Oğuz Atay: Söze nereden başlayacağımı bilemediğim için sözü uzatıyorum

“Yalnız yaşamanın da sayılmayacak kadar çok güçlükleri var. En basiti, sabahlan sizi uyandıracak bir canlının bile bulunmaması, siz bilemezsiniz ne dayanılmaz bir şeydir.”

Doğrusunu isterseniz nerede kaldığımı da unuttum. Yazdıklarımı okursam da size bu mektubu göndermeye cesaret edemeyeceğimden korkuyorum. Önün için, kaldığım yerden değil, kalmadığım yerden devam ediyorum. Bilmem dikkat ettiniz mi -bazı arkadaşlar etmişler- tuhaf sözler etmesini (komik sözler belki de – fakat nedense bu ‘komik’ kelimesini pek sevmem de, dilim varmadı.) biraz bilirim. Bizim çocuklara -arkadaşlar demek istiyorum, evli değilim- fıkralar anlatırım. Anlatışımı beğenmeseler de, oldukça gülerler. Size de inşallah bir kahve içmeye geldiğimde anlatırım. Kahve içmek, sözün gelişi tabii. Aslında, sizinle uzun uzun konuşmak, size bütün dertlerimi anlatmak isterdim. Aslında… çok yalnız bir insanım efendim. Arkadaşların yok mu? diyeceksiniz. Onlara arkadaş demek gerekirse, var! Fakat, evde oturup dertleşmesini bilmezler; ille de bir yere gidilecek, meyhaneye filan. Bir kere dokunuyor; ayrıca, dumandan ve havasızlıktan rahatsız oluyorum. Sonra -biliyorsunuz- biraz zayıfım: Bir yetmiş boy, elli iki kilo. Bir yerde düşüp kalmaktan korkuyorum; evim, yatağım filan hemen yakınımda olsun istiyorum. Gözlerim de iyi değildir: sekiz miyop. Gözlüklerim kırılırsa, evin yolunu bile bulamam. Bir de şu var tabii: Onlara bütün bu karışıklığı nasıl anlatırım? Aman yarabbi! Bir an gözümün önüne getirdim de durumu. Öyle şeylerden bahsediyorlar ki bilseniz. Dünyada anlatılmaz. Bana inanın, siz onları tanımazsınız. (Tanımadığınız da isabet.) Ben içince, yanımda hemen uzanacak bir yer olmalı. Çok da içemem: yarım şişe şarap filan. Konserve alıyorum, koltuğuma oturup bir de kitap açıyorum. Konuşmak gibi olmuyor elbette; fakat, ne de olsa münasebetsiz olaylar gelmiyor başıma. (Bir keresinde işkembecide sızmışım; saatimle cüzdanımı götürdüler.) İnsanları bu yüzden pek sevemiyorum, efendim. Yalnız yaşamanın da sayılmayacak kadar çok güçlükleri var. En basiti, sabahlan sizi uyandıracak bir canlının bile bulunmaması, siz bilemezsiniz ne dayanılmaz bir şeydir. Ayrıca kalktınız diyelim -çünkü şimdi köpeğim var, sabah yedide odamın kapısını tırmalamaya başlıyor; ben öğretmedim tabii- çayı kim pişirecek? Bu köpek de ayrı dert; onu pek sevdiğim söylenemez. Bazı şeyler öğrettim – biraz tekmeleyerek. (Bundan üzüntü duyduğumu da belirtmeliyim.) Fakat tanıdığım biri -çok iyi bir insan olmakla birlikte çok iriyarı olduğu için biraz acımasız olduğunu sanıyorum- hayvanlara iyilikle hiçbir şey öğretilemeyeceğini söylemişti bana, köpeği ilk aldığım zaman. Ben de dövdüm hayvanı. Ayılara kızgın tepsinin üstünde sıçrayıp oynamasını öğretiyorlarmış; ben o kadar ileri gitmedim. Hatta denebilir ki oldukça yumuşak davrandım ilk günlerde – o zaman o kadar küçüktü ki. Sonunda bu yumuşaklığımın cezasını gördüm: Yorgun argın eve döndüğüm sırada üstüme atlayıp durmadan yalamaya başladı beni. İriyarı arkadaşım haklıydı: Ona, bu yumuşaklığım yüzünden, köpeklikten başka bir şey öğretemedim. Bir de yalnızlığı öğrettim ona. Şimdi geceyarısı, ikimizi de uyku tutmadığı zaman, kendi koridorlarımızda bir ileri bir geri, sinirli adımlarla dolaşıp duruyoruz. Tekmeleyerek, sadece çişini filan tutmasını öğretebildim. Bir de ön ayağını uzatmasını öğretmiştim – onu çabuk unuttu. Biraz gerizekâlı bir köpek olduğunu sanıyorum. Kuduzdan korktuğum için veterinere götürüyorum; geceleri neden dolaştığını ve hiçbir hüner öğrenmediğini de sormak istiyorum veterinere, utanıyorum. Belki de ben suçluyum bu meselede. Çünkü onu aldığım zaman, ceketimin cebine girecek kadar küçüktü; azgelişmişliğinin benden başka sorumlusu olamaz. Şimdi, üzgün anlarımda, sebepsiz yere onu tekmelediğim oluyor. Üstelik ona bir şey öğretilemezmiş artık. Bu işte de, her zaman olduğu gibi çok geç kaldığımı hissediyorum. Belki şu köpekten söz ederken sırası değil ama, ben de bazı şeyleri -kendime ait demek istiyorum- anlatmakta geç kalırsam, meyhane arkadaşlarımın bunları anlayacak duruma gelmelerini beklersem, çok önemli bir fırsatı kaçıracağımdan korkuyorum. Çünkü, bu -ne bileyim- tutarsızlıkları ya da ona benzer münasebetsizlikleri kendime saklarsam bundan ne çıkarım olur, değil mi efendim? Daha mı iyi olurum sanki? Beni bağışlayın muhterem efendim; size gerçekten büyük saygım var. insanları sevmiyorum derken elbette sizi katmadım onların, arasına. Birçok şeyi anlayacağınızdan hiç kuşku duymadığım için… Fakat samimiyetime inanmanızı rica ederim. Bakın işte hiç sebep yokken, olup biten her şeyi anlatacağım hususunda size söz verdiğim halde -söz vermek deyimi burada yersiz ve belki de size karşı biraz saygısızlık gibi görünüyor biliyorum- henüz tutarlı ve ilginç hiçbir şey söylememişken, neden bilmiyorum, ter içinde kalmışım. (Elimin altına koyduğum kâğıt da yere düşmüş.) Biraz dinlenmek için izninizi isteyeceğim. Köpeği de on iki saattir çiş… sokağa çıkarmadım.

Bir mektup
Oğuz Atay
Korkuyu Beklerken

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz