“Sizinle, sanatçılar ve intihar üzerine konuşmak istiyoruz. Bize zaman ayırabilir misiniz?”
Sesi oldukça gençti arayan televizyoncu kızın. Üzerinde çok düşündüğüm bir konu olmasına rağmen; yine de intihar, sözü beni biraz irkiltmişti.
“Neden, ben?”diye sormadan edemedim bu yüzden. “Sizin bu konuda bize çok şey anlatacağınızı düşünüyorum da ondan, “diye yanıt verdi televizyoncu kız.
Sanatçılar ve intihar. Evet, aslında haklıydı. Bu konuda çok şey okumuş ve yaşamıştım.
Aklıma ilk anda, Nilgün Marmara gelmişti. 27 yaşında aramızdan ayrılmıştı, intiharından yıllar önce, onunla tanıştığımız ilk günlerden itibaren, İntihardan çok sık söz ederdi Nilgün. Zaten tez konusu intihar ederek yaşamına son veren Amerikalı şair Sylvia Plath’dı.
Nilgün, konuşmalarında ve yazdığı şiirlerinde olsun, yaşamı, inanılmaz acı verici ve katlanılmaz bulurdu. “Hayatın neresinden dönülse kârdır,“diyen bir şairdi, sonuçta o… Bir keresinde bana, Beni yukarıdan çağırıyorlar; orada kalma, buraya geir diyorlar, demişti. Ruhsal dengesi altüst olduğu günlerdi. Tanık olanlar söylüyor, kendisini evinin balkonundan attığında tek bir çığlık bile atmamış. İntiharı bende onulmaz yaralar açmıştı. O günden sonra artık bir başka birisiydim sanki. Çok derinden yara alanlar bir daha eskisi gibi yaşayamazlardı» çünkü. Nilgün, bana bunu öğretmişti intiharıyla…
Telefonun başında soluk almadan konuştuğumu, hatırlıyorum. Belleğime sonra Wirginia Woolf düşmüştü. Romanlarına hayran olduğum ve tekrar tekrar okuduğum bu İngiliz sanatçı, neredeyse başarısının doruğundayken paltosunun cebine taşlar doldurup evinin arkasındaki göle doğru yürümüş ve orada yaşamına son vermişti. O da Nilgün gibi yaşamı katlanılmaz buluyor ve beynindeki o korkunç uğultuyu durduramıyordu.
Şair Kaan İnce, Nilgün’den bile genç yaşta hayatına son vermişti. İntihar ettiğinde, yanılmıyorsam, 22 yaşındaydı. Ankara’da ailesiyle yaşıyordu. Bir gece otobüse binip İstanbul’a gelmişti. Kadıköy Rıhtımı’nda bir otel odası tutup odasının balkonundan sabaha karşı kendini boşluğa bırakmıştı. En yakınları ve arkadaşları dahil, kimse onun neden intihar ettiğine dair kesin bir yanıt bulamamıştı. Çünkü duyarlı bir insanın nerede ve nasıl derinden ve onulmaz bir şekilde kırıldığım, o kişinin kendisinden başka hiç kimse bilemezdi.
Peki, Amerikalı şair Ernest Hemingvvay’e ne demeli? Dünya çapında tanınan çok ünlü bir romancıydı, intihara karar verdiğinde. Ve çok acımasız bir yöntem seçmişti, kendisi İçin. Tüfeğini ağzının içine soktu ve… Bedenine ve varlığına bu denli öfke duymasının nedeni, artık roman yazamamasıydı…
İtalyan Romancı ve şair Cesare Pavese ise, “Yaşama Uğraşı” adlı günlüğünün en sonuna şunu yazmıştı, intihar etmeden önce: “Artık yazmayacağım. Eylem. Eylem…” Hayatı boyunca insanlar tarafından o denli kırılmış ve incinmişti ki yazmak bile onun için teselli olmamıştı. Tek sahici eylemin intihar etmek olduğunu düşünmüş olmalıydı. Cesedini bir otel odasında buldular.
Alman düşünür Walter Benjamin ise İkinci Dünya Savaşt’nın hemen başlarında Nazilere esir düşmemek için İspanya sınırına kadar kaçmıştı. Sınırdan içeri almamışlardı onu. Sabaha kadar orada bekledi, alınırım, umuduyla. Bir an geldi ki artık dayanamadı. Neredeyse, sabah oluyordu. Nazilerin eline düşmek ve onurunun ayakla altına alınacağı düşüncesi, yaşamının bile önündeydi artık. Çünkü Yahudi ve antifaşist bir düşünürdü o… İntihar ettikten birkaç saat sonra İspanyollar sınır kapısını açtılar ama artık onun için çok geçti.
Rus şair Mayakovksi ise, düşlediği ve uğruna sayısız şiir yazdığı Komünist Devrim’in beklediği gibi olmadığını görünce, bu hayattan istifa etmişti. İçine ütopyalarını ve şiirlerini doldurduğu küçük kayığf, hayatın acımasız dalgalarına ve kayalarına çarpıp parçalanmıştı…
Telefonun öbür ucundaki televizyoncu kız, sanıyorum bu anlattıklarımı not ediyordu. Arada bir, “Çok ilginç; inanılmaz!” gibi şeyler söylüyordu…
Alman romancı Stefan Zweig, Avrupa’yı kasıp kavuran Birinci Dünya Savaşı çıktığında eşiyle birlikte Arjantin’deydi. Ve bu savaştan dolayı kendisini de sorumlu tutmuştu. Üst düzeydeki sanatçı aydın duyarlılığı, onu böylesine derin bir sorgulamaya itmişti işte. İntihar etmeye karar verdiğinde karısı, “Beni de yanına ali” diyerek birlikte intihar etmek istemiş, Stefan Zvveig’in bütün itirazlarına rağmen, onunla ayrılmıştı bu dünyadan. Görevliler evlerinin kapılarını kırıp içeri girdiklerinde, Stefan Zvveig’le eşinin cesetlerini birbirlerine sımsıkı sarılmış bir durumda bulmuşlardı.
Ve neredeyse hepsinin birbirinden trajik ve birbirinden çarpıcı sonları olan diğer sanatçılar ve aydınlar: İlk Türk pozitivisti ve yazar Beşir Fuat, Fransız şair Nerval, Rus şair Yesenin, Japon romancı Mişima. Hepsinin, bırakın, o görkemli hayatlarını, sadece intiharları bile, ayrı bir kitap konusu olabilir.
Anlatacaklarımın o an sonuna gelmiştim. Anlatırken hem derinden hüzünlenmiş, hem de bitkin düşmüştüm.
“Her sanatçının intiharı kalbinde gizlidir,”diyerek bitirmiştim konuşmamı. Televizyoncu kız bu son sözümden de çok etkilenmiş olacak ki “Peki, ne zaman vaktiniz olur?” diye sorduktan sonra, “Bunları kamera önünde söylerseniz, harika olurl” diye ekledi.
Görüntü faslını unutmuştum. “Peki, görüntüye alacaklarsa, beni telefonda neden bu kadar çok konuşturdu bu kız,” diye düşünmeden de edemedim.
“Hayır,” demek olmazdı. Bir kere başlamıştık, sonunu getirmeliydi.
Beyoğlu’ndaki Leman Kültür’de buluştuk. Kameralar hazırlandı. Spotlar yandı. İşaret verildi. Ve ben neredeyse telefonda ne anlattıysam, belki biraz daha ayrıntılara inerek sanatçılar ve intihar meselesini kameralara bakarak anlattım. Ve şüphesiz, o son sözümü unutmadan: “Her sanatçının intiharı kalbinde gizlidir…”
Televizyoncu kıza, “Benden bu kadar,” der gibi baktığımı hatırlıyorum. Kızın yüzü biraz gerildi. Beklediğini bulamamış gibiydi sanki. Yanıma gelip, “Hani, bana telefonda söylediğiniz o son sözü de söylerseniz, çok iyi olur,”deyince şaşırmıştım. “Benim telefonda söylediğim en son söz, ‘Her sanatçının kalbinde intiharı gizlidir,’ olmuştu, çok iyi hatırlıyorum,” diye yanıt verdiğim halde, o yine üsteledi ve biraz da kızarıp bozararak: “Siz de intihar etmeyi düşünüyordunuz ya, işte bunu söylemenizi istiyorum son olarak.”
Birden derinden irkildiğimi hatırlıyorum. Oysa, ben asla böyle bir şey söylediğimi hatırlamıyordum.
“Nereden çıkarttınız, benim böyle bir şey söylediğimi?” “Söylediniz ama ben çok iyi hatırlıyorum.”
“Ama ben intihar etmeyi düşünmüyorum. Yani bu sıralar.
Düşünürsem, size haber veririm, merak etmeyin.”
Adeta düşünmediğim intiharım üzerinden bu genç televizyoncu kızla pazarlığa girişmiştim.
“Ben böyle bir şey söylemedim.”
“Söylediniz. Unuttunuz mu gerçekten?”
“Yapmayın; bu bakkaldan yoğurt almayı unutacak gibi bir konu değil ki! Söz konusu benim intihar edip etmeyeceğim. Böyle bir konu unutulur mu? Yapmayın; üstüme geliyorsunuz! Ben bir gün önce söylediğimi unutacak kadar henüz bunamadım.”
“Lütfen, kırmayın bizi; söyleyin, kapansın bu konu?” “Kırmayın mı? Sizi kırmamak için insanlara yalan mı söyleyeyim yani?”
Televizyoncu kız intihar edeceğimi duymadan, beni bırakmayacak gibiydi. Çaresiz kalınca insanın aklına her şey geliyor: “Evet, dün öyle bir karar vermiştim. Madem çok üstüme geliyorsunuz, vazgeçtim, etmiyorum işte; var mı, size inat, etmiyorum! Hadi, bakalım, ne yapacaksınız şimdi?” diyerek ayağa kalktım. Televizyoncu kız, hâlâ, “Lütfen, bizi kırmayın!” diye ısrar ediyordu. Hayatım boyunca bana bu konuda böylesine yalvaran hiç kimse olmamıştı…
En sonunda kameraları kapattırıp oradaki herkesin duyacağı bir şekilde: “Yahu, daha yazacağım şiirler, yazılar, öyküler var, bana acımıyorsanız bari okurlarıma acıyın,” diyerek orayı öfkeyle terk ettim.
Aslında bu yeni yetme televizyoncu kızın derdi açıktı: Ben onu kıramayıp “İntihar etmeyi düşünüyorum,” dersem, hani, olur da bu program gösterildikten bir süre sonra, aklıma eser intihar edersem, “Ve, yazar Cezmi Ersöz, intihar edeceğini ilk ve son olarak bize söyledi,” diye belki de ayrı bir program yapacak ve kanalındaki yöneticilerinden büyük bir aferin alacaktı. Benim olası intiharım, onun mesleki başarısı olacaktı…
Nitekim, çok iyi hatırlıyorum; benim de bulunduğum bir programda, intihar edeceğini söyleyen ve gazetelerde televizyon dizileri üzerine eleştiri yazıları yazan bir gazeteci, bu program yayınlandıktan birkaç hafta sonra evinde ölü bulunmuştu: İntihar etmişti!
Cezmi Ersöz
Vazgeçtim, İntihar Etmiyorum…
Kaynak: Hata Yaptıysam Aramızda Kalsın
Yani arzulanan ölümün bu denli dolaylı yolla dile getirilmesi müthiş bir şey..
Ve cafrande” en iyisi..