Irak’taki Türkmenlerin hakları, Türkiye’deki Kürtlere oranla epey çok: Irak Anayasası Md. 121’de idarî, siyasal, kültürel ve eğitsel hakları adları zikredilerek teminat altına alınmış bulunan Türkmenler kendi etnik kimlikleriyle siyasal faaliyette bulunabiliyorlar.
Bak nasıl öldürmüşsünüz Ali’yi anlatayım. İyi okuyun da 19 yaşındaki bir çocuğu nasıl öldürdüğünüzü öğrenin: Altı tane herif göndermişsiniz. Bunlar bir çocuğu öldürmek için pusuya yatmışlar basbayağı. Karar vermişler yani.
AKP Genel Başkanı Tayyip Erdoğan’ın, aynı zamanda Cumhurbaşkanı ve fiilen Başbakan olarak, Ensar Vakfı’nda yaptığı konuşma (28 Mayıs), Türkiye’de var gücüyle devam eden kültür savaşının en açık ifadelerinden biriydi.
“İnsan, iyiyle kötüyü birbirine karıştırdığında, Tanrılar ruhunu öylesine feci bir felakete sürüklerler ki, artık felaketin farkına varmak için çok az zamanı kalmıştır.” Sophocles, [Antigone]
“Şark cephesinde yeni bir şey yok!” 1960 yılında Mülkiye’de (SBF) birinci sınıf öğrencisiydim. Adnan Menderes’in Demokrat Partisi 1950’den beri üç dönemdir iktidardaydı. Muhalefete ve basına yönelik baskı ve şiddet almış başını giriyordu. O kadar ki, muhalif gazeteler yasaklanmadığı günlerde bazı sayfaları beyaz çıkardı ve gazeteyi koynumuzda saklardık…
Artık borçlanmak eskisi kadar kolay değil ve yağmalanacak, talan edilecek pek bir şey de kalmadı. Tam tersine borçların ödenme zamanı gelip-çattı… Belirli bir büyüme oranına ulaşılmadığı, büyümenin durduğu koşullarda artık borçlanmayı sürdürmek mümkün değildir. Bu da yolun sonuna gelindiği anlamına gelir.
Son beş yüz yılda dünyada devlet terörüyle öldürülen insan sayısıyla, devletin terörist dediği direnişçilerin öldürdüğü insan sayısı hakkında bir fikri olan var mıdır?
Hobsbawn şöyle diyordu: “Nasıl haşhaş, eroin müptelalığının hammaddesiyse, tarih de milliyetçi, etnik ya da fundemantalist ideolojilerin aslî ögelerinden birisi, belki de aslî ögesidir. Eğer amaca uygun bir geçmiş yoksa, her zaman için yeniden icat edilebilir. Geçmiş meşrulaştırılıyor… Geçmiş, öğünülecek fazla bir şey olmayan şimdiki zamana daha şerefli bir arka plan sunar”
“Ölülerin safça ve kardeşçe bakışlara ihtiyacı var” der Semprun, sağ çıktığı Buchenwald toplama kampını, fırınları, üst üste yığılmış son günün ölülerini gösterirken. “Bir de anılmaya…’’ Kasım ayının başlarıydı. (Gene geçmiş, gene kişisel bir başlangıç! Herkes susarken konuşmak, herkes konuştuğunda susmak benim kötü bir alışkanlığım.)
Son darbe girişimi bana ”hain” profili hakkında ipuçları sunuyor. Kalkışma bana hainin, ortaya çıkaran etkiler olmadığı için ne başkasına ne de kendine açılan, hatta işinde gücünde bir yurtsever (!) olabileceğini göstermiştir.
Barış zamanında, üzerinde durulmaya değmeyen bu toplum döküntüleri, ancak bunalımlı dönemlerde büyük bir önem kazanıyor.
Başarısız darbe girişiminden sonra herkes hasar tespiti yaparken ” sen kalkmış neler yazıyorsun, demokrasi elden gidiyor, gölge etme yeter, bi sus olum ya”, der gibi, azarlandığımı hissediyorum. Ama huyum kurusun, susamıyorum işte.
