buluyorum”. (a.g.e. sayfa 67)
Daha sonra bu sevgisine koruma içgüdüsü de eklenecek, Erdoğan’ın en cansiperane fedailerinden biri olduğu yorumları yapılacaktır.
“Kürt mühendisliği projesi”
Çizgisindeki ilk büyük savrulma 2000-2001 yılları arasında HADEP’e, hem de Genel Başkan Yardımcısı sıfatı ile transfer olması ile oldu. Daha önce de Kürt siyaseti tarafından ön plana çıkarılan ve bu nedenle sosyalistlerin büyük tepkisini çeken Metiner’in beklentileri ile HADEP’in çizgisi arasında sorun çıkar. Metiner HADEP’in sol düşünceyle her tür ilişkisini kesmesinden yanadır. Sorunlar büyür. Metiner’in HADEP dönemi eski dostları tarafından yorumsuz bırakılacak, fakat kendisine islamcılar tarafından yöneltilen “kürtçü” suçlamaları da bir gün ansızın Tayyip Erdoğan’ın makam aracının içinde belirmesinin önüne geçmeyecektir.
“Demokraside biat esastir”
Bu macerasından sonra aktif siyaseti bırakan ve eski işi olan yayıncılığa geri dönen Metiner, bir süre dolandıktan sonra Fettullah Gülen cemaatine yakınlığı bilinen “Bugün” gazetesinde çalışmaya başladı. Metiner, 2000’li yıllara yeni “ılımlı” dünya görüşü ile merhaba dedikten sonra dozu yavaş yavaş artan AKP savunucuğu ile yavaş yavaş dikkatleri üzerine çekmeye başladı. AKP’nin iç, dış, ekonomi, kültür, her türlü alandaki politikalarını savunmaya girişen Metiner, uzlaşmaz saldırgan üslubu ve (biraz da AKP’nin politikalarından ötürü) çelişkili söylemleri ile tartışma programlarında boy göstermeye başladı. AKP’nin meyda üzerindeki etkisinin gözle görülür bir şekilde arttığı dönemde dikkatleri daha da üzerine çekerek Star gazetesine geçti. “Kürt açılımı” tartışmalarında da Erdoğan’ın en içten temsilcisi olmaya çalışan Metiner ve Erdoğan ilişkisi eski günlerine dönmüştü. Fatih Altaylı’dan Ahmet Altan’a, Nuray Mert’ten Türkkaya Ataöv’e girdiği bütün tartışmalarda demogojik tutumu ile kısa sürede medyanın aranan isimlerinden oldu. Taraf gazetesindeki liberallere dahi Ergenekon üzerinden saldıran, yumurta atan gençlerden PKK’ya AKP karşıtı herkesin “yeni demokratik Türkiye”yi eski totaliter günlerine dönmek için söz birliği etmiş unsurlar olarak itham eden sözleri ile kendisine sağlam bir yer edindi.
“Sayın başbakan asla ve asla yalan söylemez”
Erdoğan’ın da bu sevgiyi karşılıksız bırakmadığı ve hakkında “beynimin yarısı” dediği Metiner’le adı son bir aydır daha sık anılır oldu. Önce Metiner’in Tayyip Erdoğan’ın 12 Eylül sürecinde işkence gördüğünü iddia ettiği yazısına Erdoğan’ın düzeltmesi geldi. Erdoğan’ın “Davutpaşa’da değil Metris’te yatmıştım” demesi üzerine hemen kendini düzelten Metiner’e ikinci çıkış Can Dündar’dan geldi. Metiner’in iddia ettiği tarihte daha Metris’in açık olmadığını söylemesi üzerine celallenerek, yaptığı ” Derdin nedir senin Can Dündar?”, “Yoksa başbakana yalancı mı demeye getiriyorsun?” çıkışları ile AKP’ye en yakın isimleri dahi şaşırttı.
“Herkesin bir cahiliye dönemi var”
İnternette ortaya çıkan ses kaydı ile ilgili olarak önce bir komloyla karşı karşıya olduğunu savundu. Ses kaydındaki sözlerin kendisine ait olduğu ispatlanırsa istifa edeceğini açıkladı. Birgün sonra ise sözlerin kendisine ait olduğunu ifade ederek herkesin bir cahiliye dönemi olduğunu söylerek, Başbabakan’a yönelik olarak sarf ettiği sözlerden dolayı pişman olduğunu ve binlerce kez kendi şahsında özür dilediğini açıkladı.
Mehmet Metiner özür dilemek için Kayseri’ye gitti. İddialara göre Başbakan’ın konuşması öncesi kendisiyle görüşmeye çalışan Metiner’e, Erdoğan yüz vermedi.
Başbakan Erdoğan kürsüde konuşurken Metiner bu kez Emine Erdoğan’ın yanına gelerek derdini anlatmaya çalışsa da ondan da beklediği ilgiyi göremedi. Metiner’in Emine Erdoğan’ın karşındaki acizliği yaşama bakışını yansıtan iyi bir kare oldu.