Oğuz Atay: Şurasını iyi biliniz ki bazı şeyler sorulamaz insana

274

Ebedi aşk nedir? İkimizin de ‘yapacak hiçbir şeyi olmamak’tan başka ortak özelliklerimizin bulunması mıdır? Anlıyorum, yıllarca süren zorunlu bir yalnızlıktan sonra nasıl olur da bu kadar titiz davranabilirsin? diyeceksiniz.


Ben, kadınlardan pek anlamam muhterem efendim. Daha doğrusu, onları tanımak konusunda fazla denemeden geçme fırsatını elde edemedim denebilir. Onların dilinden anlamam; sadece gözlerine kuşku ve endişeyle bakmasını bilirim. Fakat bu kadını -tabii istemeden- bazı arkadaşlarıma tanıtmak durumunda kaldığım zaman, onların gözünden, doğru bir iş yapmadığımı sezdim. O zamanlar daha köpeğim yoktu. (Bir karşılaştırma değil bu – yalnızlığımın şiddetini ifade etmek istiyorum efendim.) Bunun için, bu kadının gözlerinde beni anlayan bir ifade görmediğim halde – bu sezgimde, daha önce söylediğim gibi, arkadaşlarımın da payı vardı -onunla durmadan konuştum- yani ben anlattım. Allah kahretsin. (Çok özür dilerim.) Şu da var ki, muhterem efendim, onu kendime bağlamak için, başlangıçta çok yaltaklandım bu kadına. Düşündükçe utanç içinde kıvranıyorum, kafama binlerce iğne saplanıyormuş gibi oluyor. Ona kendisini sevdiğimi söyledim; oysa, ilk görüşümde ne güzel ne de akıllı bulmuştum onu. Kadınlar da insanı alçaltıyor, efendim. Baştan çok direniyorlar; ya da benim gibilere karşı böyle davranıyorlar. Bir kere, benden çok yaşlıydı ve sarışındı. Çok özür dilerim nedense ben bu sarışınlarda çiğ bir şey, nasıl anlatmalı, pişmemiş bir hava sezerim efendim. Tabii yanılıyorum. Üstelik bu kadın, boyama bir sarışındı. Bunu da baştan anlamıştım. “Ben güzel değilim ki, neden beğeniyorsun beni?” diye sorduğu halde, onu güzel bulduğumu söylemek zorunda kaldım efendim. İnsanlara karşı hiç yüzüm tutmaz. Bir de şu vardı: Bir an önce sonuca varmak istiyordum. “Benim güzellik anlayışım değişiktir,” dedim. Onu, başka hiçbir biçimde güzel bulmak da mümkün değildi. Sonra, birbirimizin gözlerine bakmaya başladık. O gün, evi biraz derleyip toplamış, yatağımı düzeltmiştim. Her ihtimale karşı bütün tedbirleri almıştım. Bu yüzden hareketlerimde bir telaş, bir yapmacık düzen seziliyordu. Bunu anlamıştı. Onun sadece vücuduna değer verdiğimi söyleyerek beni büsbütün şaşırttı. Oysa vücudu… Allah kahretsin. Geri dönemeyeceğim bir yola girmiştim. Daha eve varmadan terlemeye başlamıştım, işleri daha çok zorlaştırmamak için bir taksi tuttum. Arabanın kapısını açarken gözleriyle direndi bana; onu içeri -bir bakıma- iterek soktum. Şoföre rezil olacaktık neredeyse. (Çok özür dilerim; ben sizden fazla utanıyorum, yemin ederim.) Heyecan ve endişeden, duygularım da körleşmişti; kendimi yokladım. Hayır, hiçbir şey hissetmiyordum. (Ne olur beni bağışlayın; bu mektubu da bir yere vardırmak zorundayım. Nereye çekileceğimi bilemiyorum.) Terleyen elimle, onun elini ıslatıyordum. Galiba ateşim yükseliyordu; boğazım yanıyordu. Hasta bir adam, böyle bir durumun nasıl üstesinden gelebilirdi?
Allahtan birinci kattaki ihtiyar kadın bizi görmedi. Çünkü, merdivende ayak sesi duydu mu hemen kapısını açar. (Bugün de köpeğimle geçerken beni tedirgin eder.) Divana oturduğumuz zaman (bir an önce bitirmek istiyorum bunu) ona hemen sarıldım. Sanki bir görev yerine getiriyordum. Bana hiç yardım etmiyordu; bir de pantolon giymişti, sanki gereği varmış gibi. Biraz şişman olduğu için onu kollarımla sarmaya yetişemiyordum. Bununla birlikte terlemem geçti ve duygularımın uyanmaya başladığını sezdim. (İki erkek olarak konuştuğumuz için bu kadar ayrıntıya girmemi bağışlarsınız herhalde.) Fakat, birinci yalnız kalışımızda yeteri kadar ileri gittiğimi düşünmüş olmalı ki, “Hayır,” diyerek itti beni. Birden söndüğümü hissettim. Bütün çabama rağmen ben de bir yerde kalmıştım. Artık ileri gidemezdim. Bu durumdan onu suçlayarak geri çekildim.
