Mevlana’dan Şems-i Tebrizi’ye Mektup: Ölü şiirlerle yatıyor ve üşüyorum…

974

Ey Şems, sen kalbi bir gözyaşı kadar temiz ve bir çocuk bakışı kadar aydınlık bir insansın. Çöldeki çakallar su içmiş. Kaynağa ne?

Ey dünyanın zarifi! Selam senin üzerine olsun. Benim hastalığım ve sağlığım senin elindedir. Kulun derdinin dermanı nedir, söyle. Bu, eğer alırsam senin dudaklarından aldığım öpücüktür. Eğer vücudumla senin hizmetine ulaşmazsam ruhum ve kalbim senin yanındadır. Madem ki sözsüz hitap oluşmuyor, o halde dünya niçin “buyur”la doldu?

Ah ah! Gönlüm çilem, aşkım, kederim, acım, gönlüm! Sustukça hoş geçimlim, dile geldikçe parlayan alevim. Kopup saçılan gerdanlığında soylu nedimelerini savrulan incileri yere inen hüzünlerim. Aramadan bulduğum yola koyulmuş göçüm. Bir türlü kavuşamadığım, kavuşmaya doyamadığım. Dışında olamadığım, içinden çıkamadığım. Gecelerin hakimi, gözyaşlarımın pınarı efendim. Tozunu yıkamaya erişemediğim, pasını silemediğim. Karanlığım, Güneş’im. Gönlüm, aziz dostum! Nerelerdesin, ya dön artık yurduna, ya da iki satır yaz bize. Kim gücendirdi senin o nazende yüreğini, hangi kem söz, hangi sinsi nazar seni benden kopardı ey Şems. Varım yoğum sensin. Sen de yoksan, ben bir hiç’im bilmez misin? Kavline mestan olan Mevlâna’ya ayrılığı hediye etme, etme Şems.

Duydum ki bizi bırakmaya azmediyorsun, etme!
Başka bir yar, başka bir dosta meylediyorsun, etme!

Sen yadeller dünyasında ne arıyorsun yabancı,
Hangi hasta gönüllüyü kasdediyorsun, etme!

Çalma bizi bizden, gitme o ellere doğru,
Çalınmış başkalarına nazar ediyorsun, etme!

Ey ay, felek harab olmuş, alt üst olmuş senin için,
Bizi öyle harab, öyle alt üst ediyorsun, etme!

Ey makamı var ve yokun üzerinde olan kişi,
Sen varlık sahasını öyle terk ediyorsun, etme!

Sen yüz çevirecek olsan, ay kapkara olur gamdan,
Ayın da evini yıkmayı kastediyorsun, etme!

Bizim dudağımız kurur sen kuruyacak olsan,
Gözlerimizi öyle yaş dolu ediyorsun, etme!

Aşıklarla başa çıkacak gücün yoksa eğer,
Aşka öyleyse ne diye hayret ediyorsun, etme!

Ey cennetin, cehennemin elinde olduğu kişi,
Bize cenneti öyle cehennem ediyorsun, etme!

Şekerliğinin içinde zehir, zarar vermez bize,
O zehiri o şekerle sen bir ediyorsun, etme!

Bizi sevindiriyorsun huzurumuz kaçar öyle,
Huzurumu bozuyorsun, sen mahvediyorsun, etme!

Harama bulaşan gözüm güzelliğinin hırsızı,
Ey hırsızlığa da değen, hırsızlık ediyorsun, etme!

İsyan et ey arkadaşım, söz söyleyecek an değil,
Aşkın baygınlığıyla ne meşk ediyorsun, etme!

Senden önce kitaplarda arıyordum derinliği. Kitaplardan utanıyorum. Sen bütün kitaplardan daha derinsin, sana yazdığım mektuplardan utanıyorum, kendi kendini oku.

Karanlıklardayım ve cinnetin sesi yüzümü kamçılıyor: bir baykuş kahkahası, bir kobra ıslığı. Karanlıklardayım, zindanımı aydınlatan tek ışık cıvıltılarınızdı. Yıldızım benim ve uzaklardasınız.

Ey Şems, sen kalbi bir gözyaşı kadar temiz ve bir çocuk bakışı kadar aydınlık bir insansın. Çöldeki çakallar su içmiş. Kaynağa ne?

Seninle öyle doluyum ki, kafatasım çatlayacaktı. Damarlarımda akan kan, sendin. Göğüs boşluğumdaki kalp senin kalbindi. Damarlarım çatlayacak, göğsüm yarılacaktı. Seni teneffüs ediyordum, hicran kanatları beni gökten yere indirdi. Oysa seninle kanat çırpıyorduk.

Sensiz her geceyi hummalı yaşadım, belki humma daha güzeldi. Ne beklisi? Ama uzviyet ne kadar dayanabilir ki bu gerginliğe? Aşka teşekkür borçluyum. Ben o hummanın içinde erimek istiyorum. O alevin içinde yanmak, kül olmak biricik muradım. Kül olmak, ışık olmak, efsane olmak.

Ben senim, sen de bensin. Aynı kokuları, aynı heyecanları, aynı acıları yaşıyoruz. Cennete Araf’tan girilir. Mecdelli Meryem, İsa’nın yaralı ayaklarını gözyaşlarıyla yıkadı ve saçlarıyla kuruladı. Gelsen de yılların yorgunluğuna düçar, yolların dikenlerine bizar ayaklarını yıkayan olsam ey Sertaçım.

Ey Şems’im! Senin hasretin yanında Selahaddin Zerubumun gözyaşları, içimdeki ateşi bir nebze dahi söndüremiyor. İlla sen. Ancak sen. Ah bir gelsen.

Meccanen bir deli gibi yollara düşsem, yalvarsam, ağlasam, çatlasam göklerin sidresine namzet. Sanemler devşirsem şahikalardan, sırf senin için uçurumlar yutsam, fasıl fasıl anlatsam yürek sancımı ve ağlasam. Çatlarcasına ağlasam. Gururum halvethane olmuş desem, hece yok desem. Yollarında üryan olan gözlerimde çiseler umut umut dökülüyor desem. Yine de gelmez misin Şems’im!

Bu sergüzeştin neresindeyim, bilemiyorum. Kah kalkıyor, kah düşüyorum. Ölü şiirlerle yatıyor ve üşüyorum. Bilmiyorum acep var mıdır bu kör uykunun dibi.

Ey Şems, hangi söz gücendirdi nazende gönlünü. Hangi kem göz incitti gece karası bakışlarını da ansızın çekip gittin bilinmez diyarlara. Sen gittin ya bilmez misin bu dostun deli divane dolaşmakta. Gel ey Şems. Sina’da bayılan Musa aşkına, Kudüs’te kan ağlayan İsa hatrına, Medine’de “ümmetim ümmetim” diye feryat eden Muhammed Muhtar nuru için gel Şems. Konya artık aşk kokmuyor Şems.

Senin Mevlânan

Mevlana Celaleddin-i Rumi’den Şems-i Tebrizi’ye Mektup

1 Yorum

  1. Valla bundan 20 yıl falan oluyor mevlananın kapısında oldukça yaşlı bir amca bana bir şeyler anlatmışdı şimdi bunlar okuyunca. Neden döndüğünü biraz olsun anlar gibi oldum. Çünkü yaşamında hiç kadın olmamış ve hep şems olmuş yatmış şems kalkmış şems. Şimdi anlaşılıyor ki oğlancılık varmış yinede inanmadım ama şüphe var.

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz