Karakteri Farklılaştıran Koşullar – Wilhelm Reich

Günümüzün cinsel düzeni karşısında araştırmalarımızın sonuçları, sağlıklı bireyler yetiştirmek isteyen eğitimciyi çok zor bir durumda bırakacaktır. Öncelikle bir kez daha vurgulayalım ki karakter oluşumu yalnızca dürtü ile bunun engellenmesinin çarpışmasına değil, bunun ne şekilde olduğuna, karakteri oluşturan çatışmaların hangi evrede vuku bulduğuna ve hangi dürtülerle ilgili olduğuna da bağlıdır. Yönümüzü tayin edebilmemiz için bir yığın koşuldan bir şema oluşturalım. O zaman ilke açısından genel olarak aşağıdaki olanakları görürüz. Karakter oluşumunun sonucu: dürtünün engellendiği evreye; engellenmelerin sıklığına ve yoğunluğuna; engellemenin asıl olarak yöneldiği dürtülere; izin vermeyle engelleme arasındaki orana; engelleyen başlıca kişinin cinsiyetine; engellemelerin kendi içlerindeki çelişkilere bağlıdır. Bu koşulların hepsini, eğitim, ahlak ve ihtiyaçların tatmin edilmesiyle ilgili o günkü sosyal düzen, yani son tahlilde toplumun o günkü ekonomik yapısı belirler. İleriye dönük olarak nevrozlardan korumanın tek hedefi, bir yandan egoya iç ve dış dünyaya karşı yeterli destek veren, diğer taraftansa ruhsal ekonomi için gerekli olan cinsel ve sosyal hareket özgürlüğünü sağlayan karakterler yaratmak olabilir. Bu nedenle öncelikle çocuğun içgüdülerinin tatmininin her engellenişinin ilke olarak ne gibi bir sonuç doğurduğunu açıklığa kavuşturmamız gerekiyor.

Wilhelm Reich: Özgürlügü saygısızlık gibi görmek kölelerin bir özelliğidir

Günümüzdeki eğitim yöntemleri türündeki her engelleme, libidonun egoya geri çekilmesine ve bunun sonucunda ikincil narsisizmin güçlenmesine neden olur; bu bile egonun karakteri ego hassasiyetinin artması anlamında değiştirmesi demek olup, örneğin ürkeklikte ve kaygıya kapılma eğiliminin artmasında dile gelir. Engelleyen kişi seviliyorduysa -ki genelde öyledir- önce bu kişiye karşı eş zamanlı çelişkili duygular gelişir, ardından özdeşleşme vuku bulur: Çocuk engellemenin yanı sıra bu kişinin belirli karakter özelliklerini, üstelik tam da kendi dürtüsüne karşı olanlarını özümser. Bu durumda dürtü açısından nihai sonuç, temelde bastırılması veya başka türlü halledilmesidir. Bununla birlikte, engellemenin karakter üzerindeki etkisi, dürtüyü ne zaman engellediğine göre farklılık gösterir. Dürtü ortaya çıkmaya başlarken engellenirse fazlasıyla iyi biçimde bastırılır; bu durumda zafer tam olmakla birlikte, dürtü artık ne yüceltilebilir ne de bilinçli olarak tatmin edilebilir. Örneğin anal erotiğin çok erken bastırılması, anal yüceltmelerin gelişmesini aksatır ve ağır anal tepki oluşumlarına ortam hazırlar. Karakteroloji açısından daha da önemlisi, dürtülerin kişilik yapısında devre dışı bırakılması sonucunda bir bütün olarak kişiliğin faaliyetinin zarar görmesidir. Örneğin saldırganlığın ve motor işlevlerden duyulan hazzın fazlasıyla erken engellendiği çocuklarda bunu görmek mümkündür. Engelleme sonradan çalışma becerisinde tutukluk olarak etkisini sürdürmeye devam eder. Bir dürtü gelişiminin zirvesindeyse tamamen bastırılması artık pek mümkün değildir. Bu aşamada yapılacak bir engelleme artık yalnızca yasak ile dürtü arasında çözülmesi mümkün olmayan bir çatışma yaratır: Dürtü tamamen ortaya çıkmışken ani ve alışılmadık biçimde engellenirse, dürtüsel kişiliğin gelişmesi için zemin hazırlanmış demektir. Bu takdirde çocuk yasağı tam olarak özümsemez ama buna rağmen güçlü suçluluk duygulan geliştirir, bu duygular da dürtüsel eylemi güçlendirerek kompulsif itki haline getirirler. Bu yüzden dürtüsel psikopati vakalarında düzensiz bir karakter yapısıyla karşılaşırız; bu yapı dış ve iç dünyaya karşı yeterli zırhlanma gerekliliğinin tam aksidir. Dürtüsel kişilikte, dürtüye karşı tepkinin değil, tersine bizzat dürtünün (ağırlıklı olarak sadist itkiler) gerek hayali tehlikeli durumlara gerekse dürtüden kaynaklanan tehlikelere karşı savunma sağlaması tipiktir. Bozuk genital yapı sonucunda libido ekonomisi berbat durumda olduğu için, cinsel birikim kaygıyı ve kaygıyla birlikte karakter tepkilerini zaman zaman her türlü aşırılığa varıncaya kadar artırır. Dürtüsel karakterin karşıtı dürtüleri ketlenmiş karakterdir. Dürtüsel karakterin özelliğinin ortaya çıkmış dürtü ile bunun zirvedeyken aniden engellenmesi arasındaki çatışma olmasına karşılık, dürtüleri ketlenmiş karakterin özelliği, dürtü gelişiminin başından sonuna kadar uygulanan engellemelerin ve sair kısıtlayıcı eğitim yöntemlerinin yarattığı birikimdir. Bu duruma uygun olarak karakter zırhı katı olma eğilimindedir, bireyin psişik hareket özgürlüğünü önemli ölçüde kısıtlar, depresif durumlar ve kompulsif belirtiler için tepki temeli oluşturur (ketlenmiş saldırganlık). Ama bu zırh insanları yumuşak başlı, eleştirmeden, itiraz etmeden her şeyi kabullenen yurttaşlara dönüştürür; sosyolojik önemi budur. İlerideki cinsel yaşamın türü açısından en önemli unsur eğiten esas kişinin cinsiyeti ile karakteridir.

Otoriter toplumun çocuk üzerindeki hayli karmaşık etkisini, ailelerden inşa edilen bir eğitim organizasyonunda toplumsal etkinin ana uygulayıcılarının temelde anne ile baba oldukları olgusuna indirgeyelim. Anne babaların çocuklarına yönelik çoğu zaman bilinçsiz cinsel yaklaşımı sonucunda baba kız evladı, anne erkek evladı daha çok sever ve daha az reddeder, bu yüzden daha az kısıtlar ve eğitir. Dolayısıyla çoğu durumda cinsel yaklaşım tek başına, aynı cinsten olan ebeveynin başlıca eğiten kişi olmasını belirler. Çocuğun hayatının ilk yıllarında ve çalışan nüfusun çoğunluğu karşısında eğitim işinin anneye kaydığı çekincesiyle, aynı cinsle özdeşleşmenin başı çektiği, yani kız evladın anneninkine, erkek evladın babanmkine benzeyen bir ego ve süperego geliştirdiği söylenebilir. Bununla birlikte, aile içinde çeşitli keyfiyetlerin veya anne babaların karakterlerinin oluşturduğu özel durumlar nedeniyle bu genel kuraldan sapmalar da çok sık görülür. Bazı tipik hatalı özdeşleşme temellerine değinelim. Önce erkek çocuktaki durumlara bakalım. Normal şartlarda, yani basit ödipus kompleksi geliştirmişse, annesi kendisini babasından daha çok sevmiş ve isteklerine babadan daha az engel olmuşsa, babayla özdeşleşecek ve -babanın mizacının aktif-erkeksi olması şartıyla- erkeksi aktiflik doğrultusunda gelişecektir. Buna karşılık, anne katı, “erkeksi” bir kişilik idiyse, en önemli engellemeleri o yaptıysa, erkek çocuk ağırlıklı olarak onunla özdeşleşecek ve annenin esas engellemesine maruz kaldığı erojen evreye göre anneyle fallik veya anal temele dayalı bir özdeşleşme geliştirecektir. Anneyle fallik temelli özdeşleşme halinde fallik-narsistik bir karakter gelişir; bunun narsisizmi ve sadizmi özellikle kadınlara karşıdır (katı anneden intikam alma). Bu tutum karakterin çok derine bastırılmış olan ilk baştaki anne sevgisine karşı savunmasıdır; sevgi annenin engelleyici etkisinin ve onunla özdeşleşmenin yanında varlığını sürdürememiş, daha çok düş kırıklığıyla sonuçlanmıştır. Daha net ifade edersek:

Sevgi karakter tutumuna dönüşmüştür; bununla birlikte analizle bu tutumdan çözülüp çıkarılması her zaman mümkündür. Anneyle anal temelli özdeşleşme durumunda karakter pasif ve kadınsı olmuştur ama erkeklere değil kadınlara karşı; bu tür karakterler sıklıkla sert kadın fantezisi içeren mazoşist sapıklığın temelini oluşturur. Bu karakter formasyonu çoğu zaman, çocuklukta anneye duyulan kısa süreli ama yoğun fallik arzulara karşı savunma işlevi görür. Anne tarafından iğdiş edilme kaygısı duyulur; bu kaygı anneyle anal özdeşleşmeyi destekler. Bu karakter formasyonunun spesifik erojen temeli anal evreye takılmadır. Erkeğin pasif ve kadınsı karakterinin temelini daima anneyle özdeşleşme oluşturur. Yukarıda anlatılan karakter tipinde anne, engelleyen eğitici olması nedeniyle kaygının nesnesidir de, tutum bu nesneye yöneliktir. Buna karşılık babanın aşırı sertliğinin neden olduğu bir pasif-kadınsı karakter biçimi vardır. Şöyle gelişmiştir: Erkek çocuk genital arzularının gerçekleşeceği korkusuyla erkeksi-fallik çizgiden kadınsı-anal çizgiye geri çekilmiş, burada annesiyle özdeşleşmiş ve önce babasına, sonraları bütün otoritelere karşı pasif ve kadınsı bir yaklaşım benimsemiştir. Abartılı nezaket ve hatırşinaslık, yumuşaklık ve sinsilik eğilimi bu tipin özellikleridir; tutumuyla aktif erkeksi çabaları, en başta da babasına olan bastırılmış nefretini savuşturur. Ama fiilen mevcut kadınsı-pasif mizacının (egoda anneyle özdeşleşme) yanında ego idealinde babasıyla özdeşleşmiştir (süperegoda ve ego idealinde babayla özdeşleşme); fallik pozisyon eksikliğinden ötürü bu özdeşleşmeyi hiçbir zaman gerçekleştiremeyecektir. Daima kadınsı olacak ve erkeksi olmak isteyecektir. Kadınsı ego ile erkeksi ego ideali arasındaki bu gerilimden doğan yoğun bir aşağılık duygusu kişiliğine her zaman mahzunluk bazen de ezilmişlik damgasını vuracaktır. Bu tür vakalarda daima görülen ağır cinsel güç bozukluğu genel duruma rasyonel bir gerekçe sağlar.