Muhterem efendim, acaba bir gün, bu acıklı şeyleri yüz yüze konuşabilecek duruma gelebilecek miyiz -insanlığın durumu gelebilecek mi?- demek istedim. Daha iyi olabilecek miyim? demeye dilim varmıyor, buna cesaret edemiyorum. Çünkü, denedim efendim, olmadı. Sözünü ettiğim mutsuz sevişme gününden sonra bu kadına karşı kendimi alçaltmayı denedim. Her gün aradım onu – ne yazık ki, başkaları gibi durmadan yeni şeylerle uğraşacak bir düzenim yok. Yani, demek istiyorum ki, bu kadını hiç olmazsa bir hafta filan aramayacak kadar küçük bir uğraşım olsaydı. Çünkü, efendim, anladı sonunda kendisinden başka ilgilenecek bir şeyim olmadığını. (O sıralarda köpeğim bile yoktu, biliyorsunuz.) Onun da yoktu tabii. Sanki böyle birini isteyerek seçmiştim. Elbette içimde, bilmediğim bir yerde, bana ancak bu kadın gibi bağlanabilecek zavallıları seçmeye beni iten bir küçük hesaplılık var. Bunu inkâr etmiyorum. Fakat muhterem efendim, sorarım size: Ebedi aşk nedir? İkimizin de ‘yapacak hiçbir şeyi olmamak’tan başka ortak özelliklerimizin bulunması mıdır? Anlıyorum, yıllarca süren zorunlu bir yalnızlıktan sonra nasıl olur da bu kadar titiz davranabilirsin? diyeceksiniz. Fakat muhterem efendim, şurasını iyi biliniz ki bazı şeyler sorulamaz insana; bunu soran siz bile olsanız, gene aynı sözü söylerim çekinmeden. Ne demek oluyor yani? Burada, ‘Benden daha iyisini ne hakla istiyorsun?’ gözleriyle bana bakan bu talihsiz kadın gibi hissetmemenizi bekliyorum sizden. Büyük bir incelik göstererek beni çağırmış olduğunuz kokteyl partinizde: bile, bütün yüksekten bakışlarına rağmen, aslında birçok şeyin farkında olmayan birtakım insanların bulunduğunu siz benden daha iyi bilirsiniz. Ne var ki ben onlar gibi düzgün ve zarif hareketlerle konuşmasını, içki içmesini ve kadınlarla konuşmasını beceremiyordum. Gerçekten güzel kadınlar vardı ve ben yaşlı sevgilimden utanmaya başlamıştım. Hele bir tanesi, benden yana dönerek -elbette bana bakmıyordu- birden öyle bir kahkaha attı ki, sevgilim olacak o biçimsiz yaratığı hemen bırakmaya karar verdim. Bu sırada farkına varmadan sarhoş oluyordum. Hep birlikte balkona çıkılınca ve benim şimdiye kadar görmediğim güzel bir manzara karşıma çıkınca birden parmaklıkları aşıp denize doğru uçuyorum sandım. Deniz ne kadar yakındı ve ne kadar çok şey görünüyordu. Ben böyle manzaraların ancak takvimlerde filan olduğunu düşünürdüm sadece. Bütün hızımla boşluğa savruluyor ve aynı hızla gene geri dönüyordum. Bardağımı gizlice balkonun kenarına bıraktım; oysa daha içilecek, yenilecek neler vardı. Kimse benim gibi olmamıştı; kadınlar güzel hareketlerle kadehlerini kaldırıyorlardı. Güzel olduklarını bildikleri için sanki bütün hareketlerini de güzelliklerine uydurmak için durmadan talim etmişlerdi. (Biliyorum, ‘talim’ sözüyle durumun güzelliğini bozuyorum.) Elbette herkes güzel hareketlere özenir; ben de bazen aynaya bakarak güzel biçimde sigara içmeye çalışırım. Fakat muhterem efendim, bilemezsiniz süreklilik ne kadar zor bir şeydir. Onun için aslında güzellere iftira ediyorum aziz efendim. Benim gibi yıllanmış acemiler için, hayat bitip tükenmez bir talimdir de kıskanıyorum herhalde efendim. Sonra partinin en canlı yerinde, bütün gücümü toplayarak bir an için kendime geldim ve izninizi alarak ayrıldım.

Oğuz Atay
Korkuyu Beklerken [Bir mektup]

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz