Necip Fazıl Kısakürek’in Son Devrin Din Mazlumları kitabında yapılan katliamlara ilişkin yazdıkları şöyle:
“Elazığ Ortaokulunda okuyan iki çocuk… Tatili geçirmek üzere memleketleri olan Hozat’a geliyorlar ve facianın tam üstüne düşüyorlar. Hozat yakınlarındaki köylerine geldikleri zaman babaları Yusuf Cemil’in öldürtülmüş olduğunu öğreniyorlar ve ağlamaya başlıyorlar. Onlara şu karşılık veriliyor:
‘Sizi de onun yanına götüreceğiz!’
Çocuklar odadan sürükletilerek çıkartılıyor ve jandarma muhafazasında gittikleri yolda süngületiliyorlar. Böylece babalarının yanına gönderilmişlerdir.”
Evet babalarının yanlarına yolluyorlar. Belki de bir paket sigara için yapılıyor. Nasıl olsa öldürmek suç değil. Öldürmemek suç. Emir Mustafa Kemal’den Başbakan’a, Başbakan’dan Genelkurmay Başkanlığına, oradan da subaylara, onlardan da erlere. Suçlu doğrudan devletin kendisi. ‘Biz emir kuluyuz’ demek suça ortak olmamayı getirmez. Doğrudan insanlığa, halka, millete karşı işlenen affedilmez bir zalimlik, zorbalık var ortada.
Orada bir politika uygulanıyor. Türk egemenliği güçlendirilmek isteniliyor. Merkeziyetçilik egemen kılınıyor. Katliamların nedeni bu.
Kendilerine karşı gelinsin-gelinmesin Kürtler katledilmek, yok edilmek isteniliyor. Askerin pervasızlığına, kendi başına hareketine devlet izin vermiş. Her şeyi hiyerarşi içinde yürütülüyor.
Necip Fazıl’ın ilginç anlatımları şöyle devam ediyor;
“Her evi ayrı ayrı tutuşturulduktan sona dört bir etrafı ayrıca çalı çırpı içine alınıp alev alev yakılan bir köyden, deli gibi bir adam çıkıp çalı yığınları gerisinde manzarayı seyredenlere doğru ilerliyor ve haykırıyor:
‘Durun ben köy ahalisinden değilim! Öğretmenim, müsaade edin, kendimi size isbat edeyim!’
Fakat sözüne karşılık bir kalasla itilerek alevler içine atılması oluyor. Adamın, evvela göğsünün kılları tutuşarak alev alev yanarken, çalı yığınları gerisinde amir, zevk ve keyifle sigarasını içmektedir. (Bu vak’a, bana 1944 yılında, Eğridir’de askerliğimi yaparken, resmi şahıslar huzurunda, yanan adama karşı sigarasını zevkle içtiğini söyleyen amirden bizzat dinleyenlerce anlatılmıştır.”
Türk politikasını egemen kılma uğruna öğretmenlik yapan birisinin de katledilişi ilginç. Dersim’de sivil görmek istemeyenler, izinli bir Dersimli askeri katletmekten kaçınmazlar:
“Yusuf Cemil’in köyünden 200 kadın ve çocuk öldürülmüş ve bunların cesetleri buğday sapları üzerinde yakılmıştır. Öldürülenler arasında, Elazığ’da askerliğini yapan ve o sırada izinli olarak köyünde bulunan Rüstem adında biri de vardır. Bu zavallı, mezun olduğunu ve isterlerse hüviyet ve izin kağıdını da gösterebileceğini söylediği halde derdini dinletemiyor ve dört çocuğu ile seksenlik anası arasında, onlarla beraber kurşunlanıyor.
Para için cinayet:
Hozat’ın Karaca köyünden Cafer oğlu Kasım. Bu adam, o tarihten 30 sene evvel Amerika’ya gitmiş, orada 15 yıl kalmış, epeyce para kazanmış ve sonra köyüne dönmüştür. Kasım, Amerika dönüşünde, Birinci Dünya Harbi’nde Kafkas cephesi Köprüköy muharebesinde şehit düşen kardeşi Yüzbaşı Şükrü’nün iki çocuklu dul karısı Şirin Hatunla evlenmiş, Hozat’a gelip yerleşmiş, orada bir mağaza açmış ve ticarete başlamıştır. Hükümetle de bazı ticaret işlerine girişmektedir. Dersim hareketi esnasında, işbu Cafer oğlu Kasım, taahhüt bedelinden alacağı olan 6.000 lirayı tahsil etmek üzere Ovacık Kaymakamlığı’na müracaat ediyor. Muamele işlemini yaptırıp parayı kendisine veriyorlar. Muamele biter bitmez ‘Seni Hozat’tan çağırıyorlar!’ diyerek, onu, muhafızlı yola çıkarıyorlar. Cafer oğlu Kasım, kasabadan ayrıldıktan bir saat sonra jandarmalara öldürtülüyor. Koynundaki 6.000 lira da, iki alakalı idare amiri arasında taksim ediliyor.
Zavallının zevcesi(eşi) Şirin Hatun, o esnada, dört çocuğuyla birlikte, komşularına oturmaya gitmiştir. Kadın, evine döndüğü zaman bir de görüyor ki, kapısı kırılmış ve bütün eşyası etrafa dökülüp saçılmıştır. Haykırmaya başlıyor.
‘Yetişin, evimize eşkıya girdi!..’
Bu feryadına karşılık olarak kadın, kapısının önünde, çocuklarıyla beraber öldürülüyor ve dolgun miktarda altını, parası ve eşyası yağma ediliyor.”
Benzer şekilde Kıbrıs Türklerce 1974’de işgal edildiğinde asker birçok yeri yağmalıyor. Geleneği bu. Dersim’de önceki yıllarda yapmasının yadırganacak bir tarafı yok.
Bu arada, Hozat’ın Zımbık köyünde ‘Şekspir’in hayaline bile taş çıkartacak bir vak’a (olay) cereyan etmektedir. Erkekleri tamamıyla doğranmış olan köyün 100 kadar kadın ve çocuğu, sivri uçlu aletle (süngü) öldürülüyor. Öldürülen kadınlar arasında, biri doğurmak üzere bir gebedir. Bu kadının karnına giren sivri uçlu alet, bağırsaklarını yere döküyor, rahmini parçalıyor ve kendisini öldürüyor. Tehlike geçtikten sonra gizlendikleri yerden çıkan birkaç kadın, ölüleri gözden geçirirken, bu kadının rahminden düşen çocuğun sağ olduğunu dehşetler içinde görüyorlar. Muazzam bir Kader cilvesi olarak yaşama devam eden çocuğu alıyorlar, emzirtip büyütüyorlar ve ona “Besi” adını koyuyorlar Bu kız bugün hâlâ aynı köyde ve hayattadır. Sivri uçlu alet annesinin karnına girip rahmini deldiği zaman da onun topukçuğunda bir yara açmıştır ve kız hâlâ bu yarayı topuğunda taşımaktadır.
24 yıl evvelki Dolantanır köyünden Veli isminde bir genç, Elazığ Muallim Mektebinde (Öğretmen Okulu) okuduktan sonra öğretmen olarak Trakya’ya gönderilmiş, orada evlenmiş, 3 çocuk sahibi olmuş ve tam da Dersim hareketi başlamak üzereyken, karısı ve çocuklarıyla yaz tatilini geçirmek üzere köyüne gitmiştir. Genç muallimin köyü, erkekli ve kadınlı çocuklu ve ihtiyarlı, doğranırken, kendisi, karısı ve çocukları da aynı sona mahkûm edilmiş ve cesetleri yakılmıştı.
Amaç jenosit olunca, kurtulmak artık şansa kalıyor. Tek tek karşı çıkışlar, direnmeler, öksüzlük, dağınıklık ve ihanetler sonucu çok az görülür. Birbirlerinin dertlerine ortak olunmayacak bir kaos vardır. Halk çaresiz, korumasız, savunmasız, aç ve perişandır. Hızır’a, Düzgün Baba’ya, Kureyş’e dualarla kurtulmayı umar. Birlik yapmamanın, yapamamanın bedelini ağır öder.
“Mazgirt Tersemek (Türüşmek olmalı) nahiyesinin halkını doğranmakta merhamet sahiplerinden biri, birle on yaş arasında 20 kadar çocuğu alıp bir derenin içine saklamıştır. Durum birden haber alınıyor. Çocukların öldürülmeleri emri veriliyor. Fakat bu emri yerine getirebilecek kimse ortaya çıkmıyor. En katı yürekliler bile, böyle müdafaasız masumlara silah kullanamayacaklarını söylemeye mecbur kalıyorlar. Tecrübe birkaç defa başarısızlığa uğruyor ve hayli sıkıntı mevzuu oluyor. Nihayet, en kara yüzlü çingeneden daha karanlık suratlı bir adam bulunuyor ve bir dere içinde titreşe titreşe bekleyen 20 masumun işi bitiriliyor.
“Murat Suyu’nun (Munzur olmalı) kandan kıpkızıl aktığını görenler olmuştur.
Celal Bayar’ın Başvekil ve Mareşal Fevzi Çakmak’ın Genelkurmay Başkanı bulunduğu 1938 yılında cereyan eden Dersim faciası, bütünleştirilmesini okuyucularımızın hayaline ve istikbaldeki tarihçinin kalemine bıraktığımız birkaç teferruat (ayrıntıyı) çizgisi halinde budur.”
Faik Bulut
Kaynak: Dersim Raporları
Mübarek kitabımız Kur’an-ı Kerimin sadece Nisa suresinin 58 ve 135.ayetlerini bile okuyan bir ehli İslam’ın veya vahdet dinine inanmış bulunan bir kitap ehlinin, bırakın kendi vatandaşlarını katletmesini,düşman olarak var saydığı düşmanlarını bile katletmez.Esir alır,tutuklar,zındana koyar.Ancak zulüm ve işkence etmeyeceği gibi asla ve asla teslim aldıktan sonra katletmez. Peki,bir yere kadar kitap ehli olmayanların insanları katlettiklerinin örneği bilinmekle birlikte kitap ehli olduklarını iddia edenlerin zulüm,işkence ve insan katliamlarını nereye koymak lazım? diye soranlara verilecek cevap,geçmişte yaşanan örneklerdir.M.Ö 63’de Romalılar,Kudüs’ü işgal edince Kudüs’ün sakinleri olan yahudiler’den bilhassa toplumu yönlendirebilecek etkiye sahip olan Ferisi ve Saduki kesimleri Roma işgal yönetimiyle birlikte hareket ettiler. Yanı sıra bu öncü gruplar,Allah’ın peygamberi İsa Aleyhisselam’ın tebliğlerinin karşısında yer aldılar. Peki Allah’ın kitabı olan Tevrat’ı ellerinden düşürmeyip onunla hükmettikleri görüntüsünü veren bu kesimlerin gerçekte Allah yolunda değil,Tağut ve Pagan(Çok Tanrılı)’ların yolunda gittikleri nasıl anlaşıldı? Rabbimizin tebliğcisi ve inandığımız peygamberimiz İsa Aleyhisselam’ı infaz etmeye çalıştıkları andan itibaren.