İMGELEME (HAYAL KURMA) GÜCÜ ÜZERİNE – MONTAIGNE

“Fortis imaginatio generat casum” [“Güçlü bir hayal kurma olayı meydana getirir.”] der bilginler. Ben imgeleme (hayal kurma) gücünü kuvvetle hissedenlerden biriyim. Bu gücü herkes hisseder ama bazılarımız şaşkına döner bundan. Hayal kurma içime işler benim. Becerime gelince, ona karşı direnmek değil, kendimi ondan sakınmaktır. Sağlıklı ve şen kişilerin varlığıyla yaşamak isterdim. Başkalarının üzüntüsüne tanık olmak beni maddeten kederlendirir; duygularım çoğu kez başkalarının etkisinde kalır. Sürekli öksüren biri akciğerimi ve boğazımı rahatsız eder. Görevim gereği ziyaret ettiğim hastalara, fazla önemsemediğim insanları ziyaretten daha az zevk duyarak gidiyorum. İlgi duyduğum hastalık beni bulur, içime yerleşir. Hayal kurmanın, ona yol açan ve onu cesaretlendiren kişileri ateşler içinde bırakmasını ve ölüme götürmesini garip bulmam. Simon Thomas zamanının bir büyük hekimiydi. Ona akciğer hastası ihtiyar bir zenginin evinde rasladığımı hatırlıyorum. Kendi özgün iyileştirme yollarıyla onu tedavi ederken, benim birlikteliğimden yararlanmasını, gözlerini yüzümün tazeliğine, düşüncesini gençliğimden taşan zindeliğe ve güçlülüğe çevirmesini, duygularını benim içinde bulunduğum gelişme durumuyla doldurmasını, böylece iyileşebileceğini söyledi hastaya. Ama aynı zamanda da benim durumumun bundan kötüye gidebileceğini söylemeyi unuttu.

Gallus Vibius, kafasını deliliğin esasını ve belirtilerini anlamaya o derece verdi ki, aklını bir daha hiçbir zaman geri getiremeyeceği biçimde oynattı. Bilgelikten dolayı çıldırmış olduğuyla övünebiliyordu artık. Korkudan celladın eline zamansız düşen de vardır. Affa uğradığı bildirileceği sırada, hayal gücünün ani bir oyunuyla idam sehpasında kendini ansızın ölmüş bulan da. Hayal gücümüzün yarattığı sarsıntılarda bolca ter döker, titreriz, benzimiz atar ve kızarırız; yatağa düşmüş olarak, kimi kez bundan son nefesimizi verecek kadar bedenimizin çırpındığını hissederiz. Kaynayan gençlik ‘tam’ uykuda, aşk arzularının hülyasındaki ateşli konuşma, duyumsama, hareketlenmenin pek öncesinde kızışıp doyuma ulaşır:

“Öyle ki, onlar coşkun dalgalar halinde yayılır ve giysilerini bolca ıslatırlar.” (Lucretius, IV, 1035)

Yatarken boynuzları olmadığı halde, bunların gece çıktıklarını görmek de yeni bir şey değildir üstelik. Bir zamanların İtalya Kralı Cyppus olayı mesela; gündüz büyük tutkuyla boğa güreşlerinde bulunduktan sonra, bütün gece kafasında boynuzların oluştuğu bir rüya görür, Kroisos’un oğluna doğanın esirgemiş olduğu sesi ise duyarlılık sağlamıştır ona. Antiokhos da Stratonice’nin güzelliğinin ateşine kapılıp bununla ruhunu aleve verdi. Plinius, Lucius Cossitius’un düğün gününde kadınken erkeğe dönüşmüş olduğunu gördüğünü söyler. Pontano ve diğerleri de geçmiş yüzyıllarda İtalya’da benzer başkalaşımların meydana geldiğini anlatırlar. Annesinin ve kendisinin ateşli arzusuyla,

“Iphis, kızken beslediği istekleriyle oğlanlığı kazandı.” (Ovidius, Metamorphoses, IX, 793)

Victry le François’dan geçerken, Soissons Piskoposu’nun vaftiz sırasında Germain adını vermiş olduğu, tüm orada oturanların yirmi iki yaşına kadar kız olarak görüp Marie diye tanıdığı bir adamla karşılaştım. O zamanlar kaba sakallı ve yaşlıydı, hiç evlenmemişti. Uzun atlamaya çalıştığı sırada çaba gösterirken erkeğe özgü organlarının kendiliğinden oluştuğunu söyledi. Oranın kızları arasında birbirlerine Marie Germain gibi oğlan çocuğuna dönüşmemek için hızlı atlama sıçramalara kalkışmamalarını öğütleyen bir şarkı hâlâ ağızlarda dolaşıyordu. Bu tür bir olayın sıkça meydana gelmesi o kadar da hayret verici değildir; zira eğer hayal gücü böyle şeyleri yaratabiliyorsa, durmaksızın aynı düşüncelere saplanmamak ve arzunun şiddetine kapılmamak gerekir, yoksa erkeğe özgü organın kızlarda ortaya çıkması şaşırtıcı olmaz.

Bazıları Kral Dagobert’in ve Aziz Franciscus’un yara izlerini hayal gücüne atfeder. Hayal gücünün etkisiyle kimi kez bedenlerin yerlerinden çıktığı söylenir. Celsus, bir papazın ruhunu böyle bir hazzın tadını çıkarmaya bıraktığında, bedeninin uzun süre soluksuz ve duygusuz kaldığını anlatır. Aziz Augustinus, bir diğer hikayeden bahseder; acılı feryatlar duyması birden bayılmasına ve bilincini yitirmesine yeterli olduğundan, onu tekrar kendine gelinceye kadar sarsmak, bağırmak, çimdikleyip ateşle yakmak gerekirmiş. Sonradan o sırada sesler işitmiş olduğunu, bunlar uzaktan geldiği halde sıcaklıklarını ve ısırıklarını fark ettiğini söylüyordu. Duyarlılığına karşı bilinçli olarak gösterilmiş bir direnç değildi bu; o sırada ne nabzı atıyor, ne de soluk alıyordu.

Mucizelerin, saplantıların, harikaların ve böyle olağanüstü düşüncelerin etkisinin özellikle basit, daha zayıf ruhlara karşı harekete geçen hayal gücünden ileri gelmesi mümkündür. Bu kişiler öylesine güçlü bir inanca kapılır ki, görmediklerini gördük sanırlar.

Bence dünyamızın çok benimsemiş olduğu erkeklik bağlama büyüsü ile ilgili şakalar da bu korku ve çekingenliğin ürünüdür. Zira deneyimlerle kendimden yanıtlayabildiğim kadarıyla biliyorum ki, kendinde hiçbir zayıflık kuşkusu olmayan ve aynı zamanda aklı başında biri, başından geçen olağanüstü bir olayı anlatan bir arkadaşını dinledikten bir süre sonra, benzer bir rastlantıyla durup dururken bu öyküden duyduğu dehşetle benzer duruma düştü; ve bu olayın hayal gücünü sarsması ve etki altına almasıyla aynı kaderi paylaştı. Bu kişi çılgınlığının ilacını bir başka çılgınlıkta buldu. Yani durumunu kabul edip itiraf etti. Başına gelen felaketi haykırarak ruhunu sakinleştirdi. Böylece daha az baskı görüyor, ruhunun gerginliğini hafifletiyordu. Her fırsatta hayal gücünün seçiminden ve sarmalından kurtulmuş olarak, bedeni en iyi durumdayken bir başkasının izlenimini önceden sınayıp anlayarak ve bastırarak kendini bu rahatsızlıktan kurtardı. Ve eski normal haline döndü.

Bir kez yetilen bir kişiyle, bir daha başarısız olunmaz, gerçek bir güçsüzlük söz konusu olmadığı sürece…