Eğer toplumu dincileştirmek (politik İslam’ı dayatmak anlamında) ve dinci unsurları devlet içine yerleştirmek, bilinçli bir devlet politikasıyla, ki, öyleydi, o zaman. birincisi, bunu bilmiyormuş gibi yapmak, vay efendim, orduya, milli eğitime, istihbarat örgütüne, vb. ‘sızmışlar’ diye sızlanmamın, şikayet etmenin ne alemi var; ve ikincisi, bu durumun sorumlusu, sorumluları kimdi, kimlerdi? Onları onca yıl oraya kimler soktu? Geride kalan dönemde bu ülkeyi yöneten tüm hükümet üyeleri, tüm Genel Kurmay Başkanları, generaller, başbakanlar, bakanlar, cumhurbaşkanları, Demireller, Ecevitler, Özallar, Erbakanlar, Tayyip Erdoğanlar az-yada çok bu durumdan sorumludurlar. Kendi elleriyle büyüttükleri musibetten bir de kalkıp şikayet etmeye hakları var mı?
Erdoğan kalktı bir açıklama daha yaptı. “Suriyelileri vatandaşlığa alacağız” dedi. “Vatandaşlığa alacağız” dediği insanlar, Türkiye’nin beş yıldır “mülteci” statüsü vermediği insanlar. Neden o sahipsiz, çaresiz insanlara “mülteci” statüsü tanımadın? Mülteci statüsü tanımadığın insanlara, hangi altyapıyı hazırlayarak “vatandaşlık” vereceğini söylüyorsun? Neden Avrupalı ülkeler “yüz bin mülteci” gelecek diye dehşete kapılırken, Türkiye üç milyonuna vatandaşlık verebileceğine inanıyor? Avrupalılar neden korktu, Türkiye neden korkmuyor?
İslamianaliz sitesi yazarı uzman psikolog Yrd. Doç. Mücahit Gültekin AKP’nin İsrail’le yaptığı anlaşmayla ilgili parti tabanının neden karşı çıkmayacağını kaleme aldı. Gültekin’in yaptığı tespitlerin yerindeliği ve içeriden olması sebebiyle önem arz ettiğini düşünerek yayınlıyoruz.
Ak Parti niçin Ramazanda İsrail’le anlaşma yapıyor!Çünkü, artık, bizim mahalleyi ikna etmeye bile gerek olmadığını biliyor. Hangi icraatı yaparsa yapsın, faziletlerini anlatmak için hazır kıta bekleyen yazarları olduğunu biliyor. Koca koca profesörlerin bir MKYK üyeliği için, bir adaylık için nasıl amigolaştığını biliyor.
Bir belgesel izlemiştim… Endonezya’da muhalifleri öldüren katiller, suçlarını büyük bir rahatlıkla itiraf ediyorlardı. Böylesine fütursuzca suçlarını itiraf edebilmelerinin nedenini bir tanesinin sözleri açıklığa kavuşturuyordu: “Biz Endonezya’dayız… Bize burada kimse dokunamaz.” Devlet destekli bütün çeteler, hangi suçu işlerlerse işlesinler “dokunulmaz olduklarına” güvenir aslında. Korunacaklarına, onlara asla dokunulamayacağına inanırlar. Türkiye’de AKP’nin çeşitli “branşlarda” kurduğu çeteler de bu güvenle işlerini yapıyorlar, hukukun dışına çıkmalarına kimsenin ses etmeyeceğine, onları yargılamayacağına inanıyorlar.
Bir örümcek türü var… Avını yakaladığı zaman zehrini içine zerkediyor, o zehir avın iç organlarını eritip sıvılaştırıyor… Örümcek o sıvıyı emip beslenirken av da ölüyor.
Bugün, “anayasaya uymayacağını” açıklayan, “fiili durum” yaratarak hukuka darbe yapan Tayyip Erdoğan da “diktatörlük” yolunda bu “örümcek siyasetini” izliyor.
Siyasi partilerin ve kurumların içine önce zehiri bırakıyor.
Çok basit ama çok etkili bir zehir bu.
Bu zehrin adı, “Kürt nefreti.”
Suudi Arabistan, anayasası bile olmayan bir mutlak monarşidir ki, dünyada nesli tükenmekte olan dört mutlak monarşiden biridir. Diğer üçü: Brunei, Oman Sultanlığı ve Swaziland’dır. Velhasıl Orta-Çağ kalıntısı bir devlettir. Göstermelik de olsa bir parlamentosu bile yoktur. Suudi Arabistan bir ulus adı değil bir aile adıdır. Suud Ailesine ait olan anlamındadır. Ona o adı takan da, Kral Abdül-Aziz İbn-i Suud’dur… Velhasıl, “bundan sonra buranın adı böyle olacak” demiştir ve olmuştur… Aslında “Hasan’ın yeri” demek gibi bir şey…