Tezer Özlü’den Leylâ Erbil’e Mektup: Burada en çok seni arıyorum…

251

Burada ilk kez, yaşamın durgunluğu ve günlük pratik yaşamın hiçbir sorun çıkartmaması nedeniyle “zaman”ı algıladım. Zamanı algılamanın çok olumlu yanları var. İnsanı biraz durgunluk düşüncesine itse de… zamanı algılayarak yaşamayı özlemiştim.

Yeni yılın ilk mektubunu sana yazıyorum. Yalnız bu arada İsviçre klavye ve elektronik daktiloya alıştığım için, benim bu küçük daktilo ile yazmak çok güç geliyor. Neyse… Bu gün kartın geldi. Sağol. Ben yeni yıl için kimseye yazamadım. Yılların yeniliği ya da eskiliği olmuyor galiba. Burada en çok seni arıyorum. Ne önemli, yeri doldurulmaz bir boşlukmuş, dostlukmuş… Senin bazı sıkıntılara düştüğünü biraz Sezer, biraz da Harald’dan duydum, ikisi de ayrıntılı konuşmadıkları halde, tabii bunalımlarının nerede yattığını, yıllarla birlikte gelen toplumla ilgili, toplumlarla ilgili, yakın ve uzak insanlarla ilgili, edebiyatla ilgili, edebiyatçılarla ilgili vs… hepsini biliyorum, içten duyuyorum. Aslında memnunluk ya da rahatsızlıklarımızın tümü kendi içimizden kaynaklanmıyor mu? Türk edebiyatında çığır açmış bir yazar olmana karşın, çağdaşlarının geriliği nedeniyle cahillerin baskısı altında kaldın. Ama bu yalnız sana özgü bir durum değil, tüm ülkelerde örneği var. Seni anlayan, seven, değerini bilen mutlak önemli bir kesim var, bu kesim de hiç de küçük değil. Zamanlara dayanacak bir öncüsün. Senin gibi bir kadın -kadın olmasın, kadın demeyeyim, insan- kiminle yaşarsa yaşasın, sorunlar olacaktır. Bizler belki de kendi kendilerine yaşaması gereken, ama belki de toplumumuz buna elvermediği için evlilikler yapan kadınlarız… Paris, New York gibi kentlerde olsaydık, belki başka türlü yaşardık… bilmiyorum. Ama İstanbul’da da çok derin yaşadığımızı, içten insanlar bulduğumuzu… burada daha iyi algılıyorum.

İstanbul’dan ayrılalı 10 ay oluyor. En çok Mehmet’in “kız özlersin, insan memleketini özler” sözcükleri kulaklarımı çınlatıyor. Biraz kesin gibi görülen -tabii hiçbir şey kesin değil- bu ayrılık, bana oldukça güç geldi. Bu toplumu iyice gözetledim. Kitap, dergi, gazeteleri ile kavramaya çalıştım. İnsan ruhu olarak yaşamayan bir toplum. Dinamizmi

de yok. Almanlar’a da hiç benzemiyorlar. Hepsi çok iyi tüccar. Almayı, satmayı, biriktirmeyi biliyorlar. Can sıkıcılar. Ama kent güzel. Bildiğin gibi mimarî çok insancıl boyutlarda. Sokaklar, evler… küçük alanlar insanlardan daha güzel. Ayrıca burada ilk kez, yaşamın durgunluğu ve günlük pratik yaşamın hiçbir sorun çıkartmaması nedeniyle “zaman”ı algıladım. Zamanı algılamanın çok olumlu yanları var. İnsanı biraz durgunluk düşüncesine itse de… zamanı algılayarak yaşamayı özlemiştim. Henüz burada hiçbir şey yazmadım, ama zaman zaman bazı duygu ve resimler içimde beliriyor. Belki yakında onları bölük pörçük yazmaya başlarım. Burada hem Türkçe, hem de Almancadan uzağım. Onun için yazmak kolay değil. Ve ilk kez yavaş yavaş, belki de araya giren somut mesafe ya da -bir süre için kesin görülen- uzaklık nedeniyle çocukluğumdan da uzağım. Bu da iyi. İlk kez çocukluğumdan uzaklaşıyorum. Kendi zamanım içindeyim. Ancak, Arnavutköy’ü gerçekten çok özlüyorum. Orada benimle tümüyle bağdaşan bir olgu var. Deniz, yokuşlar, ağaçlar, taşrayı andıran evler… Orada kendimi her zaman güçlü duymuştum. Erden de bana, beni her zaman güçlü duyurtmuştu. Hans Peter bana çok benzeyen bir insan. Onunla ilk kez iki insan arasındaki sevgiyi, insandan insana geçen sevgiyi duydum. Ama bu da kolay değil. Çünkü sevgi de (istersen aşk de), üzücü, yorucu, duyurucu, doyurucu bir olgu. Olması güzel (yani tender), ama belki olmaması daha rahat.

Deniz okuluna alıştı. Her yere uyum sağlayan bir insan. O da arkadaşlarını, İstanbul’u çok özlüyor. Epeyce büyüdü, boyu bana yaklaştı, göğüsleri çıktı. Bütün gün, okul yoksa, rock müziği dinliyor. Bana da hep itiraz ediyor, sonra gene yumuşuyor. Ara sıra bazı işlerimiz oluyor. Çeviri, Hans Peter’e fotoğraf asistanlığı gibi. Biraz ben ders de verdim. Sonra işler bitiyor, yenilerini bekliyoruz… Aslında böylesi daha rahat. İnsan arada boş kalıyor, yorulmuyor, yeterince, serbest iş bulursa tabii. Şimdilik bizimkiler yeterince değil, ama açılmak üzere. Erden hemen hemen haftada bir arıyor. Onun da konu düşünmekte, senaryo aramakta nasıl güçlük çektiğini sezinliyorum. İşte belki de

bundan sonra yazacağım kitapta bu kopuşu işleyeceğim. Toplumsal ve siyasal ve duygusal parçalanmayı. Sezgilediğim konu bu.

Sezer’in gelmesi iyi oldu. Epey hava getirdi, eve neşe getirdi. Ona çok alıştım, gidince henüz yalnızlığa alışamadım. Başımdan çok tatsız bir olay geçti. Genel durumla ilgili 10 günlük müthiş bir sıkıntıdan sonra sol koltuğumun altında bir beze şişti, sol göğsümde de bir süt bezesi.. Beni müthiş bir kanser aramasına tabi tuttular. 15 gün beni müthiş korku altında yaşattılar. Sonra, gene de bunu almak gerek, dediler. Oysa bunlar çok ağrı yapan, kolum tutulan iltihap gibi bir şey. Bir ayda da epey küçüldüler. Sonunda ben boş verdim. “Sorumluluk bana ait” deyip, bir kâğıt imzalayıp, ellerinden kurtuldum. Doğru da yaptığıma inanıyorum. Nezle olanların bile röntgenini çekiyorlar. Doktorlar hiçbir şeye bakmıyor, her şey makineden geçiyor. Makine, kom-pütür… onlara da inanmayıp, kesmek istiyorlar. İnsanın hormonal dengesi bozuk olunca, böyle beze şişmeleri de oluyor. Artık aldırmıyorum. Bir daha da doktora gitmemeye karar verdim. Ancak insan somut olarak böyle durumlarla karşılaşınca, ne zor olduğunu gördüm, yaşadım.

O korkulu günlerimde hep seni düşündüm. Korkum geçmeseydi, atlayıp senin yanına gelecektim. Yahu, sen atlayıp buraya gelsene!!!

Fatoş ne âlemde? Vakko’da iş bulduğunu duydum. Keyfi nasıl? İstanbul’a adapte olabiliyor mu?

Mehmet’in durumu nasıl? İşine devam ediyor mu?

Edebiyat âlemi nasıl?

İstanbul’a ne zaman geleceğimi bilmiyorum. Hiç belli olmaz. Uçaklar bu kadar pahalı olmasa…

Üç gündür kar yağdı. Kent beyazlaşınca aydınlandı büsbütün, geceler de karla birlikte daha aydınlık. Karlı Zürih oldukça hoşuma gitti.

Televizyonda 14 kanal var, zaman zaman ilginç programlar oluyor. Noel’den bir gün önce, 2 gün Münih’e gittik. Christian Enzensber-ger’in bir partisi vardı. Orada bazı Alman yazarlarla buluştuk. Güzeldi. Münih buradan araba ile 4 saat.

T. zaman zaman akıl almaz saçmalıklar yapıyor. O denli tatminsiz ki, anlatamam. O yüzden onu görmekten kaçınıyorum. Tektaş iyi. Ezel epey sıkıntı geçirdi, şimdi iyileşiyor. Hoş bir İsviçreli gazeteci arkadaşımız var. Onların dışında insanların birçoğu depresiv. Burada depresyon çok yaygın. O yüzden ben de kendimi uzak tutuyorum. Evimiz aydınlık, pırıl pırıl ve sıcak. Önünde bir Boğaz eksik. Bir de sen çok eksiksin Leylâ’cığım. Kendini zorla ve bana ayrıntılı yaz. Senden başka yürekten konuşacak bir arkadaşım yok. Yılbaşında Gönenç de geldi, çok iyi oldu, onunla da özlem giderdik. Hepinizi sevgiyle öperim.

Tezer
Zürih, 3 Ocak 1985

Tezer Özlü’den Leylâ Erbil’e Mektuplar

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz