Korku saçan kadınlar olan Amazonlar, henüz Herakles iken Herkül’e karşı ve Truva Savaşı’nda da Akhilleus’a karşı savaşmışlardır. Erkeklerden nefret ederlerdi ve daha isabetli ok atabilmek için sağ göğüslerini keserlerdi. Amerika kıtasını boydan boya geçen büyük nehre Amazon adını veren kişi İspanyol konkistador- Francisco de Orellana’dır. Doğduğu noktadan denize döküldüğü yere kadar bu nehirde seyahat eden ilk Avrupalıdır. İspanya’ya eksik bir gözle döndü ve emrindeki askerlerin, çıplak bir halde saldıran, vahşi hayvanlar gibi kükreyen ve canları sevişmek istediğinde bir erkeği kaçırıp bütün gece onu öpücüklere boğduktan sonra şafak vakti öldüren savaşçı kadınların oklarıyla delik deşik edildiğini anlattı.
Meksikalı kadınlar
Huastek gecesinin tanrıçası, Meksika ayı Tlazolteotl, Azteklerin maço panteonunun içinde kendisine küçük bir yer edinebilmişti.
Anaların anasıydı; lohusaları ve ebeleri koruyor, tohumların bitki olmaya giden sürecini yönetiyordu. Aşk ve aynı zamanda da çöp tanrıçasıydı; dışkı yemeye mahkum edilmişti. Doğurganlığı ve şehveti cisimleştiriyordu.
Havva gibi, Pandora gibi Tlazolteotl’un suçu da erkekleri yıkıma sürüklemekti; O’nun gününde doğan kadınlar da, zevke mahkum bir halde yaşarlardı.
Toprak hafif sarsıntılarla ya da yıkıcı bir depremle sallandığında, hiç kimse şüphe duymazdı:
-Bu o, derlerdi.
Mısırlı kadınlar
Yunanistan’dan gelen Heredot, hiçbir nehrin ve hiçbir gökyüzünün Mısır’daki nehir ve gökyüzüne benzemediğini kanıtladı; aynı şey bu diyarın gelenekleri için de söylenebilirdi. Mısırlılar tuhaf insanlar; unu ayaklarıyla, çamuruysa elleriyle yoğuruyor ve ölen kedilerini mumyalayıp kutsal odalarda saklıyorlardı.
Ama en dikkat çekici olanı, kadınların erkekler dünyasındaki konumuydu. İster soylu olsun ister plep, bütün kadınlar isimlerini ya da mallarını kaybetmek zorunda kalmadan özgürce evleniyorlardı. Eğitim, mülkiyet, iş ve miras sadece erkeklerin değil onların da hakkıydı ve erkekler evde sepet örerken pazara gidip alışverişi yapanlar kadınlardı. Heredot’a göre -ki bu sağlam bir uydurmacaydı- onlar ayakta, erkeklerse oturarak işiyorlardı.
Ibrani kadınlar
Eski Ahit’e göre Havva’nın kızları ilahi suçun cezasını çekmeye devam ediyorlardı.
Zina yapanlar, büyücüler ve evlenene kadar bekâretini korumayanlar taşlanarak ölebiliyorlardı; din adamlarının kızı olup da fahişelik yapanlar odun ateşini boyluyorlardı; ve ilahi yasa, kendisi ya da kocasını koruma maksadıyla bile olsa, bir erkeği testislerinden yakalayan kadının elinin kesilmesini emrediyordu.
Erkek bir çocuk doğuran kadın kırk gün boyunca kirli kabul ediliyordu. Eğer doğan bebek kızsa bu süre seksen güne çıkıyordu.
Regl olan kadın yedi gün, yedi gece boyunca kirli kabul ediliyor ve bu kirlilik, ona ya da onun oturduğu iskemleye ya da onun uyuduğu yatağa dokunan herkese geçiyordu.
Hintli kadınlar
Güneşin, suyun ve tüm yaşam kaynaklarının anası olan Mitra, doğumundan itibaren hep tanrıçaydı. Ancak, Babil’den ya da Pers ülkesinden Hindistan’a gelince, tanrıçalıktan tanrılığa dönüşmek zorunda kaldı.
Mitra Hindistan’a geleli kaç yıl oldu ve orada kadınlar hâlâ pek hoş karşılanmıyorlar. Erkeklere göre daha az sayıda kadın var. Bazı bölgelerde on erkeğe karşılık sekiz kadın var. Dünyaya yaptıkları yolculuğu tamamlayamadan annelerinin karnında ya da doğum esnasında boğularak ölenlerin sayısı çok fazla.
Bu durumu düzeltmekten ziyade bazı uyarılarda bulunmakla yetiniliyor, zira Hint geleneğinin kutsal kitaplarından birinin ikazına göre bu kadınlardan bazıları çok tehlikeli olabilirmiş:
Şehvetli bir kadın zehirdir, yılandır, ölümdür ve aynı anda bunların hepsidir.
Güzel gelenekler kaybolmaya yüz tutmuş olsalar da, gayet iffetli kadınlara da rastlanmıyor değil. Gelenekler dul kadının da, kocasının ölü bedeninin yakıldığı ateşe kendisini atmasını emrediyor. Bunu yerine getirenlerin sayısı günümüzde çok az, ama bunu uygulayan birileri hâlâ var. Asırlarca ya da binlerce yıl boyunca bunu yapan çok sayıda kadın oldu. Ama bütün Hindistan tarihi boyunca, ölen karısının bedeninin yakıldığı ateşe kendini atan bir tek erkeğe bile rastlanmadı.
Çinli kadınlar
Birkaç bin yıl önce Çinli tanrıçalar tanrıça olmayı bıraktılar. Yeryüzünde çoktandır hâkim olan maço kudreti gökyüzüne de çeki düzen vermeye koyulmuştu. Tanrıça Shi Hi iki tanrıya bölünmüş, Tanrıça Nu Gua ise kadın kategorisine indirgenmişti.
Shi Hi eskiden güneşlerin ve ayların anasıydı. Gece gündüz süren zorlu yolculuklarının ardından oğullarına ve kızlarına tavsiyelerde bulunur ve onların yemeklerini verirdi. Shi ve Hi adında erkek tanrılar olarak ikiye bölününce, artık kendisi olmayı bıraktı ve ortadan kayboldu.
Nu Gua ortadan kaybolmadı, ama sadece kadına indirgendi. Oysaki geçmiş zamanlarda, yaşayan her şeyin yaratıcısı olmuştu: dünyayı ve gökyüzünü taşıyan sütunlar yapmak için büyük kozmik kaplumbağanın bacaklarını kesmişti,
dünyayı ateşin ve suyun felaketlerinden kurtarmıştı, aşkı icat etmiş ve erkek kardeşiyle birlikte otlardan büyük bir yelpazenin ardında kaybolmuştu,
ve yukarıdakileri sarı kille, aşağıdakileriyse nehir çamuruyla yoğurarak soyluları ve plepleri yaratmıştı.
Yunanlı kadınlar
Bir baş ağrısından bir tanrıça doğabilir. Mesela Athena babası Zeus’un baş ağrısından tomurcuklanmış, sonra da bu tomurcuk açılınca doğum tamamlanmıştı. Athena bir annesi olmadan dünyaya gelmişti.
Bir süre sonra, Olimpos’ta çok zor bir karar almak için toplanan tanrılar mahkemesinde Athena’nın oyu belirleyici olacaktı.
Elektra ve Orestes, babalarının intikamını almak için annelerinin boynunu bir baltayla kesmişlerdi.
Furialar savcılık görevini yapıyorlardı. Bir kraliçenin yaşamının kutsal olduğunu ve anasını öldüren kişinin affedilmesinin mümkün olmadığını ileri sürerek, katillerin taşlanarak öldürülmesini talep ediyorlardı.
Savunma işini Apollon üstlendi. Suçlanan kişilerin değersiz bir ananın çocukları olduklarını ve anneliğin en küçük bir önemi olmadığını ileri sürdü. Apollon’a göre bir anne, erkeğin tohumunu attığı tarladan başka bir şey değildi.
Jüride yer alan on.üç tanrıdan altısı, iki kardeşin suçlu olduğu yönünde fikir beyan ederken altı tanrı suçsuz olduklarına karar verdi.
Athena’nın oyu eşitliği bozacaktı. O bir anneye hiç sahip olmadığı için annenin aleyhinde oy kullandı ve Atina’da maço kudretine ebedi bir yaşam verdi.
Amazonlu kadınlar
Korku saçan kadınlar olan Amazonlar, henüz Herakles iken Herkül’e karşı ve Truva Savaşı’nda da Akhilleus’a karşı savaşmışlardır. Erkeklerden nefret ederlerdi ve daha isabetli ok atabilmek için sağ göğüslerini keserlerdi.
Amerika kıtasını boydan boya geçen büyük nehre Amazon adını veren kişi İspanyol konkistador- Francisco de Orellana’dır.
Doğduğu noktadan denize döküldüğü yere kadar bu nehirde seyahat eden ilk Avrupalıdır. İspanya’ya eksik bir gözle döndü ve emrindeki askerlerin, çıplak bir halde saldıran, vahşi hayvanlar gibi kükreyen ve canları sevişmek istediğinde bir erkeği kaçırıp bütün gece onu öpücüklere boğduktan sonra şafak vakti öldüren savaşçı kadınların oklarıyla delik deşik edildiğini anlattı.
Ve hikâyesine belli bir Yunan saygınlığı katmak isteyen Orellana, onların Tanrıça Diana’nın hayranlığını kazanmış olan Amazonlar olduklarını söyledi ve yurtlarının bulunduğu nehre onların ismini koydu.
Asırlar geçti, Amazonlarla ilgili başka hiçbir şey işitilmedi, ama nehrin ismi öyle kaldı. Böcek zehirleri, kimyasal gübreler, madenlerin cıvası ve teknelerin yakıtıyla her gün kirletilmesine rağmen nehir balıklar, kuşlar ve hikâyeler yönünden dünyanın en zengin suları olmayı sürdürüyor.
Eduardo Galeano
Aynalar / Neredeyse Evrensel Bir Tarih
Türkçesi: Süleyman Doğru, Sel Yayıncılık