Bu tipi anneyle fallik temelde özdeşleşen tiple karşılaştırdığımızda, fallik-narsistik karakterin aşağılık duygusunu (yalnızca deneyimli biri tarafından anlaşılabilecek şekilde) başarıyla savuşturduğunu, pasif-kadmsı karakterde ise aşağılık duygusunun apaçık göze çarptığını görürüz. Farkı yaratan şey erojen temel yapıdır: Fallik libido erkeksi ego idealine uymayan bütün tutumları tamamen ödünleme becerisini sağlarken, erkekte cinsel yapının merkezi olarak anal libido böyle bir ödünlemeyi imkânsız kılar. Tersine olarak kız çocuklarında fazla engellemeyen bir babanın kadınsı karakterin oluşmasına katkıda bulunması sert, acımasız bir babaya nazaran daha muhtemeldir. Bir dizi klinik karşılaştırmadan, kız çocuğunun acımasız babaya tipik tepki olarak erkeksi-sert karakter geliştirdiğini görüyoruz. Her daim hazırda bekleyen penis kıskançlığı etkinleştirilir ve egonun karakter değişimine uğramasıyla erkeklik kompleksine dönüşür. Bu durumda sert, erkeksi-saldırgan özellik, babanın sevgisizliğinden veya sertliğinden ötürü bastırılmak zorunda kalman babaya yönelik çocuksu-kadınsı yaklaşıma karşı zırhlanma işlevi görür. Buna karşılık baba yumuşak ve sevecen idiyse, küçük kız nesne sevgisini (tensel bileşenleri katmadan) büyük ölçüde koruyabilmiş, hatta geliştirebilmiştir; babayla özdeşleşmek zorunda kalmamıştır. Gerçi genelde bu kızda da penis kıskançlığı vardır ama heteroseksüel alanda engellemeler nispeten az olduğu için karaktere etkisi olmamıştır. Görüyoruz ki şu veya bu kadında penis kıskançlığı olduğu iddiası hiçbir şey ifade etmez. Önemli olan bu kıskançlığın karakter ve belirti itibariyle etkisidir. Bu tipte belirleyici olan, egoda anneyle özdeşleşmenin gerçekleşmiş olmasıdır; özdeşleşme “kadınsı” olarak tanımlanan karakter özelliklerinde kendini gösterir. Bu karakter yapışırım korunması, ergenlikte çok kısa sürede dişiliğin daimi temeli olarak vajinal erotiğin eklemlenmesi şartına bağlıdır. Bu yaşta babanın veya ideal baba örneklerinin yarattığı yoğun düş kırıklıkları, çocuklukta gerçekleşmemiş olan erkeksi özdeşleşmeyi teşvik edebilir, uykuda olan penis kıskançlığım etkinleştirebilir ve böylece sonradan erkeksi karaktere dönüşmeye yol açabilir. Bu durumu, heteroseksüel arzularını ahlâki nedenlerle (ahlâkçı, otoriter anneyle özdeşleşme) bastıran ve böylece erkeklere yönelik hayal kırıklıklarını tetikleyen kızlarda çok sık görüyoruz.

Vakaların çoğunda bu tür dişi karakterler histerik mizaç geliştirmeye meylederler. Genital cinselliğin sürekli olarak nesneye yönelmesi (cilve) ve iş ciddileşir gibi olunca genital kaygı geliştirilerek geri çekilmesi (histerik genital kaygı) durumu mevcuttur. Kadındaki histerik karakter, kendi genital arzularına ve nesnenin erkeksi saldırganlığına karşı koruma işlevi görür. Analizlerimizde karşılaştığımız özel bir durum, katı annelerin karakter açısından ne erkeksi ne de kadınsı olan, tam tersine çocuksu kalan veya yeniden çocuksulaşan kız evlatlar yetiştirmeleridir. Anne çocuğa çok az sevgi göstermiştir, anneye karşı sevgi-nefret çatışması önemli ölçüde nefret lehine ağır basmış, çocuk bu nefretin barındırdığı tehlikelerden ötürü cinsel gelişimin oral evresine geri çekilmiştir. Kız çocuk genital düzeyde anneden nefret eder, nefreti bastırır ve oral yaklaşımı benimsedikten sonra nefreti anneye yönelik tepkisel sevgiye ve felce uğratan bir bağımlılığa dönüştürür. Bu tür kadınlar yaşlıca veya evli kadınlara karşı tuhaf bir yapışkan davranış geliştirirler; mazoşist biçimde onlara bağlanırlar, pasif eşcinsel eğilim gösterirler, ileri yaştaki kadınların himayesine girerler, erkeklere pek az ilgi geliştirirler; bütün varlıklarına “bebeksi tavırlar” egemendir. Diğer her karakter tutumu gibi bu tutum da bastırılmış arzulara karşı zırhlanma ve dış dünyadan gelen uyaranlara karşı korunmadır. Burada karakter anneye yönelik yoğun nefret eğilimlerine karşı oral savunma işlevi görür. Bu eğilimlerin arkasında derinlerde erkeğe yönelik yine savuşturulmuş normal kadınsı yaklaşım yatar; bu yaklaşımı keşfetmek genellikle çok zordur. Buraya kadar göz önünde bulundurduğumuz tek olgu, engelleyen eğitici kişinin cinsiyetinin karakterin biçimlenmesinde asıl önemi haiz olduğuydu; bu bağlamda kişinin karakterine yalnızca “katı” ve “yumuşak” etkide bulunması açısından değindik. Ancak çocuğun karakterinin oluşumu belirleyici olan başka bir açıdan da anne babasının mizacına (ki bunu da zamanında genel ve özel sosyal etkiler belirlemiştir) bağlıdır. Resmi psikiyatrinin kalıtsal olarak nitelendirdiği olguların (ki bunları izah edememektedir) çoğunu yeterince derine inerek analiz ettiğimizde, bunların erken yaşta çatışmalı özdeşleşmelerin sonucu olduğu ortaya çıkmaktadır. Tepki biçimlerinde kalıtsal yatkınlığın rolünü yadsımıyoruz. Sonuçta yeni doğanın bile “karakteri” vardır. Ancak biz ortamın etkisinin belirleyici olduğunu düşünüyoruz. Var olan bir yatkınlığın geliştirilmesini, güçlendirilmesini veya gelişmesine hiç izin verilmemesini ortam belirler. Belirli bir yaşa kadar belli tepki biçimleri sergilendiğinin ama o yaştan sonra tamamen farklı bir karakter gelişimi gösterildiğinin analizle ispatlandığı vakalar, karakterin doğuştan olduğu görüşünü en güçlü şekilde çürütmektedir. Örneğin hasta önceleri kolay heyecanlanan ve coşan biri iken sonradan depresif veya önceleri fevri ve hareketli iken sonradan sessiz ve tutuk olmuştur. Bununla birlikte büyük olasılıkla kişiliğin belli bir temel özelliği doğuştan mevcuttur ve değişmesi pek mümkün değildir. Kalıtsal etmenlere gereğinden çok vurgu yapılmasının nedeni kuşkusuz, eğitimin etkileri doğru değerlendirildiğinde yapılacak eleştirinin yol açacağı sonuçlardan bilinçsiz olarak çekinilmesidir. Bu tartışmalı konu ancak, önemli bir resmi makam toplu deney yapmaya karar verip örneğin anne babaları psikopat olan 100 çocuğu doğumdan hemen sonra ayırarak düzgün bir eğitim ortamma yerleştirir ve elde edilen sonuçlan psikopatik ortamda yetişen başka 100 çocuğa ilişkin verilerle karşılaştırırsa nihai olarak açıklığa kavuşabilir.

Temel karakter yapılarına ilişkin olarak buraya kadar sunulan taslaklara bir kez daha kısaca göz attığımızda, hepsinin ortak yönünün, anne baba-çocuk ilişkisindeki çatışmalarla başlamaları, bu çatışmaları özel bir şekilde halletmeleri ve aynı zamanda geleceğe dönük olarak korumaları olduğunu görüyoruz. Bir keresinde Freud ödipus kompleksinin iğdiş edilme kaygısı yüzünden battığım saptamıştı. Bu saptamaya şunu ekleyebiliriz: Gerçi kompleks batar ama başka bir biçimde yeniden ortaya çıkar; kısmen kompleksin ana hatlarını çarpıtılmış şekilde sürdüren, kısmen de temel unsurlarına karşı tepki oluşumları teşkil eden karakter tepkilerine dönüşür. Özet olarak ayrıca, nevrotik karakterin yalnızca içerik değil biçim bakımından da aynen belirti gibi tavizlerden inşa edilmiş olduğunu söyleyebiliriz. Çocukluktaki dürtü isteklerini ve aynı veya farklı gelişim evrelerine ait savunmayı içerir. Çocukluktaki ana çatışma, belli bir biçimde ortaya çıkan tutumlara dönüşmüş olarak, kronikleşmiş otomatik tepki biçimlerinde varlığını sürdürür; bu tutumların daha sonra analiz tedavisiyle tepki biçimlerinden çözülüp çıkarılması gerekir. Beşeri gelişimin bir evresine ilişkin bu kavrayış, Freud’un bir keresinde ortaya attığı bir soruyu cevaplamamızı sağlıyor: Bastırılmış içerik hangi biçimde korunuyor, çifte kayıt olarak mı, anıların bıraktığı izler olarak mı yoksa başka türlü mü? İhtiyatla yaklaşarak şu sonucu çıkarabiliriz: Çocuklukta yaşananların karaktere işlenmeyen kısımları duygu yüklü anı izleri olarak, dönüştürülerek karakterin parçası haline gelmiş olan kısımları ise güncel tepki biçimleri şeklinde korunmaktadır. Bu anlaşılması güç bir süreç olsa da, “işlev olarak varlığını sürdürme” olgusundan kuşku duyulamaz, çünkü analiz terapisinde bu tür karakter işlevlerini yeniden asıl bileşenlerine ayırmayı başarıyoruz. Burada örneğin histerik bellek kaybında olduğu gibi batmış bir şeyin yüzeye çıkarılması değil, bir kimyevi maddenin bir terkipten çıkarılarak yeniden elde edilmesi ile karşılaştırılabilecek bir süreç söz konusudur. Bazı ağır karakter nevrozu vakalarında yalnızca içerikleri analiz ettiğimizde ödipus çaüşmasını ortadan kaldırmayı niçin başaramadığımızı da şimdi daha iyi anlıyoruz. Bunun nedeni, çatışmanın şimdiki zamanda hiçbir şekilde mevcut olmayıp, yalnızca şekli tepki biçimlerini analizle çözmek suretiyle elde edilebilecek olmasıdır. İdeal tiplere ilişkin olarak izleyen bölümlerde yer alan ve spesifik olarak hastalıklı ruhsal dinamiklerin, spesifik olarak gerçeklerle başa çıkabilen ruhsal dinamiklerden izole edilmesine dayanan sınıflandırmalar yararsız kuramsal meşgaleler olmaktan çok uzaktır. Bilinçli hedefimiz, bu sınıflandırmalara dayanarak eğitim alanına uygulanabilir hedefler sunabilecek bir ruhsal ekonomi kuramı elde etmektir. Böyle bir ruhsal enerji ekonomisi kuramını uygulamaya koyup teşvik etmek veya reddetmek elbette yalnızca toplumun bileceği iştir. Günümüz toplumu, cinselliği reddeden ahlâk anlayışı ve kitlelere asgari geçim standardını bile sağlamayan ekonomik yetersizliği nedeniyle bu tür olanakları dikkate almaktan da, bunları uygulama olanağından da çok uzaktır.

Çocukluğun ilk dönemlerindeki ebeveyne bağlılık ile mastürbasyonla mücadelenin, ergenlikte cinsel perhiz talep edilmesinin ve cinsel ilgilerin (bugün sosyolojik açıdan haklı olan) evlilik kurumu içine sıkıştırılmasının, cinsel ekonomi yönünden ruhsal dengenin sağlanması ve yürütülmesi için gerekli koşulların tam tersini teşkil ettiklerini peşinen belirtirsek durum hemen anlaşılacaktır. Egemen cinsel düzen kaçınılmaz olarak nevrozların karakterdeki temelini yaratmaktadır. Her türlü araçla savunulan günümüz ahlâkı cinsel ve ruhsal ekonomiyi olanaksız kılmaktadır. Nevrozlarla ilgili psikanaliz araştırmalarının sosyal alanla ilgili olarak vardığı katı sonuçlardan biri budur.

Wilhelm Reich
Kaynak: Karakter Analizi

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz