KARANTİNA SONRASINDA MUTLUYUZ ÇOK – AYKUT EMRE

Genç anneler rahatsız!..

Tekil tekil geçen günlerin ardından bir haziran günü, hayat yeniden çoğul hâle gelmeye başlıyor. Parklarda çeşitli çap ve kalibredeki kalçalara kucak açmış olan banklar dolmaya, çimenlikler imitasyon ayakkabılarla preslenmeye hızlı bir giriş yaptılar. Birinci çoğul şahıs ekleri yeniden sahneye çıktı. Artık ortalıkta “ben” yerine daha fazla “biz” duyulacak, fiiller birinci çoğul şahısa göre çekilecek ve çeşitlenecek fakat bunlardan çok azı samimiyetle yoğrulup mayalanmaya bırakılmış olacaklar. 

Birinci çoğul çekimi, karşımıza nerelerde nasıl çıkıyor, neler anlatıyor, neleri maskeleyip hangi gizli hisleri açığa çıkartıyor? 

İritasyon düzeyini referans aralıklarının dışına doğru en fazla pörtleten biçimlerinden birini genç anneler kullanıyor. Bu kullanıma özellikle yüksek öğrenim görmüş annelerde daha sık rastlanıyor. Bebeğine adeta kendi vücudunun dışında gezdirdiği bir organıymış muamelesi çeken bu anneler, halen dilsiz olan bebekleriyle ilgili her konuyu birinci çoğul şahısla çekip konuşurlar: “ay evet yaaa, ağlıyoruz biraz çünkü açız çok” cümlesi ya da “uykumuz var birazcık, gazımız da cabası..” anlatımı tüyleri diken diken edebiliyor. İlk duyulduğunda anne ve bebeğin bütünleşmesinin kusursuz ifadesi gibi görünen bu anlatımlar, aslında anne olan şahsın, annelikle birlikte birey olmayı bırakıp çocuğa bağımlılığının eşsiz ifadeleri oluveriyorlar. Uykusu olan bebek için “Uykusu var biraz” dense ne olacak örneğin? Bebek, küçük yaşta birey gibi tek başına bırakılmış ve anneden uzaklaşmış mı olacak? 

Genç anneler rahatsız olabiliyorlar. Peki birinci çoğul şahıs çekimini başka kimler bütünleşmenin güçlü ifadesi olarak kullanıyorlar? 

Misafirleriyle bütünleşenler vardır bir de. Misafirin isteklerini söyleyemediğini, çekindiğini ve her türlü ihtiyacını içine gömdüğünü, kendi misafir olmuşluklarından bilen ev sahipleri, hassaslığın zirvelerinde dolaşarak her soruyu yine birinci çoğula göre çekerek duygudaşlığı yeniden yorumlarlar: “Yorgun muyuz birazcık? Eeeee yoldan geldik tabi normaldir..”. Bu soru karşısında “yooo aslında çok da değiliz sanki” diye bir cevap gelirse misafirin içine girip de ev sahibine söyleyemediği duygular kendisiyle çarpılarak karesi alınır ve konu oracıkta kapanır: “yorgunuz yorgunuz”. 

Bu söz konusu çoğul çekiminin en bıçak sırtı hâli, belki de aynı evde yaşayan çiftler arasında kullanılır. Bu çiftlerin birlikteliklerinin onay mercileri ister arkadaşlar, ister aile isterse devlet olsun, aynı evde yaşanılıyorsa eğer, dikkatli olunması gerekir. Hele de evin rutin işleri söz konusuysa, alarm seviyesini hande yener kırmızısı düzeyine çıkartmak ve orada sabit tutmak gerekir. Niye mi? Çünkü gövdelerinin alt tarafına güvenerek birlikte yaşamaya başlamış olan çiftler, ister açıktan isterse gizli şekilde olsun evdeki işler hakkında şu çirkef düşünceyi belirli düzeylerde taşırlar: “hep ben mi yapıcam ya bu işi?”. İşte tam burada çoğul çekimimiz göğsünde yazan havalı “Ç” harfi, taytının üstüne geçirdiği külotu ve peleriniyle uçarak sahne alır ve olayı hızlıca toparlar. Ev işlerinde yapılmış olan bir hata ya da bırakılmış olan bir eksiklik çoğunlukla bir tek kişi tarafından yapılmıştır ama olaydan bahsedilirken nedense hep çift sorumludur: “bak gördün mü kapıyı kilitlememişiz”, “çaydanlığın altını açık unutmuşuz”. Adeta iki bireyin bir araya gelmesiyle minik mi minik bir tüzel kişilik peyda olmuştur. Hatalar ve eksiklerden bu tüzel kişilik sorumludur. Evi ve ev işlerini öyle bir düzene sokmuş olanlar vardır ki bunlar için ev bir müesseseye çiftin rolüyse bu müesseseyi başarılı bir şekilde işletmeye dönüşmüştür. Söz konusu bu evlerde “müdüriyet” diye bir oda falan görürseniz garipsemeden evin sosyal tesisi olan salonuna doğru çaktırmadan yol almanız tavsiye olunur.

Bu müesseseler bir yana sıradan evlerde de evle ilgili ortada kalan işler varsa ilk fark eden kişi, bu işin kendi başına kalacağını bildiği için yine süper kahramanımız “çoğul” devreye girer ve çiftin diğer kişisini de usulca işin sorumluluğuna bağlar: “şu dolaptaki yeşillikleri de bi salata falan yapalım da yiyelim; bozulacaklar yoksa.” Yeşillikleri çiftlerden biri görmüştür ve eğer diğer eşi bu işe katmazsa tüm yeşillikleri tek tek ayıklayıp yıkadıktan sonra onları özenle doğrayıp salataya çevirme işinin kendisine kalacağından adı gibi emindir.

Çiftler arasındaki en diplomatik ve en hassas uyarılardan bir diğeri, yine bu çekimle duyulur. Çiftlerden biri, diğerinin alenen yaptığı bir hata hakkında konuşurken, mangaldan köz alma hassaslığıyla davranır. Çorabını ortalığa savurarak evi çorabistana çevirmiş bir eş düşünün. Bunun için bile diğer eş şöyle der: “artık şu çorapları toplasak mı?”. Bu diplomatik ve meşru istek karşısında çorabistanın kurucu lideri olan diğer kişi, sadece susup çorapları toplamakla kalır. Şöyle bir şikayet duyulmaması, yapılan hatanın ortada yapılan uyarının da ne kadar meşru olduğunu gösterir: “Eee sen de yardım etsene çorapları toplamama, hani ‘toplasak mı’ demiştin?”.

Süper kahramanımız olan birinci çoğul çekiminin kullanımları içinde en yaygın ve en işe yarar olanı, belki de “hallederiz” söyleminin kendisi ve kuzenleridir. Beklenmedik ve ani sosyal ortam karşılaşmaları ve denk gelmelerinde iki tarafın birbirine aleni güvensizlik fışkırttığı ama kimsenin bunu açık etmediği ayaküstü yalanları vardır. İki kişi birbirini çoktandır görmemiş olsun ve bir yerde rastgele karşılaşmış olsunlar. Ayakta süren gergin bir sohbetten sonra iki taraf da birbirine “görüşürüz, araşırız, yazışırız” gibi taahhüt içeren laflar ederler ama her iki taraf ve bu arada muhabbete kulak misafiri olan çevredekiler de görüşülmeyeceğini, araşılmayacağını ve yazışılmayacağını bilirler. Bunlar her ne kadar alenen yalan olsa da yine de karşılıklı söylenmiş bir yalandır ve bir yerde alan-satan memnun denklemi işler. Bunun bir de şöyle bir versiyonu vardır: iki kişi karşılaşırlar ve diyelim ki bunlardan birinin yazması gereken bir yazı olsun ve zamanında yazmamış olsun. Diğer kişi bu durumu yazıdan sorumlu olana söyleyince cevap olarak birinci çoğulla çekilmiş bir fiil geliyorsa bilin ki o iş çoktan yalan olmuştur: “haftaya kadar yazarız mutlaka.” Kimlerle yazacaksın? Sen tek başına yazmayacak mıydın? Yazı için ekip oluşturdun da bizim mi haberimiz yok? Sorumsuz kişi, yapmamış olduğu işi bitireceğine söz verirken ve bu işi kendinden başka kimseyle yapmayacakken neden birinci çoğul şahısı kullanır? Çünkü ortada bir suç vardır, söz konusu yazı haftaya da yazılmayınca bu suç katmerlenecektir. O yüzden suçun ağırlığını dağıtmak gerekir. Sorumsuz kişi adeta şunu anlatmaya çabalamaktadır: “Valla ben değil biz yazmadık. Hadi ben yazmadım da onlar niye yazmadı?” “Onlar”, sorumsuzların yapılmayan işlerini birinci çoğula göre çekmelerine yarayan hayali suç ortaklarıdır. Herkesin içinde bir “onlar” vardır. 

Genç annelerin, misafiriyle bütünleşenlerin, çiftlerin ve sorumsuzların ağızlarında hayat bulan birinci çoğul şahıs kullanımlarının ortak noktası, insanın bir sosyal hayvan olduğuna vurgudur aslında. Bahis konusu canlımız olan insan hayvanı, yaptıklarını ortaklaştırmaya ve çoğaltmaya güdümlü yaşıyor. Birinci çoğul çekimiyle neyi ortaklaştırdığına göre bu canlı ya insan hayvanı ya da sadece hayvan sıfatını kazanabiliyor. “Biz” kavramıyla kendiniz dışında kimleri kast ettiğiniz, bu ince ayrımda ne tarafta kaldığınızı belirler. Kimle bütünleşirken kimlerden ayrılıyorsunuz?

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz