Tezer Özlü: “Ölümüm bu benim!” Son Aşk – Leyla Erbil

285

Buyurgan, yasakçı, ataerkil toplumun yatışmak bilmez gizli şiddeti, sadece on yılda bir sıkıyönetim dönemlerinde değil, sivil yönetimlerde de insan ilişkilerinin tüm alanlarını kaplamış, yurttaşların tümünü hasta etmiş, cehenneme çevirmiştir yaşamı. Hele Tezer gibi kozmopolit kültür sahibi insanlarınkini.

Çengelköy’de deniz kıyısında, caminin avlusunda o bildik yüzyıllık çınarın dibindeyiz. Ana gövde ikinci bir çınar doğurmuş, o da bütün ağaçlar gibi göğe doğru uzanacağına kendini özgürleştirmeye kalkmış, almış başını denize gitmiş. O çınarın dibindeyiz.Deniz sisten pustan sıyrılamamış göl göl pırıldıyor; bizim evlerimizin de olduğu (Tezer’le aynı semtte Arnavutköy’de oturuyoruz o sıra) karşı kıyılar seçilmiyor. Islak tahta masada çaylarımız tütüyor, çok da üşüyoruz. Sabah saat on. Tezer beni ilerde evleneceği sevgilisi, fotoğraf sanatçısı Hans Peter’le tanıştırıyor. Birbirimize çabucak ısınmamızı, birbirimizi çabucak sevmemizi istiyor. Böyledir Tezer; sevdiklerini birbirine dost kılar; cömert bir yüreği vardır, ayırıcı, kaçırıcı değil, birleştiricidir, öyle ki onun tanıştırdığı herkes birbirinin kırk yıllık dostu gibi olmuştur bugün.

Burayı seçişimizin nedeni aynı zamanda Hans Peter’e İstanbul’u sevdirmek. Sevdi de sonunda; bugün o da bir İstanbullu!

“Bu adam benim ölümüm Leylâ” diye tanıştırıyor sevgilisini. “Bak bak bu benim ta kendim! Kafatasım bu; kendi ölümüm!”

Hans Peter’e bakıyorum, ince, uzun bir yabancı. Bahçe yılanının sırtı gibi aynalanan ipek montunun içinden hafifçe sırıtıyor. Solgun derisi, çökük mavi gözleri, açık renk dökük saçlarının açılmasıyla yükselen beyaz alnıyla onu eskiden elektrik direklerinin üzerindeki kurukafa işaretine benzetmeye çalışıyorum? “Yalnız bunun gözleri mavi, haklısın ölüm mavi gözlüdür” diyorum, bir şeyler demiş olmak için. Tezer’de benim görmeye alışık olduğum öfori’yi, Hans Peter’in nasıl karşılayacağından kaygılanıyorum azıcık, ama onun, genç kuşak bir Avrupalı’nın dünyayı sıkı bir biçimde tanımışlığının getirdiği bir olgunlukla, şefkatle ve hayranlıkla Tezer’i dinlediğini görünce rahatlıyorum.

Adamın elini alıp kendininkiyle yan yana koyuyor Tezer, “Bak bak”, diyor, “cildimizin rengi, damarlarımızın kabarıklığına, yeşiline bak, nasıl birbirinin eşi, şu dolaşımın haritasına bak, ölümüm bu benim!”

Hans Peter’in kolunu montuyla birlikte dirseğe doğru sıvıyor, gösterdiği dokuların arasındaki damarların akışına bakıyorum, gerçekten de Tezer’inkiyle eş. Dayanamayıp kendiminkine de bakıyorum, benimki onlarınkinden değil!

Hans Peter, o tuhaf renkli montunun kollarını indiriyor. Bu montun öyküsü de ünlü. İlk kez Berlin’de bir barda, uzaktan bu tuhaf yeşil renkle adetâ büyüleniyor Tezer, kalkıp bara gidiyor ve tanışıyorlar. Hans Peter, Kanada’dan o sıra tatile gelmiş. Tanıştıklarının yirminci gününde Kanada’ya dönüp her şeyini satıp savıp Berlin’e yerleşmiş oluyor genç adam. Aşkları böyle başlıyor onların; yirminci yüzyılın hızına uygun olarak. “Bu rengi giyebilen bir adam sıradan olamazdı, zaten oradan anlamıştım!” diyor sık sık, sürekli anlatıyor: “Berlin bursunu sanki bunun için kazanmışım, bu adam için gitmişim, iki kocamda da bulamadığım o şefkati bulmak için, aldım getirdim onu işte! Ölümümü bulmaya gitmişim sanki… “

Damarları anlıyorum da, neden “ölümüm”, anlayamıyorum bir türlü. Soramıyorum da…

Bunlar 1982 Ekimi’nde geçiyor. 18 Şubat 1986’da Hans Peter’in yurdunda, onun karısı olarak, onun kollarında, Kanton Spital Hastanesi’nde yaşamı sona erdikten sonra sık sık aklıma düşüyor bu sahne.

Yazarın Ülkesinde Bir Gezinti ya da

“Burası Bizi Öldürmek İsteyenlerin Yurdu… “

Tezer Özlü’yü anlamak için, stadyumlardan ve ekranlardan fışkıran “En büyük türkiyah! başka büyük yok!” inlemelerinin dışında bir yerlerden de ülkeyi seyretmek gerekiyor.

Türkiye, aslında âşığı olduğu bu topraklar acılarına acı katmıştır Tezer’in.

Din kökenli ilkellik, resmî ideolojinin sarmalında özgür aklı boğmuştur bu ülkede.

Buyurgan, yasakçı, ataerkil toplumun yatışmak bilmez gizli şiddeti, sadece on yılda bir sıkıyönetim dönemlerinde değil, sivil yönetimlerde de insan ilişkilerinin tüm alanlarını kaplamış, yurttaşların tümünü hasta etmiş, cehenneme çevirmiştir yaşamı. Hele Tezer gibi kozmopolit kültür sahibi insanlarınkini.

Tezer Özlü’den Leyla Erbil’e Mektuplar
Yazar: Leylâ Erbil, Yayınevi : Yapı Kredi Yayınları

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz