İnsan İlişkileri Ve Bilinçdışı
Bu yazının amacı, şimdi bilinçdışı adıyla yaygın olan belirsizlik bataklığında en küçücüğünden ayak basacak bir yer bulmaya çalışmaktır yalnızca. Bilinçdışının gerçekten de ne olduğu hakkında bir tür kavrama ulaştık en sonunda. Ana baba çekirdeklerinin kaynaşımı anında her bireysel canlıda görülen ve dış evrenle kutuplaşmış bağlantısında, kendi akıl ve bedenini oluşturarak, kendi bireysel ruhunu ve bedenini yavaş yavaş geliştiren veya yapılaştıran, şu etkin kendiliğindenliktir. Bilinçdışı teriminin yaşam için yalnızca başka bir sözcük olduğu anlaşılır böylece. Ama yaşam genel bir kuvvettir, oysa bilinçdışı her bireysel canlıda temel olarak tek ve benzersizdir; kendini ve kendi görünümlerini ortaya koyan, etkin, kendiliğinden gelişen ruhtur. Ki bedenleşmenin ve kendini göstermenin bilinçdışı ruhun tüm amacı olduğu anlaşılıyor: yaşamın tüm amacı. Yani bilinçdışı yalnızca bilinçliliği değil, bezleri ve organları da oluşturuyor. Ve tüm zaman içinde her organın çalışması, sorun isterseniz ruh merkezi diyelim olanın asal kendiliğinden bilinçli merkezine bağlıdır. Bilinçlilik, bilinçdışının asal merkezinden eğirilmiş çeşitli ipek ipliklerden en sonunda akılda örülmüş bir ağ gibidir.
Ama bilinçdışı asla bir soyutlama değildir, soyutlanmaması gerekir. Ülküsel bir şey değildir asla. Her zaman için somuttur. İlk başta, döllenmiş yumurtanın pırıldayan çekirdeğidir. Ve buradan başlayarak, doğrudan bu ilk kıvılcımdan kaynaklanan bir çekirdekler takımı zinciridir. Sonraları da asal ve özgün çekirdeklerin hala doğrudan etkidikleri, insan bedeninin büyük sinir merkezleridir. Çekirdekler, kendiliğinden bilinçliliğin merkezleridir. Bunların parlak zerrelerinin sanki tohum-bilinçlilik, sürekli filizlenen bilinçlilik olduğu görülür. Bu bir gizemse eğer, benim hiçbir hatam yok bunda. Kesinlikle gizemcilik değildir bu. Öznel ve nesnel olarak, mikroskop altında ve insan ruhunun içinde sağlanabilen, apaçık, gösterilebilir bir bilimsel gerçektir bu. İnsanların canlarını sıkan da öznel sağlanıştır tabi. Aklı kıt ülkücüler, anlayışlarının bağırsaklarına herhangi bir başvuruda bulunmaya katlanamazlar.
İnsan bilinçdışısını oldukça elle tutulabilir bir biçimde inceleyebiliriz. Büyük sinir hücresi gruplarındaki ve sinir sisteminin düğümlerindeki merkezlerinin ve kaynağının kökenini araştırıp bulabiliriz. Bu merkezlerin her birindeki kendiliğinden bilinçliliğin doğasını anlarız; kutupsallığı ve kutuplaşmış akının yönünü saptarız.
Buradan da ruhun kendisinin bireysel görünümünü ve devinimini öğreniriz; bedenin asal organlarının devinimini ve uyumunu da öğreniriz. Çünkü her noktada ruh ve işlevler o kadar yakından tanınırlar ki tanınışlarındaki çift yanlılıklarını yalnızca soluğumuzu tutmakla görebiliriz bir kez daha kutuplaşmış bir çift yanlılık. Ama yaşamsal yaratıcı etkinliğin ve makinemsi-maddesel etkinliğin çift yanlılığı ve kutuplaşımı gibi büyük bir araştırmaya girişmenin yeri değil burası. İkisi bir yerde, kutuplaşmış bir nitelik. Düşünülemeyecek denli farklıdır bunlar.
İnsan bilinçliliğinin ilk alanında bilinçdışının ilk düzeyinde ikisi zarın altında ve ikisi de üstünde olmak üzere, dört büyük kendiliğindenlik merkezi buluruz. Bu dört merkez, en büyük dört organı denetlerler. Ve insan bilinçliliğinin tüm temelini oluştururlar bunlar. Aynı zamanda işlevsel ve ruhsal olmak üzere, onların ilk kutupsal çift yanlılığıdır bu.
Ama kutupsallık bu kadarıyla kalmıyor. Zarın yataylamasına bölünüşü, insanı ömrü boyu bireysel çift yanlılığına böler, üst ve alt insanın çift yanlılığı, üst ve alt bilinçliliğin ve işlevin iki büyük bedeni. Yatay çizgidir bu.
İstemli ve duygudaş sistemler arasındaki dikine bölünüş, omurilik sistemiyle insan bedeninin ön kısmının büyük sinir ağı sistemi arasındaki bölüm çizgisi, çift yanlılığa ikinci ayırımı oluşturur. Bedenin yumuşak, kucak açan ön kısmıyla sırtının duvarı arasındaki büyük ayrılıktır bu. Bedenin ön kısmı, mıknatısın canlı ucudur. Sırt, kapalı karşıtlıktır. Şimdi dikine ayrılmış olan, koşut iki işlev ve bilinçlilik akımı vardır yine. Dikine ayrım çizgisidir bu. Yatay ve dikey çizgiler de, tüm varoluş ve varlığın çaprazını oluştururlar. Bu bile gizemcilik değildir bitkibilim veya dirimbilimde kullanılmış olan eski simgelerden başka bir şey değildirler.
Yaşam ve bilinçliliğin temeli olan, insan bilinçliliğinin ilk alanında, dört tane ilk kendiliğindenlik kutbu vardır. Yine çapraz bir biçimde olmak üzere, bireyin içinde dört katlı kutupsallıkları vardır bunların. Ama birey kendi başına bir şey değildir asla. Hem işlevsel, hem de ruhsal devinimsel bir ilişki olan, dış evrenle kutuplaşmış bir ilişki içinde bulunmaksızın var olamaz. Gelişim yalnızca devingen bilinçdışının kutuplaşmış devrelerinden kaynaklanır ve bu devreler hem bireysel, hem bireysel dışı olmak zorundadırlar. Tümler kutbu bireyin dışında bulunan devre olmalıdır.
Yani, öteki birey olmalıdır ilk elde. Öteki bireyle veya hatta öteki bireylerle kutuplaşmış bir bağ bulunması gerekir. Her bireyde dört kutup vardır ilk alanda. Dolayısıyla, birey dışı bilinçliliğin ilk, temel alanında sekiz kutup vardır sekiz katlı bir kutupsallık, dört katlı bir devre. İki birey arasında, hatta anneyle çocuk arasında, kutupsallığın yalnızca dört katlı, çift yanlı bir devre biçiminde kurulmuş olduğu söylenebilir. Kendiliğinden bir bilinçlilik devresinin tam olarak asla kurulamamış olduğu düşünülebilir. Bir çocuk için bu gelişimde belirli bir eksiklik, ruhsal bir yetersizlik anlamına gelir.
Temel insan hal ve gidiş sorunuyla karşı karşıyayız yine. Diğer varlıklarla kutuplaşmış bağlantılar içinde bulunmaksızın hiçbir insan gelişemez. Bu kutuplaşmış uyum devresi, tüm akıl ve bilginin önünde gelir. İnsan isteminden önce gelir ve üstündür ona. Taştan bir takozun duyarlı bir gereçte neden olduğu gibi bir düşünce bütün bir ruhsal etkileşim ve kendiliğinden büyüme sürecini köstekleyebilir, akıl ve istem hep birlikte devingen devreye karışabilir yine de.
