Türklük Sözleşmesi’ne modern Türkiye’nin yazılı olmayan fakat yazılı olanlarından çok daha etkili olan esas anayasası olarak bakılabileceğini düşünüyorum. Üç temel madde ve bu maddelerin arkasındaki tarihsellik, Türklerin/Türkleşenlerin görme, duyma, bilme, ilgilenme, duygulanma hâllerini şekillendirdiği kadar, görmeme, duymama, bilmeme, ilgilenmeme, duygulanmama hâllerini de şekillendirmiştir. Dolayısıyla Türklük belli görme, duyma, bilme, ilgilenme, duygulanma hâlleri olduğu kadar, aynı zamanda belli görmeme, duymama, bilmeme, ilgilenmeme, duygulanmama hâlleridir. Sözleşmenin temel kuralları aile, cami, mahalle, okul ve orduda toplumsallaşma ve düşünsel/duygusal eğitim yoluyla öğrenilir; kurallara uyum içselleştirilir. Kurumların (kamu ve özel) zihniyeti, işleyişi ve kimleri kayırıp kimleri cezalandıracağı ve toplumsal çevrelerin içerme/dışlama mekanizmalan da sözleşme tarafından belirlenmiştir. Dolayısıyla çalışma çağına gelen kişinin toplumsal yapıda yerini koruyabilmek ya da yükselebilmek için çalışacağı kurumun açık ve örtük kurallarını iyi bilmesi, beklentilerini karşılaması gerekir. Örneğin yargıda bir yargıçtan bir Türk olarak karar vermesi, medyada bir gazeteciden bir Türk olarak haber yapması, üniversitede bir akademisyenden bir Türk olarak yazması beklenir ve sonuçta çoğunluk bu performansı sergiler.
Bu beklentiler ve karşılığında ortaya çıkan roller kişinin neredeyse karakteri hâline gelir. Bir başka deyişle, bu roller o denli içselleştirilir ki kişi öyle gördüğünü, bildiğini ve davrandığını fark etmez; neyi görmediğini, neyi bilmediğini, neyle ilgilenmediğini de fark etmez. Türklüğü çoğu zaman farkında olmadan yaşanan belli görme, duyma, bilme, ilgilenme, duygulanma ve görmeme, duymama, bilmeme, ilgilenmeme, duygulanmama hâlleri olarak tarif ederken kastettiğim kısmen budur.
Türklüğün negatif hâlleri olarak tarif edeceğim görmeme, duymama, bilmeme, ilgilenmeme, duygulanmama hâlleri birer eksiklik olarak görülebilir, fakat aslında birer imtiyazdır. Çünkü bir ülkede, herhangi bir ülkede, ancak egemen grubun görmeme, duymama, bilmeme, ilgilenmeme, duygulanmama hakkı ve daha önemlisi gücü vardır. Görme ve görmeme, duyma ve duymama, bilme ve bilmeme, ilgilenme ve ilgilenmeme, duygulanma ve duygulanmama biçimleriyle kişinin güç hiyerarşisindeki etnik ve sınıfsal pozisyonu arasında yakın bir ilişkisellik söz konusudur. Somutlaştırmak gerekirse, egemen etnik gruba mensup bir kişi etnik hiyerarşinin altlarında bulunanlarla ilgilenmeyebilir, onların düşüncelerini önemsemeyebilir, onları dinlemeyebilir; çünkü buna gücü vardır ve bundan dolayı bir kayıp yaşama riski yoktur. Alttakiler ise üsttekilerin ne düşündüğünü bilmek, ne dediğini dinlemek zorundadır; çünkü bu bilgi hayatta ve ayakta kalabilmenin temel şartıdır. Buna paralel olarak, bir ülkede ancak egemen etnik/ırksal grup, etnik veya ırksal bir sorun olmadığını düşünebilir ve iddia edebilir. Buna inanır, çünkü bilmiyordur; bilmemesinin arkasında ise sahip olduğu güç yatar. Bu da bize üsttekilerin bilmemekte, ilgilenmemekte, duygulanmamakta bir çıkan olduğunu düşündürtebilir; tıpkı alttakilerin bilmekte, ilgilenmekte ve duygulanmakta bir çıkan olabileceği gibi.
Türklüğün bu negatif hâlleri, Türklük Sözleşmesi’nin birer parçası olan siyaset, diyanet, yargı, medya, üniversite ve aile gibi kurumlarla güvence altına alınmıştır. Bu kurumlar, alttakilere ve dışlanmışlara dair bilgileri, onların deneyimlediği hakikatleri sunmamak veya o bilgileri değersiz, yanlış, yalan olarak sunmak üzerine örgütlenmişlerdir. Bilmemek bir anlamda garanti edilmiştir. Fakat aydın olarak adlandırılan okumuş yazmış Türklerde, özellikle de ideolojik aidiyetleri evrenselci fikir ve idealler içeren Türklerde (Marksizm/enternasyonalizm, İslamcılık/ümmetçilik, liberalizm/kozmopolitizm, Kemalizm/aydınlanmacılık) rastlanabilen bilgisizlik, ilgisizlik ve duygusuzluk bu denli pasif değildir. Başka bir deyişle, bilgi olmadığı için bilmiyor değillerdir. O bilgiyi ciddiye almadıkları, o bilginin doğru olmadığını düşündükleri, o bilginin arkasında bir “bit yeniği” olduğunu varsaydıkları için bilgisiz kalmışlardır. Çünkü o bilgiyi ciddiye alsalar, birer evrenselci aydın olarak o bilginin gereğini de yapmak, yani o bilgiyi yaymak veya harekete geçmek durumunda kalırlar. O bilgiyi yaymak ya da harekete geçmekse sözleşmenin dışına çıkmak anlamına geleceği için bu bir ceza, en azından konforunu kaybetme olarak geri dönebilecektir. Ayrıca bilmek ve ilgilenmek beraberinde alttakilerle kurulan duygudaşlık veya alttakilere yapılanlarla ilgili suçluluk duymak gibi tehlikeli ve bedeli ağır duygular getirebilir. Bunların olmaması için ama aynı zamanda da özsaygılarını yitirmemek ve benlik imgelerini bozmamak için bilgiden kaçış mekanizmaları geliştirilir. Fakat bu kaçış mekanizmalarının -benliklerine atfettikleri değeri sürdürebilmek adına- mutlaka bilinçdışı olması gerekir. Bu bağlamda, evrenselci ideolojilerin zaman zaman saygın ve soylu kaçış yolları olarak kullanılabildiğini düşünüyorum. Örneğin, bir Marksist, Kürt ve Ermeni meselelerini yeterince ciddiye almayabilir; çünkü Ermeniler ve Kürtler “emperyalizmin oyununa gelmiştir’ ya da “sınıf siyaseti değil…. [Kitaptan bir bölüm]
Tanıtım Bülteni:
Gündelik davranışlarımızı, eyleme tarzımızı, toplumsallaşırken sergilediğimiz performansları, konuşma ve hatta susma biçimimizi belirleyen etkenlerin çoğu zaman farkında bile değiliz. Ne var ki, bunlar yalnızca gündelik hayatımızı değil, aynı zamanda tarihin uzun hafızasındaki siyasal konumlarımızı ve tercihlerimizi de etkiliyor. İşte, çoğu zaman bilinçdışı düzeyde yaşanan bu körlüğün siyasal anlamları üzerine düşünüyor Türklük Sözleşmesi.
Barış Ünlü, Türkiye’nin yazılı olmayan esas anayasasını, yani Türklük Sözleşmesi’ni tarihsel çerçevesi, işleyiş biçimleri, yarattığı imtiyazlar, zorunlu kıldığı performanslar, doğurduğu sorunlar ve karşı karşıya kaldığı kriz bağlamında ortaya koyuyor. Beyazlık çalışmalarından duygular sosyolojisine kadar kapsamlı bir çerçevede, Türkiye’nin kanayan yarası Kürt Sorunu ve Ermeni Soykırımı’ndan Barış İçin Akademisyenler’e kadar çeşitli meseleleri ele alan Ünlü, siyasal yelpazenin çok farklı noktalarında duran kişilerin bile “yeri gelince” nasıl aynı paydada buluşabildiğini sarih bir şekilde gözler önüne seriyor.
“Türklük” adı altında topaklanan benlik mitoslarını yerle bir eden bu kitap, okurunu gündelik davranış biçimlerini, ritüellerini, performanslarını sorgulamaya davet eden bir demir leblebi, negatifinden bir Türkiye Tarihi.
Kitabın Künyesi
Türklük Sözleşmesi |Yazar: Barış Ünlü | Yayıncı: Dipnot | 386 Sayfa