Nazım Hikmet ile Piraye Altınoğlu 1930’da tanıştılar. Sonraki yıl evleneceklerdi. Kovuşturmalar, tutuklamalar derken ancak 31 Ocak 1935’te imzalarını attılar. Nazım 1933’ten 1950’ye kadar, 17 yıl boyunca İstanbul, Ankara, Çankırı ve Bursa cezaevlerinden Piraye’ye mektuplar yazdı.1938’de “orduyu ayaklanmaya kışkırtmaya çalıştığı” gerekçesiyle 28 yıl dört ay hapis cezasına çarptırıldı. 1950 yılında çıkan özel af ile hapishaneden çıktı.
1947 yılında Münevver Andaç’a aşık olana dek Nâzım Hikmet için Piraye hem sevgili hem yazdıklarını gönderip yorumlarına önem verdiği, sayısız mektup ve şiir yazdığı, başyapıtı Memleketimden İnsan Manzaraları’nı adadığı, zihinsel gelişiminde büyük payı olan, şairin en uzun süre evli kaldığı kadın oldu.
Nazım Hikmet’in Piraye’ye hapishaneden yazdığı ilk mektup:
“1 Haziran , 1933
Hatçem,
Sağ salim Bursa’ya ulaştık. Rahatımız iyicedir. Mahkemenin ne zaman başlayacağı daha belli değil. Bu da tabii… Çünkü buraya geleli daha 24 saat bile olmadı.Aramıza dağlar denizler girdikten sonra hasret ve göreceklik bir kat değil, kat kat arttı. Tez kavuşsak derim. Sen de öyle dersin, bilirim. Ama bakalım hadisat ne der?
Hapishane penceresinden, yığın yığın yeşillikler arkasından Bursa’nın beyazlıkları ve Keşiş’in dumanlara karışan etekleri görünüyor. Ben seni düşünüyorum. Senin çocukluğun bu yeşillikler arasında, bu kocaman, karlı dağın yamacında geçmiş. Ne tuhaf şey değil mi? senin en güzel günlerinin geçtiği bu gök altında benim şimdi, bir türlü bitmek tükenmek bilmeyen saatlerim uzayıp gidiyor… Her ne hal ise, geç şimdi bunları…
Hiç olmazsa haftada bir bana mektup göndermeyi unutma! İhmal etme! Kavuşalım derim, kavuşalım tezden…
Nazım Hikmet”
Piraye’nin Nâzım’a yanıtı:
Nazımcığım,.
Kuzum şekerim, metin ol, hepsi geçer. Ben metin olmaya çalışıyorum. Sen gittiğinden beri ekseri zamanım yatakta geçiyor. Hiç olmazsa temyizi uzatmasalar. Sen artık ümidini kesmişsindir, bilirim. Metin ol. Hiç ümidini kesme. Elbette bir insaflı insan bulunur, belki kavuşuruz. Ne diyeyim, bilemiyorum. Ben üzülmemeye çalışıyorum, sen de öyle yap. Bakalım başımıza daha neler gelecek! Metin olalım. Herkesi kendimize güldürmeyelim. Dostumuz kadar düşmanımız da var. bir şey yapmış olsaydın, bu kadar üzülmezdim. Bir hiç için, bir şey yapmadan yatıyorsun. Kabahatsizsin. Ama kime anlatırsın. İsmin çıkmış bir kere.
Ellerinden öperim.”
Nazım’ın en büyük aşkı, ilham kaynağı Piraye
1930 yılında Piraye, Nâzım Hikmet’in kardeşi Samiye ile arkadaş olur. Ardından Nâzım Hikmet’le aralarında tutkulu bir ilişki başlar. O günleri Piraye’nin oğlu Memet Fuat şöyle anlatıyor:
“Derken birdenbire Piraye çıktı ortaya.
Piraye, kendisini bırakıp Paris’e giden, bir türlü geri dönmeyen kocası Vedat Örfi’den boşanmak üzere, kayınpederi Mehmet Ali Paşa’nın Erenköy’deki köşkünden ayrılıp Kadıköy’e, annesinin evine geldiğinde, iki çocuklu yirmi dört yaşında genç bir duldu.
[…]
Nâzım ile Piraye’nin tanışmaları, yakınlaşmaları, önemli sorunlara yol açtı. Piraye’nin aklı iki çocuğundaydı. Kocasından daha resmen boşanmamıştı. Ayrıca, annesi ile babası, komünist olduğunu her yerde açık açık söyleyen, başına neler geleceği bilinmeyen işsiz güçsüz bir şairle evlenmesini istemezlerdi. İkinci kocasını yüreğiyle değil aklıyla seçmeliydi.
[…]
Bir ‘küçük burjuva’ evliliği yapacak, bahçesinde ebruli hanımelleri açan kutu gibi bir evde, çocuklarıyla birlikte mutlu yaşayacaktı. Yeni bir dünyanın gelmekte olduğunu biliyordu. Ama onun saçları ölmekte olan eski dünyanın parmaklarına dolanmıştı bir kere, başını kurtarması olanaksızdı.
Nâzım’ı kendisinden soğutmak için söylediği sözler, şamar gibi şiirlere konu olunca, bu kez de kızıyor, üzülüyordu.
Ne yapsa boşunaydı. Karşısında tuttuğunu koparan, ayrıca sevdasını dile getirmeyi çok iyi bilen bir insan vardı.
Fırtınalı bir ilişkinin sonunda 1932 yılı başlarında evlenmeye karar verirler, Piraye 3 Eylül 1932’de kocası Vedat Örfi Bengü’den ayrılır. Nikahlanmak için 1935 yılını bekleyeceklerdir.”
Nâzım Hikmet. Nâzım ile Piraye (Mektuplar 1). Yay. Haz. Memet Fuat. Adam Yayınları 7. Baskı. 1993. s.74
1935 yılında evlenip, kimseye haber vermeden İstanbul’a yerleştiler.
Ancak hemen ardından, Nazım’ın mahpusluk günleri başlar.
Nazım içerideyken, Piraye’ye onlarca şiir yazar.
Ancak hapishanede olduğu günler sırasında Nazım-Piraye aşkı da biter.
Nazım’ın yeni aşkı Münevver gündeme gelmeye başlar.
Piraye yıkılır, ancak kimseye belli etmez. Bu arada Münevver de evli ve bir çocuk sahibidir. Kocası Münevver’den ayrılmak istemez.
Nazım, Piraye’ye bir mektup yazar ve onu görmeye gelmesini ister.
“Yeryüzünde hiçbir insan, hiçbir insana benim sana yaptığım kötülüğü yapmamıştır. Bütün bunlara rağmen gel. Sana ‘gel’ diyecek kadar yüzsüz ve alçaksam, ne halt edeyim, öyleyim işte. Fakat gel. Ve benden nefret ederek, beni hor hakir görerek de olsa, beni bir daha yalnız bırakma!”
Piraye’den cevap alamadıkça mektuplar gönderir, gelmezse intihar edeceğini yazar ve Piraye dayanamaz, görmeye gider.
Nazım açlık grevine başladığı dönemde rahatsızlanır ve hastaneye kaldırılır. Bu sırada Piraye, Münevver’le görüştüklerini öğrenir.
Nazım’ın özel bir af durumu beklenirken, Piraye tüm yaşananlara rağmen hastaneye giderek, çıkınca eve gelebileceğini söyler.
Ancak bu görüşme sırasında kapıdan Nazım’ın kız kardeşi ve Münevver girince Piraye odadan çıkar ve bu Nazım ile Piraye’nin son görüşmeleri olur.
1930’da başlayan aşk 1950’de noktalanır. Bu 20 yıl hep tutuklanmalar ve mahpuslukla geçmiştir. Piraye Hanım kocasını hiç yalnız bırakmamış ve sabırla beklemiştir.
Boşandıktan sonra da 1995 yılında ölene kadar hiç bir gazeteciye tek bir laf etmemiş ve kimseyle bir daha evlenmemiştir.
PİRAYE İÇİN
Ne güzel şey hatırlamak seni;
ölüm ve zafer haberleri içinden,
hapiste
ve yaşım kırkı geçmiş iken…
Ne güzel şey hatırlamak seni:
bir mavi kumaşın üstünde unutulmuş olan elin
ve saçlarında
vakur yumuşaklığı canımın içi İstanbul toprağının…
İçimde ikinci bir insan gibidir
seni sevmek saadeti…
Parmaklarının ucunda kalan kokusu sardunya yaprağının,
güneşli bir rahatlık
ve etin daveti:
kıpkızıl çizgilerle bölünmüş
sıcak
koyu bir karanlık…
Ne güzel şey hatırlamak seni,
yazmak sana dair
hapiste sırtüstü yatıp seni düşünmek:
filanca gün, falanca yerde söylediğin söz,
kendisi değil
edasındaki dünya…
Ne güzel şey hatırlamak seni.
Sana tahtadan bir şeyler oymalıyım yine:
bir çekmece
bir yüzük,
ve üç metre kadar ince ipek dokumalıyım.
Ve hemen
fırlayarak yerimden
penceremde demirlere yapışarak
hürriyetin sütbeyaz maviliğine
sana yazdıklarımı bağıra bağıra okumalıyım…
Ne güzel şey hatırlamak seni:
ölüm ve zafer haberleri içinden,
hapiste
ve yaşım kırkı geçmiş iken…
NAZIM HİKMET RAN