Hapishanede Piyer akıl ve mantığıyla değil, tüm varlığıyla, yaşamıyla öğrenmişti ki, insan huzur için yaratılmıştır, huzur insanın içinde, doğal, insani gereksinimlerinin giderilmesindedir; mutsuzluklar yokluktan değil, çokluktan ileri gelir. Yürüyüşün bu son üç haftasında yeni, teselli verici bir gerçeği daha öğrenmişti: Dünyada korkunç bir şey yoktur. Dünyada insanın mutlu ve bütünüyle özgür olacağı bir durum nasıl yoksa, bütünüyle mutsuz ve tutsak olacağı bir durum da yoktur. Öğrenmişti ki, bir acı sınırı, bir de özgürlük sınırı vardır ve bu sınırlar birbirine çok yakındır; kuş tüyü yatağında bir tüy kıvrıldığı için rahatsız olan insan da, tıpkı şimdi çıplak ve nemli toprak üzerinde uyurken ve bir yanı üşüyüp öbür yanı ısınırken onun çektiği acıyı çeker; dar balo ayakkabılarını giydiği zamanlar, tıpkı şimdi yara bere içinde ve büsbütün çıplak olan ayaklarıyla (ayakkabıları çoktan parçalanmıştı) yürürken çektiği acıyı çekiyordu. Karısıyla, zannettiği gibi kendi isteğiyle evlendiği zaman, geceyi geçirmek için at ahırına kapandığı şu andan daha özgür değildi. Sonraları kendisinin de ıstırap dediği, fakat o zaman hemen hemen hissetmediği şeylerin başlıcası, açılmış ve kabuk bağlamış yaralarla dolu çıplak ayaklarından çektikleriydi. İlk zamanlar feci olan bir şey vardı: ayakları.
Yürüyüşün ikinci gününde ateşin başında yaralarına bakınca yürümesinin imkânsız olduğunu düşündü; ama herkes kalkınca o da topallayarak yola koyuldu, ısındıktan sonra da artık sızı düşündü; ama herkes kalkınca o da topallayarak yola koyuldu, ısındıktan sonra da artık sızı duymadı, akşama doğru ayakları daha korkunç bir şekil alıyordu. Ama onlara bakmıyor, başka şeyler düşünüyordu.
İnsanın yaşama gücünü Piyer ancak şimdi anlıyordu; buhar kazanlarındaki emniyet supabını andırıyordu bu; yoğunlaşan buharın fazlasını dışarı atan supap; insanın zihni de böyleydi, dikkatin yer değiştirmesi kurtarıyordu onu.
Geride kalan esirlerin nasıl ateş edilerek öldürüldüğünü, yüzden fazla esir bu şekilde öldüğü halde, görmemiş, duymamıştı. Günden güne takattan düşen ve çok geçmeden aynı akıbete uğrayacağı açıkça görülen Karatayev’i düşünmüyordu. Kendini ise daha az düşünüyordu. Durumu kötüleştikçe, gelecek daha korkunç bir şekil aldıkça, içinde bulunduğu duruma aykırı, teselli verici düşünceler geliyordu aklına.
Lev Tolstoy
Savaş ve Barış