Nasıl olacak öyleyse? İnsanlar yalnızca ekmekle yaşamazlar. Her şey bir yana, toplumsal tutumbilimlerin yalnızca ABC’si olan bu ekmek sorununu ivedilikle çözme ve bedenin beslenme ve solunum devresinden geliştiğini çözmek üzere tıpkı bedenin beslenme ve solunum evresindeki ruhun gelişim seyri, yapılanması, kutupsallık devresinin kurulması gibi bu yaşamsal soruna yönelmemizin zamanı gelmiştir. Beslenme ve solunum sorunlarını kolaycana çözecek bir aşamaya çoktan ulaştık zaten. Ama vay halimize, kendimizle yakınımız, öteki insanla, diğer insanlarla ve bütün dış evrenle aramızda kuramadığımız ve sürdüremediğimiz yaşamsal devrelerin neden olduğu, anlatılamaz acılarımıza bakın bir hele. Peynir ekmek beslenme sorununu bir kez çözdükleri zaman, uygar halkın acılarını duymaya yanaştığı ruhsal açlık sorununun eziyetleri, düşünce karşısında dayanamayacaklardır. Başka insanlarda veya insandaki dikkat çekici huzurun gerçek kutbunu aramak için duyarlı salınımlar yayan ince, yaratıcı arzu, nasıl oluyor da her tür sapıklık ve ölüm arzusu baş gösterinceye kadar, bir sürü lastik düşünceler ve ülküler ve basmakalıplıklarla engellenmiş, yalıtılmış oluyor! Sinircelerden nasıl kaçabiliriz?
Ruhsal çözümleme söylemeyecektir bunu bize. Ama biraz olsun gerçek bilinçdışını anlamak bize ipucunu verecektir.
Son derece zor ve yaşamsal bir iş olan insan ilişkisi, neredeyse gülünesi denli olduğundan küçük görülmüştür çağımızda. Bütün bu sevgi ve özgecilik saçmalığı, ilkel puta tapıcılıktan daha kaba ve iğrençtir. Yüzyıllar boyu sabır isteyen bir çabayla öğrenilecek bir şeydir sevgi. İnsanlararası kutupsallığın hesaplanamaz süreçleri boyunca, güç, karmaşık bir korunumudur bu bireysel bütünlüğün. Bilinçliliğin ilk büyük düzeyinde bile, her bireydeki dört asal kutup, iki birey arasındaki olası dört güçlü devre ve kusursuzluğa doğru kurulması ve tüm diğerleriyle birlikte salt denge içinde sürdürülmesi gereken dört devrenin her biri. Kim yapabilir bunu? Hiç kimse. Ama hepimizin yine de yapması zorunlu olan şeydir bu, yoksa çilekeş açlık ve yoksulluk eziyetlerini çekeriz veya aşırı zorluklar ve soysuzlaşım içinde yavaş yavaş çürüyerek çökeriz. Tüm yaşam, insan ve insan dışı, dış evrenle yerleşik bir kutupsallık kurmak için uzun, kör bir çabadır; ve çağdaş yaşamın tümü, feryadı figan bir yanlışlıktır. Bizim kendi hatamızdır bu.
Bireysel ruhun gerçek evrimi, bireyle dış evren arasındaki bir etkileşimin sonucudur. Ki cenini besleyen anne kanının bir sonucu olarak bir çocuğun dölyatağında büyüdüğü gibi her erkek ve kadının da kendiliğinden benleriyle diğer ben ve benlerle aralarındaki kutuplaşmış akının bir sonucu olarak büyüdükleri ve geliştikleri anlamına gelir bu. Her bir bireysel ruh ve bedenin gelişim ve evrimini gerçekleştiren, kendisiyle başkası veya başkaları arasındaki yaşamsal akı devresidir bu. Kaçamayacağımız bir yaşam ve yaratılış yasasıdır bu. Çileciler ve kösnücülerin hepsi de bu ana koşulu kaytarmaya çalışırlar ve hepsi de belki bir kuşak boyu başarılı olurlar bunda. Ama iki kuşaktan sonra hepsi de çöker. İnsanlar yalnızca ekmekle yaşamazlar. Belki de daha temel olarak, kendisiyle başkası veya başkaları arasındaki besleyici, yaratıcı akımla yaşarlar.
İki veya daha çok birey arasında kurulmuş olan, birey dışı kutupsallık devrelerinin gerçeği budur. Ama buna karşılık gelen bir gerçeklik, içsel, salt bireysel olan kutupsallığın gerçeğidir bir insanın kendi içindeki üst ve alt bilinçliliğin kutupsallığı ve kendi istemli ve duygudaş biçemleri. Ben içinde dört katlı bir etkileşim vardır burada. Ben içindeki bu dört katlı tepkiden de bizim akıl, akılsal bilinçlilik diye bildiğimiz en son görünüm çıkar ortaya.