Bu musibet ancak ruhumuzun arzu ve tasa arasında tereddütte kaldığı girişimlerde korkulası hale gelir ve özellikle de olaylar beklenmedik bir şekilde ve hızla geliştiğinde bu rahatsızlıktan kurtulmanın yolu yoktur. Birini tanıyorum, bu kişi aşırı tutkunluğun hararetini yatıştırmak için zaten doygunluğa ulaşmış bedenini bu durumdan yararlanarak yatıştırdı, yaşı gereği daha az iktidarsız oldu çünkü daha az iktidarlıydı. Bir başka tanıdığım da, bir dostunun kendisine sağladığı birçok karşıt büyüye güvenerek bu gücü korumuş. İyisi mi size bunun nasıl olduğunu söyleyeyim. Üst düzey bir mevkiden, çok yakınım bir kont güzel bir kadınla evleniyordu, kadının tören sırasında biri tarafından takip edilmesi dostlarını tedirgin ediyordu; bu durum özellikle de nikâh törenini evinde yapan ve yöneten akrabası yaşlı kadına büyük huzursuzluk veriyordu. Yaşlı kadın, bana anlattığına göre, büyüden yani erkekliğinin bağlanmasından kuşkulanıyordu. Bana güvenmesini söyledim. Şans eseri bavullarımdan birinin üzerinde güneş çarpmasına karşı etkili ve baş ağrısını gideren semavi şekiller kazınmış küçük bir altın para bulunuyordu. Başın üstüne konuyordu; onu orada tutmak için çenenin altından bağlamaya yarayan bir kurdelesi vardı. Sözünü ettiğimiz olay kadar saçmaydı yani. Bu eşsiz hediyeyi bana Jacques Peletier vermişti. Bunun neye yaradığını ortaya çıkarmayı düşündüm. Kont’a herkes gibi kötü bir talihe sahip olabileceğini, ama korkmadan yatmaya gitmesini, kesinlikle gizli tutacağına dair onur sözü verirse dostluk gösterip elimden gelen bir mucizeyi ondan esirgemeyeceğimi söyledim. Gece yemeği kendisine götürüldüğü sırada kendini rahatsız hissederse beni bundan haberdar edecekti sadece. Hayalindeki huzursuzluğa o kadar bağlanmış, kendini ruhuyla ve duygularıyla buna o derece kaptırmıştı ki, ancak başıyla kabul ettiğini bildirdi bana. O zaman ona hemen ayağa kalkmasını, oyun oynar gibi birbirimizi kovalarken üzerimde bulunan gece entarisini (ikimiz hemen hemen aynı ölçülere sahiptik) alıp giymesini söyledim. Dediğimi yerine getirdiği sırada birlikte dışarıya çıkmış olacaktık; o, işeyecek, üç kez belirli bir duayı okuyacak, belirli hareketleri yapacaktı. Bu üç aşamalı eylemlerin her birini yerine getirip eline verdiğim kurdeleyi beline bağladı; kurdeleye tutturulmuş madalyayı böğürleri üzerine özene bezene yerleştirdi. Kurdelenin çözülmeyeceği, yerinden oynamayacağı, amacına ulaşmasına uygun iyice güvencede olacağı şekilde yapıldı bu işlem. Kont, doğal olarak, ikisine de ulaşacağı şekilde gecelikle kurdeleyi yatağının yakınında bir yere koymayı unutmadı. Düşünce gücümüz bu karmaşık bilimin pek garip çarelerinden ayrışamadığı için bu maskaralıklar oluyordu. Saçmalıkları ağırlık ve saygınlık verir bunlara. Kısacası, tılsımlarımın güneş sisteminden ziyade cinsel alemden, yasaklamadan ziyade bunu etkin kılmadan yana oldukları belli oldu. Tabiatımdan uzaklaşmış olarak beni böyle bir şey yapmaya sevk eden, anlık ve garip bir ruh hali, maraca bağlı bir istekti. Hileli ve sahte eylemlerin (büyücülük ve gizem işlerinin) düşmanıyım, faydalı olacak olsalar dahi, aynı zamanda çıkarcı olan bu kurnazlıklardan nefret ederim. Eylemin kendisi değilse bile, yolu kötüdür.