Beyin, eğer şu sözcüğü kullanmamıza izin verilirse, devingen bilinçliliğin uç noktadaki gerecidir. Yaratıcı bir akıyı, belirli bir şifreye dönüştürür. Bizim algılar, kavramlar, düşünceler dediklerimiz çizgeli betimleri, bir telgraf makinesi gibi yazar. Yeni bir gerçeklik yaratır ülküsel. Düşünce, bir başka duruk şey, başka bir makinemsietkin ve maddemsi duruk evren birimidir. Yaprakların bir ağaçtan ve tüylerin bir kuştan dökülüşü gibi yaşamdan uyduruluverir. Düşünceler, boyun eğdirici evren için bir yalıtıcı ve bir gereci aynı zamanda oluşturarak, bizimle çevremizdeki evren arasına karışan kuru, cansız, duyumsuz kuş tüyleridirler. Akıl, gereçlerin gerecidir; yaratıcı bir gerçeklik değildir.
Akıl bir kez uyandığında, kendi içinde bir kesinlik olmasıyla, çok güvenli hisseder kendini. “Sözcük ortaya çıktı ve caka satmaya başladı” diyor Norman Douglas nükteci bir biçimde. Olan biten budur gerçekten de. İlkesinde makine gibi kendiliğinden çalışan akıl yapısı, yaşama egemen olmaya başlar. Yaşamı etkilemeye başlar, yaşamı yapmaya ve yapmamaya kalkışır. “Başlangıçta sözcük vardı.” Aklın küstahça kılık değiştirişidir bu. Sözcük, yaşamın başlangıcı olamaz. Yaşamın kan akıtan sonudur o. Akıl, yaşamın çıkmazıdır. Ama cansız evrenin bütün makinemsi kuvvetine sahiptir. Süper makinemsi kuvvetin büyük bir dinamosudur o. Kendisine suç ortağı olarak istemin de verilmesiyle, her bir ağacın kesilip biçilip bir çay demliği ve her bir insanın yararlı bir makine olmasına kadar, makinemsi devinimlerini ve makineleştirişlerini tüm yaşam üzerine bile buyurganlaştırır. Kendiliğinden olan her şeyi, ülküler ve düşüncelerden bazı makine ilkelerinin konusu yaparak, büyük bir dinamo ve erke depolayıcısı gibi makinemsi kuvvet depolayarak ve bu makinemsi kuvvet denetimini yaşayan bilinçdışı üzerinde uygulamaya kalkışır olarak görürüz beyni böylece.
İnsan istemi de bu aşağılama ve kısırlaştırma sürecinde yardımcı olur. İnsan isteminin ne olduğunu bilmiyoruz. Ama yaşayan her canlıda bulunan belirli bir etmen, bağımsızlık etmeni olduğunu biliyoruz onun. Ruhun, onun kendi yönü için garip bir etmendir o. Kendi yaşamsal ve kendiliğinden evrim süreçleri üzerine belirli bir denetim uygulamak için, gebelik anından beri her bireyde bulunan etmendir istem gerçekten de. Akla bağlı değildir başlangıçta. Başlangıçta, yaşayan bilinçdışının arı bir biçimde kendiliğinden olan denetim etmenidir o. Akılsal öncesi durumda, öncelikle, istem ve bilincin sanki özdeş oldukları söylenebilir. İsteme sanki büyük bir dengeleme yeteneği, evrim içindeki ruhta makineleşimin önlenmesini sağlayan yeteneği verilmiştir sanki. Herhangi belirli bir kutupsallık devresinin abartılışına karşı anında tepki gösterecektir, kendiliğinden istem. Herhangi yaşamsal bir devre ruhsal çözümlemece bilinen bir gerçek. Bu makineleşmeciliğe karşı da kendiliğinden yaşamsal gerçeklikten makinemsi maddeci gerçekliğe doğru bu küçülüşe karşı da insan ruhu her zaman için savaşmak zorundadır. Özistem de, benin kendisini makineleşmeciliğe karşı gözetmek için edindiği güçtür.
Bununla birlikte, bazen özgür ruh gerçekten çöker ve özistem kendini kendiliğinden işlerlik gösteren bir devreyle özdeşleştirir. Sonra bir karmaşa, bir kuşku kuruntusu baş gösterir. Sonra da başlangıç halindeki delilik. Özdeşleşim eğer sürerse, cinnet söz konusu olmaya başlar. Sonra tüm ruhsal akının yatağının değişmesinde, sara gibi, ani sarsıntılar görülebilir. Ya da, bilinen asal delilik biçimlerinden herhangi birisi baş gösterebilir.
İkinci sakınca, özistemin kendisini akıl ile özdeşleştirmesi ve aklın bir aracı olmasıdır. Aynı makineleşmecilik süreci, şimdi yalnızca daha yavaş olarak, başlar. Her organsal ruhsal devre üzerine denetim koymak üzere akıl bir adım daha ileri atar. Kendiliğinden akı yok edilmiş ve bunun yerini belirli bir makinemsi devre almıştır. Bazı belirli ilkelere dayanarak, bir makinenin yapılması gibi, makinemsi bir ruhsal yapı, belirli ve sabit bir tasarıma göre oluşturulmalıdır şimdi. Burada da ülküler ve düşünceler gündeme girer. Makineleştirilmiş bir ruhun makine tasarı ve ilkeleridir bunlar.
Dolayısıyla, insanlık kendisini yıkmaya, akılsal bilinçlilikten kendisini makineleştirmeye doğru ilerler. Özistemin kendisini herhangi diğer asal bir sürecin üzerine koymasının bir soysuzlaşım olması gibi bu da bir soysuzlaşma sürecidir. Deliliğin uzun, yavaş bir gelişimidir bu. İlerlemiş Rus ve Fransız yazarları, deliliğin büyük bir erek olduğunu oldukça yerinde olarak ileri sürerler. Beni makineleştirmeciliğin, akılsal bilinçli üstünlüğün gerçek amacıdır bu.
Doğru, hepimiz akılsal bilinçliliğe doğru gelişmek zorundayız. Ama akılsal bilinçlilik bir erek değildir; bir çıkmazdır.
Varlığımızın kendiliğinden yaratıcı bütünlüğüne ulaşmamızın bu hepten çok zor olan işi için kullanabileceğimiz, bitmek tükenmek bilmeyen araçlar sağlar bize yalnızca. Kendimizi dış evrene uyarlamamız için yöntem ve yordamlar sağlar bize. Yaratıcı yaşamımızın yüce amacına dış maddeci makineci evreni boyun eğdirmek için daha da öte yöntem ve yordamlar verir bize. Makineleşmeciliğe kapılmaktan kaçınmak için, özistemin nasıl uygulanacağı yönünde, yanlış, makinemsi saplantıların nasıl gevşetilmeleri için, derin bir ruhsal içtepiye yürekli bir biçimde nasıl bağlı kalınacağı yönünde, açık seçik yol göstermelerde de bulunur bizlere. Aklın kullanımı budur büyük bir yol gösterici ve araç. Yaşamın yazarı ve yönetmeni olarak akıl, lanettir.
İşte, bilinçdışı için söylemek istediğimiz birkaç nokta şimdilik bitiyor burada. Hemen hemen hiçbir şey söylenmedi. Ama bir başlangıç yine de. Bilinçdışının diğer büyük merkezleri var daha açıklığa kavuşturulacak. Biz dördünü, iki çiftini biliyoruz. Bunların hepsinde yedi düzey var. Yani, altı tane kendiliğinden kutupsallık çift yanlı merkezi ve sonra da en sonuncusu. Yani, büyük üst ve alt bilinçlilikten yalnızca söz edildi daha öte doruk ve derin noktalarına değinilmedi bile. Yo, herkesin önünde değinilecek gibi değil bunlara. Bilinecek çok şey var ve bilgideki her ileriye yönelik aşama adımı, bizleri şimdi böylesine acımasızca ve rezilcesine yöneten insanoğlunun ülkücülüğüne bir ölümdür. Ölmek zorundadır ve biz de özgür olacağız. Ama makinemsi ülküsel insanlığınkinden daha çirkin hangi zorbalık vardır?
Ruhsal Çözümleme; ve Bilinçdışı: Bilinçdışının Doğaçlaması
Yazar : David Herbert Lawrence, Çevirmen : Erol Esençay, Yayıncı : İlya Yayınevi, Kategori : Genel Psikoloji