Mısır Kralı Amasis, güzel Yunan kızı Laodice ile evlendi; başka her yönden nazik bir koca portresi çizmesine rağmen, eşiyle cinsel anlamda sorun yaşıyordu. Bunun büyüden kaynaklandığını düşünüp genç kadını ölümle tehdit etti. Bu tür şeylerin hayal gücüne dayandığı düşünüldüğü için, genç kadını da ibadete sevk etti; yalvarıp yakararak Venüs’e dilek ve adaklarını sunduktan hemen sonra ilk geceden itibaren yeteneklerinin tanrısal bir biçimde tekrar bağışlandığını gördü. Kadınlar, biz tam ateşli bir hale gelmişken çatık kaşlı, kavgacı ve kaçamak tutumlarıyla karşımıza çıkmakla hata ediyorlar. Pythagoras’ın gelini bir erkekle yatan kadının etekliğiyle birlikte utancı da bir yana bırakmasını, daha sonra onu iç çamaşırıyla almasını söylerdi. Saldırıya hazır yürek, çeşitli tehlike alemetleriyle kolayca sönüyor; düş gücü onu bir kez egemenliği altına alınca kötü bir başlangıç yapıyor ve bu tatsız kaza sonraki girişimlerde de yakasını bırakmıyor.

Yeni evliler, zaman tümüyle onların olduğundan dolayı, eğer hazır değillerse ne telaş etmeli, ne de bir girişimde bulunmalıdırlar. Hareketlilik ve ateşlilikle yüklü zifaf gecesini pervasızca sıkıntıya sokmaktan ve güçsüzlüğe uğrayıp sürekli tekrarlanan bir mutsuzluğa düşmektense, daha özel rahatlığı olan ve daha az telaşlı bir gece ya da bir diğer gece beklenmelidir. Kadına ilk sahip oluştan önce, kusurlu kişi kendini gayrete getirmeksizin kesinlikle nefsini uyarmaya çalışmadan üste varmalı, çeşitli zamanlarda hafifçe deneme ve sunuşta bulunmalıdır. Uzuvlarının sakin doğasını bilen kişiler, hayal güçlerinin aldanmasına karşı özen göstersinler sadece.

Bu organda başına buyruk özgür bir tavır görürüz. Hayatımıza tedirgin edici bir şekilde karışır; ona gereksinmemiz olduğunda bizi güçsüz bırakır, isteklerimize inat ve ısrarla itiraz eder. Her seferinde onun başkaldırısı sertçe eleştirilse ve bundan onun suçluluğuna kanıt ortaya çıkarılsa da, davasını savunmak üzere beni kendine bağlamıştır bu organ. Bu varsayımlı tartışmada, zevkteki önemi ve işlevindeki tatlılık nedeniyle, öteki organları, onu kalkındırması gereken yoldaşlarını, herkesi düzene getirip de kötü yüreklilikle ortak hatalarının tek suçlusu olarak onu itham etmelerinden dolayı kuşkuyla karşılıyorum. Bedenimizde, çoğu kez hareketi irademize karşı olmayan bir organ var mı acaba? Organların her birinin, bizim iznimiz olmaksızın onları uyandıran ve uyutan özgün tutkuları bulunur. Yüzümüzün istemeyerek yaptığı hareketler gizli tuttuğumuz düşünceleri kaç kez açığa vurur ve bizi ele verir? Bu organı harekete geçiren neden, onayımızı almaksızın kalbi, akciğeri ve nabzı da harekete geçirir. Hoşa giden bir nesnenin görünümü içimize fark ettirmeden ateşli bir duygunun alevini yayar. Sadece irademizin değil, aynı zamanda düşünce gücümüzün rızası olmaksızın gerilip yatışan şu kaslar ve damarlar yok mudur? Saçlarımızın diken diken olması ya da derimizin arzudan veya korkudan ürpermesi için komut vermeyiz. Elimiz sık sık uzatmadığımız yere yönelir. Dil titreşir ve ses çıkarma süresinde belirli durumda kalır. Bu arada, yiyecek hiçbir şeyimiz olmadığı ya da isteklerin önüne geçtiğimiz halde, yeme ve içme duygusu kendilerine bağlı bölümleri etkilemeyi bırakmaz; bu iştah az ya da çok ancak kendi istenciyle bizi terk eder. Karnı boşaltmaya yarayan aletler onayımızın dışında ve bize rağmen, kendi özgün genişleme ve sıkıştırma hareketlerine sahiptirler; aynen şu böbreklerimizi boşaltmaya yarayan organlarımızdaki gibi. Aziz Augustinus, irademizin mutlak gücünü yetkin kılmak için gerisine istediği sayıda yellenme komutu veren bir adamı gördüğünü anlatır. Onun yorumlayıcısı Vives ise, yellenmelerin önceden belirlenen bir tonda çıkarılabileceğini; zira, bu durumda başka türlüsünün çok daha saygısızca ve patırtılı olacağını, ama buna tamamen hakim olmanın da imkansız olduğunu söyler. Buna bağlı olarak, kendi zamanındaki bir başka örneği buna ilave edersem; patırtıcı ve huysuz birini biliyorum; efendisi kırk yıl ısrarla ve sürekli soluk alırcasına yellenmesini önerir ona, adamın ölümüne kadar sürer bu.

Ama biz kendi irademizi, başkaldırdığı ve isyan ettiği için suçlamıyoruz. İrademiz hep bizim isteğimizi mi istiyor? Ondan istemeyi men ettiğimiz şeyi, açıkça aleyhimize olduğu görüldüğü halde sıkça istemez mi? Aklımızın çıkardığı sonuçlara yönelmeye razı olur mu? Sonuçta, onun bu vakada durumu suç ortağınınkiyle ayrılmaz biçimde özdeşleşmiş olsa da, asıl saldırıya uğrayanın sadece kendisi olduğu ve bu saldırıda bağlantısı bulunması olanaksız hususlar dikkate alındığında, müvekkilim adına yapılan tartışmalı suçlamalar üzerinde derinliğine düşünmenizi istiyorum sizden. Böylece, suçlayanların ona diş bilediği ve haksız oldukları ortaya çıkar. Ne olursa olsun, varsın avukatlar ve yargıçlar tartışıp hüküm versin, onlara karşı çıkan doğa yolunu bulur yine de. Doğa bu organa, ölümlülerin tek ölümsüz eserinin yapımcısına belirli özel ayrıcalık bağışladığı zaman akıllılık etmiştir. Bu nedenle, Sokrates’e göre üreme tanrısaldır; aşk, ölümsüzlük arzusu ve Daemon kendiliklerinden ölümsüzdür.

Örneğin işte biri, hayal gücünün etkisi altında yol arkadaşının İspanya’ya getirdiği hastalığı burada bırakıyor. Bu nedenle, böyle şeylerde aklın ‘hazırlıklı’ bulunması istenir. Hayal gücünün etkisi iksirlerin düzmeceliğinin yerini doldurmasaydı, hekimler bunca aldatıcı iyileştirme vaadinden önce neden hastalarının güvenini kazanmaya çalışsınlar? Onlar, bu mesleğin ustalarından birinin insanların verdiği nasihatı bilir; sadece hekimin kendisini görüp de iyileşen hastalar vardır.

Bütün bu hadiseler, bana babamın hizmetinde bulunan ve meslek aşkıyla yanan bir eczacının anlattığı öyküyü anımsattı. Basit ve yalanı sevmeyen bir milletten, İsviçreli olan bu adam, uzun zaman önce hastalıklı ve bünyesinde taş bulunan, taş düşürmek için sıkça şırıngaya gereksinim duyan ve hastalığının seyrine göre hekimlere çeşitli şırıngalar ısmarlayan Toulouselu bir tüccar tanımış. Bunlar getirildiğinde alışılmış adetlerin hiçbiri ihmal edilmiyormuş; İşte hasta yatar, yüzükoyun dönermiş; her şey usulünce yapılırmış ama iğne yapılmazmış. Bu merasimden sonra eczacı çekip gider, hasta da gerçekten şırınga yapılmış gibi rahatlarmış. Tedavi yapılmışçasına aynı etkiyi duyumsuyordu hasta. Hekim bu etkiyi yeterli bulmazsa, ona aynı şekilde güya iki ya da üç şırınga daha yapıyordu. Tanığım kişinin yemin ettiğine göre, masraftan kaçınmak için (zira adam şırıngalar yapılmış gibi ücretlerini ödüyordu) hastanın karısı kimi zaman şırınganın içine sadece ılık su koyuyormuş ama durum anlaşılınca; her seferinde birinci yönteme dönülmesi gerekiyormuş.

Ekmeğiyle birlikte bir iğne yuttuğunu sanan bir kadın, iğnenin takılıp kaldığını düşündüğü midesindeki dayanılmaz bir sancıyla bağırıyor ve acılar içinde kıvranıyordu; ama dışarıdan ne bir şişme, ne de başka bir belirti olduğundan aklı başında biri, bunun sadece bir hayal ve bir boş inanç olduğu, bir ekmek parçasının geçerken boğazı tahriş ettiğinin farkına varıp kadını kusturdu ve gizlice kusmuğun içine eğrilmiş bir iğne attı. Bir süre düşündükten sonra kadının aklı yattı buna, kendini çok geçmeden sancıdan kurtulmuş hissetti. Soylu bir kişinin birçok dostunu evine davet edip, üç dört gün sonra oyun olsun diye (çünkü böyle bir şey yoktu) onlara yalandan yemekte kedi eti yedirdiğini söylediğini bilirim. Bunun üzerine davetlilerden bir genç hanım öyle bir dehşete düştü ki, büyük bir mide rahatsızlığıyla ateşlendi ve onu kurtarmak mümkün olmadı. Hayvanlar bile insanlar gibi hayal gücünün etkisinde kalabilirler. Sahiplerinin ölüm acısıyla kendilerini ölüme terk eden köpekler tanıklık eder buna. Köpeklerin rüya görürken uluduklarını ve çırpındıklarını, atların kişnediğini ve tepindiğini görürüz.

Ama tüm bunlar, aklın ve bedenin başlarına gelen olayları ortaklaşa birbirine ileterek oluşturdukları söylenebilir. Hayal gücünün, sadece kendi bedenine değil, başkasının bedenine karşı harekete geçmesi ise başka bir şeydir. Böylece bir beden hastalığını tümüyle komşusuna aktarır, kendinde gördüğü gibi veba, çiçek hastalığı ve gözlerindeki rahatsızlık birinden ötekine geçer:

“Hasta gözlere bakan gözler de hastalanır ve birçok hastalık bir bedenden bir diğerine bu şekilde geçer.” (Ovidius, De remerdio amoris, 615)

aynı şekilde şiddetle uyarılmış hayal gücü, uzaktaki nesneyi vurabilecek bakışlar fırlatır. Eski çağlarda birine karşı kızıp öfkelenen İskit kadınlarının tek bir bakışta onu öldürdüğüne inanılırdı. Kaplumbağalar ve devekuşlarının yumurtalarını bir bakışla döllerler, bu da onların gözlerinde dölleme yeteneği olduğunu düşündürtürmüş. Büyücülere gelince, onların kem ve kahredici gözleri olduğu söylenir,

“Bilmiyorum hangi göz benim nazlı kuzularımı büyüledi.” (Virgilius, Çoban Türküleri, III, 103)

Benim için onlar sihirbazlardan daha kötüdürler. Bir zenci çocuk doğuran annenin kanıtladığı gibi, hayal güçlerinin belirtilerini karınlarında taşıdıkları çocuklara aktaran nice kadını deneyimlerimizle görürüz. Piza yakınlarında oturan, annesinin karyolasında asılı Ermiş Jean Babtiste tasviri yüzünden hamile kaldığını söyleyen, tüylü ve sert sakallı bir kız, Bohemya Kralı ve İmparator Charles’ın huzuruna getirildi. Hayvanlarda da durum böyledir; dağda karın beyazlattığı Yakup’un koyunları, keklikler ve tavşanlar buna delildir. Son olarak evimde bir kedinin ağacın tepesindeki bir kuşu gözetlerken, bir süre aralarında dikkatlice bakıştıktan sonra kuşun kendini ölmüş gibi yere bıraktığını gördüm; kuşun ya kendi hayal gücüyle başı dönmüş ya da kuş kedinin bir tür çekim gücüyle kendini onun pençelerine bırakmıştı. Alıcı kuşlarla avlanmayı sevenler, şahinle avlanan bir kişinin kuşunun havadaki bir avı ısrarlı bir bakış gücüyle aşağıya indirebileceğini söylediği ve söylediğini de yaptığı öyküsünü duymuşlardır.

Buraya aldığım öykülerin sorumluluğunu bunları bulan kişilere bırakıyorum. Düşünceler bana aittir ve deneyime değil mantıksal kanıtlara dayanır; isteyen herkes bunlara kendi örneklerini ekleyebilir. Eğer iyi yorumlamıyorsam, benim yerime başkası yapsın bunu.

İçinde mizaçlarımızın ve duygularımızın bulunduğu, ele aldığım konularda kullanılmış olan öyküler, tanıklıklarda gerçek olarak kabul edilirler. Roma’da ya da Paris’de geçmiş, ya da geçmemiş olsun, Jean’ın ya da Pierre’in başına gelmiş ya da gelmemiş olsun, bu metinde yararlı bir biçimde öğrendiğim öykü bir şekilde her zaman insanların karşılaşabileceği bir örnektir. Onu görüyorum ve ondan doğrudan ya da dolaylı biçimde yararlanıyorum. Anlatılan öykülerde, çeşitli değişkenliklerden en nadir ve en hatırlanabilir olanı amacımda kullanmak üzere alıyorum. Olayları anlatmayı amaç edinmiş olan yazarlar vardır. Benimki, eğer başarabildiysem, başa gelmesi mümkün olanı söylemekti.

Okullarda, asılları bulunmadığı zaman benzerliklerden yararlanmak kabul gören bir davranıştır. Bana gelince, ben böyle yapmıyorum; titiz bir şekilde tarihsel gerçekliğe bağlıyım. Olaylarla ilişkin burada vermiş olduğum örneklerde en hafif ve en küçük değişiklik yapmayı kendime yasakladım. Bilincim en küçük bir şeyi çarpıtıp değiştirmez; ama bilgim için birşey diyemem.

Bu konuda bazen kendime tarihi yazmanın bir din bilginine, bir filozofa, bu nadir ve güçlü vicdan ve bilgelik sahiplerine uygun olup olmadığını soruyorum. Sözlerini halkın sözlerinin üzerine nasıl koyar bunlar? Tanınmayan kişilerin düşüncelerine nasıl karşılık verilir, onların tahminlerine nasıl safça inanılır? Bunlar katılmış oldukları sayısız eylemle ilgili bir yargıç karşısında yeminli tanıklık yapmayı reddederlerdi kuşkusuz. Ve onların tam olarak niyetlerini bildiklerini öne sürebilecek derecede kendileriyle içli dışlı olan bir tek kişi bile yoktur. Bense geçmişteki şeyleri yazmayı bugünküleri yazmaktan daha az riskli buluyorum; yazar burada alıntı yaptığı bir gerçeğin hesabını verir sadece.

Bazıları, çeşitli çevrelerden önemli kişilerle olan ilişkilerim nedeniyle, bir başkasının tutkuyla gördüğünden daha az yanılarak ve daha yakından gördüğümü umut ederek benden günümüzün olaylarını yazmamı istiyor. Ama anlamadıkları şu ki Salluste’ün şanı uğruna bile bu zahmete katlanmazdım; zira ben, zorunlulukların, devamlılığın, direnmenin yeminli düşmanıyım. Bir birikimin anlatımı kadar tarzıma aykırı düşen başka hiçbir şey yoktur; sıkça soluğumun kesilmesiyle ara veririm, geçerli ne kurgulama, ne de olayı geliştirme kalır bende, en sıradan durumlarda kullanılan sözcüklerde ve tümcelerde bir çocuktan daha bilgisiz olurum.

Böylece malzemeyi gücüme uydurarak söylemeyi bildiğimi söylemekle yetinirim. Bana rehberlik eden bir konuyu ele alırsam, ölçüm onunkine uymayabiliyor. Tam bir özgürlük içinde, yasak ve cezalandırılabilir sayılmış olan yargıları, keyfime ve kendi fikirlerime göre yayınlayabilirim. Plutarkhos bu konuyla ilgili olarak bize şunları söylemiştir: Eğer örnekleri bütünüyle gerçeklere uygunsa, gelecek için yararlı ise, bugün bize doğruluğun (faziletin) yolunu aydınlatıyorsa, başkalarına ait bir eser olsa da, bizim eserimiz sayılır.

Hekimlikte kullanılan bir uyuşturucu durumunda olduğu gibi, eski bir öyküde bir şeyin şöyle veya böyle oluşu tehlikeli değildir.

Michel de Montaigne
Denemeler (I. Kitap)
Fransızcadan Çeviren:
Engin Sunar, Say yayınları

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz