Herkesin bildiği gibi ve özellikle de evliliğin görevleriyle ilgili şeylerde nicelikler yoktur. Çünkü buradaki, gerçekten de, bir kadının istencinin içinde uzun zaman saf kalabilmekte sıkıntılı olduğu bunca dikenli koşullarla dolu bir sözleşmedir. Burada erkeklerin durumu bir parça daha iyi olsa da, peşinen yapacakları çok fazla şey vardır.
İyi bir evliliğin mihenk taşı, gerçek kanıtı, sürekli olarak tatlı, dürüst ve hoş olmak koşuluyla bu birlikteliğin süresidir. Çağımızda kadın eşler kocalarına iyi hizmetlerinin sergilemesini ve sevgilerinin tutkusunu daha gönülden yapıyor – koca ortadan kalktığı zaman. Onlar o sırada en azından iyi niyetlerinin bir göstergesini vermeye çalışıyor. Geç kalmış, hatta yersiz bir gösteriş. Bu surette daha doğrusu ancak ölüleri sevdiklerini ispatlıyorlar. Yaşam çalkantıyla doludur; ölüm, aşk ve incelik… Babaların sevgilerini çocuklarından sakladıkları gibi, kadınlar da haysiyetli ve saygı değer bir tutumu muhafaza etmek için kocalarına karşı sevgilerini memnunlukla saklıyor. Bu gizlemeden hoşlanmıyorum. Kadınlar istedikleri kadar saçlarını yolup, yüzlerini tırmalısın, daha sonra ben bir oda hizmetçisinin ya da bir yazmanın kulağına fısıldayıp sorarım: “Nasıldı bunlar, birlikte nasıl yaşadılar?” Şu güzel söz her zaman hatırımdadır: “jactantius mœrent, quæ minus dolent.” [“Az kederi olanlar, en fazla gösterişli ağlar.” (Tacitius, Annales, II, LXXVII)]. Onların yaşayanlar için somurtma biçimi tiksinti verici, ölüler içinse önemsizdir. Sonradan gülmelere seve seve izin verilebilecektir; yeter ki yaşam sırasında bunlardan olsun. Yaşadığım sırada yüzüme tükürecek kişinin, artık yaşamda olmadığımda ayaklarımı yalamaya gelmesinde öfke uyandıran bir şeyler yok mu? Eğer bir kocaya ağlamakta bir parça onur varsa, sadece kocalarına gülen, içeride olduğu gibi dışarıda da, yaşamı süresince gözyaşı döken, öldükten sonra gülümseyen kadınlara aittir bu. O halde, bu buğulanmış gözlere, acındıran bu sese güvenmeyin; daha iyisi, büyük tül peçelerin altında şu baş duruşuna, şu tene, şu tombul yanaklara bakın. Çünkü kadın bu ayrıntılarla açık seçik konuşur. Bunda sadece gittikçe düzelen yalan söylemeyi bilemeyecek sağlığın payı azdır. Bu protokol düşkünü tavır geçmişi gelecek kadar ilgilendirmez; bir bakiye ödemesinden daha fazla bir kazançtır bu. Çocukluğumda bir hükümdarın hâlâ hayatta olan dul eşi, çok güzel ve çok namuslu bir hanım, dulluğun kurallarının izin verdiklerinden bilmem hangisinin daha fazlası giyim kuşamda bulunmuyordu. Ve bundan dolayı kendisini kınayanlara, “Artık yeni dostluklar aramadığımdan ve tekrar evlenmeye niyetim olmadığındandır bu” yanıtını veriyordu.
Alışkanlıklarla tamamen uyumsuz olmamak için, burada kocalarının ölümünü çevrelemek için iyiliklerini ve sevgilerini bunca gösteren üç kadından söz etmeyi seçtim. Ama buradakiler tutkunun yaşama son vermeye vardığı bir parça değişik örneklerdir.
Genç Pline’in İtalya’daki evinin pek uzağında olmayan bir yerde edep yerlerinde kendini göstermiş olan yaraların korkunç acı verdiği bir komşusu vardı. Onun uzun zamandır acı çektiğini gören karısı, herhangi birinden beklediğinden daha içtenlikle hastalığının durumunu söyleyebilmek için kendisini yakından ve özgürce incelemeye izin vermesini diledi. Kadın, bu izni aldıktan ve dikkatlice inceledikten sonra onun iyileşebilmesinin imkânsız olduğunu, bundan tüm bekleyebileceğinin pek uzun zaman acılı ve sıkıntılı bir yaşam sürdürmek olduğunu anladı. Böylece adama kökten ve en güvenilir bir ilaç olarak kendini öldürmesini tavsiye etti. Ve onu bu sert eylem için biraz zayıf bulduğundan dolayı da, “Sürüp giden ağrılarının beni daha az etkilediğini sanma, sevgilim; bundan kurtulman için sana önerdiğim ilacı kendim de kullanacağım. Hastalığında yaptığım gibi iyileşmende de yanında olmayı istiyorum. Korkularını unut ve bizi sıkıntılardan kurtaracak bu geçişte sadece zevk duyacağımızı düşün; birlikte giderken mutlu olacağız” dedi. Kadın bunu deyip, kocasının cesaretini pekiştirdikten sonra evlerinin denizin tam içine açılan bir penceresinden kendilerini atmalarına karar verdi. Ve tüm yaşamı boyunca kocasını sardığı bu yüce ve dürüst sevgiyi sonuna kadar korumak için, üstelik de onun kollarının arasında ölmeyi istedi. Ama kararlarının bozulmasından, sıkıca sarılışlarının düşmeyle korku yüzünden gevşemesinden çekinerek kendini kocasına bedenlerinin ortasından bağlattı ve bu şekilde kocasının dirliği için yaşamı terk etti.
Söz konusu bu eş basit bir düzeydendi. Ve bu türden kişilerin arasında, olağanüstü nitelikte bir eyleme rastlamak pek ender değildir;
“Adalet, yeryüzünü terk etmeden önce son adımlarını onların yanında attı.” (Virgilius, Georgiques, II, 473)
Sözünü edeceğim diğer ikisi soylu ve zengin düzeydendir – erdem örneklerinin daha nadir olduğu yerden.
Eski konsül Cecinna Pætus’un karısı Arria, Neron zamanında erdemiyle çok ünlü olan Thrasea Pætus’un karısı bir başka Arria’nın annesi olup, bu damatlık yüzünden Fannia’nın da anneannesiydi (adamlarla kadınların adlarının ve kaderlerinin benzerliği birçok kişiyi yanılgıya düşürür). Cecinne Pætus, yanında yer aldığı Scribonianus’un yenilgisinden sonra İmparator Claudius’un adamlarına esir düşünce, karısı Arria onu Roma’ya götürenlerden kendisinin daha az masrafa neden olacağını, kocasının hizmetinde gereksinim duyacağı çok sayıda kişi yerine oda, mutfak ve tüm öteki türden hizmetlerle meşgul olarak kendilerine daha az kaygı yaratacağını söyleyip gemiye alınmak için yalvardı. Ama adamlar bunu reddetti. O zaman, kadın hemen oracıkta kiraladığı bir balıkçı teknesiyle Slovanya’dan itibaren kocasını takip etti. Roma’ya vardıkları zaman, bir gün imparatorun huzurunda, Scribonianus’un dul karısı Junia kaderlerinin benzemesi dolayısıyla yanına içtenlikle yaklaşınca Aria onu kabaca iterek, “Scribonianus yanında öldürüldüğü, sen hâlâ yaşadığın halde ben seninle konuşayım, seni dinleyeyim ha?” Bu sözler, başka belirtilerle birlikte, akrabalarına onun kocasının elim kaderine dayanamadığı için intihar etmeyi tasarladığını anlattı. Ve damadı Thrasea ona, “Ne yani? Eğer benim kaderim de Cecinna’nınkine benzer olsaydı, kızınız olan karımın da aynısını yapmasını ister miydiniz?” diyerek yaşamına son vermemesi için yalvardı. “Nasıl ister miydim yani?” diye yanıtladı Arria, “Evet, evet isterdim bunu; eğer bunca uzun zaman ve benim kocamla olduğum kadar seninle güzel bir uyum içinde yaşamışsa.” Bu sözler onun için duyulan endişeyi artırıyor, davranışını daha yakından gözetim altında tutturuyordu. Arria, bir gün kendisini gözetim altında tutanlara, “Ne yaparsanız yapın, beni daha kötü öldürtebilirsiniz; ama ölmekten alıkoyamayacaksınız.” Ve üzerinde bulunduğu sandalyeden sertçe ileriye atılıp, en yakındaki duvara başı önde kendini attı; darbenin etkisiyle yere baygın ve ağır yaralanmış bir halde boylu boyunca düştü. Onu bir hayli güçlükle kendine getirmelerinden sonra kadın şöyle konuştu: “Size kesinlikle söylemiştim, rahat bir biçimde kendimi öldürmemi reddederseniz pek sıkıntılı olsa da başka bir yolunu bulacağım.” Ve işte bunca hayranlık uyandırıcı cesaretin nasıl sonuçlandığı. Kocası Pætus, imparatorun acımasızlığıyla onu zorlamasına rağmen ölüme gitmekte yeterli cesarete sahip olamadığından, kadın önce bu yönde kendine verilen akıllardan ve yüreklendirmelerden yararlanıp, günün birinde üzerinde bulundurduğu hançeri eline alıp cesaretinin sonucunu, “Böyle yap, Pætus!” diye dile getirdi ve aynı anda da göğsüne ölümcül bir darbe indirdi. Yarasından çekip çıkardığı hançeri ölürken ona şu soylu, yüce gönüllü ve ölümsüz sözlerle gösterdi: “Pœte, non dolet.” [“Pætus, hiç acıtmıyor bu.” (Genç Pline, Mektuplar, III, XVI)]. Kadının ancak pek derin anlama sahip şu üç sözcüğü söylemeye vakti oldu: “Bak, Pætus, bu acıtmıyor”,
“İffetli Aria, karnından çekip çıkardığı hançeri sevgili Pætus’una göstererirken, “İnan bana” dedi, “kendime indirdiğim darbe benim canımı hiç acıtmadı; senin kendine vuracağın darbeyse canımı acıtıyor, Paetus.” (Martial, I, XIV)
Arria’nın sözleri özgün biçimiyle çok daha canlı, hatta daha zengin bir anlamdadır. Zira aslında yaralar, kocasının ve kendi ölümü, bunda öneren ve esinleten kendisi olduğuna göre hemen hemen ona hiç acı verici olamazdı; ama bu soylu ve cesurca girişimi sadece kocasının çıkarı uğruna yerine getirdikten sonra, dahası ondan kendisini ölümde takip etme korkusunu kaldırmaya çalışarak yaşamının son eylemiyle kaygılanan da kendisidir. Paetus, kanımca bu pek pahalı ve pek değerli öğrenime gereksinim duymuş olmaktan utanç duyarak hemen aynı hançerle kendini vurdu.
Genç ve çok soylu bir Romalı hanım olan Pompeia Paulina, çok ileri yaşında bulunan Seneca’yla evlenmişti. Sevgili öğrencisi Neron, ölüme mahkûm edilişini bildirmek için zaptiyelerini Seneca’ya gönderdi. Bu, şu şekilde meydana geldi: Roma imparatorları bu çağda nitelikli bir kişiyi ölüme mahkûm ettikleri zaman, ona filan ya da falan sürede kendine uygun gelen ölüm şeklini seçmesi için, önceden işlerini düzene koymak üzere, arada sırada kızgınlıklarına göre mühletin kısalığı dolayısıyla bu olasılığı kaldırarak bazen çok kısa, bazen daha uzun bir vade tespit ederek resmi görevlileri aracılığıyla hükmü iletirlerdi. Eğer mahkûm buyruklarına direnirse, gerek kollarının ve bacaklarının damarlarını keserek olsun, gerek zehir içmeye zorlayarak olsun infaza yetenekli kişileri gönderirlerdi. Ama onurlu kişiler işi bu raddeye vardırmaz, bunun için kendi hekimlerinden ve cerrahlarından yararlanırlardı. Seneca, Neron’un zaptiyelerini sakin ve ciddi bir yüzle dinleyip, vasiyetini yazmak üzere kâğıt istedi. Bu isteği zaptiyelerin başı tarafından reddedilince, dostlarına dönerek şöyle dedi: “Mademki size borçlu olduğum şükrandan başka bir şey bırakamıyorum, en azından bende bilinecek en güzel olanı bırakıyorum; bu biçimde samimi ve gerçek dostlar şanını kazanmanız için sizden hafızanızda muhafaza etmenizi istediğim karakterimin ve yaşamımın anısıdır bu.” Aynı zamanda da, kah onların üzerinde katlandıklarını gördüğü acıları tatlı sözcüklerle yatıştırıyor, kah sesini onları azarlamak için yükseltiyordu: “Felsefenin güzel ilkeleri nerede? Bunca yıldır kaderin darbelerine karşı edindiğimiz yedeklerimiz ne oldu? Neron’un acımasızlığı bizce bilinmiyor muydu? Annesini ve erkek kardeşini öldüren birisinden kendisini yetiştirmiş ve eğitmiş mürebbisini de öldürtmesinden başka ne bekleyebilirdik?” O, herkese bu şekilde hitap ettikten sonra karısına dönüp, onu sıkıca ve acısının ağırlığıyla yitirdiği tüm gücüyle kalbinin üzerine bastırarak, ondan kendine karşı olan aşkıyla bu olayı daha cesurca karşılamasını diledi. Ona, artık uslamlamalar ve söylemlerle değil, ama eylemlerle çalışmalarının edindiği meyvesini göstermenin zamanı geldiğini, ölümü sadece acısız değil, gönül ferahlığıyla bile kabul ettiğinden kuşku duymamasını söyledi. “Bu nedenledir ki, sevgilim” diyordu, “gözyaşlarınla onurunu yitirme, beni şanımdan daha fazla sevdin havasına girme; benden öğrendiklerin ve eylemlerimle acını hafiflet ve kendini avutup, kendini adadığın onurlu uğraşları yaşamının geri kalanında da sürdür.” Paulina aklı bir parça başına geldikten ve cesaretinin niteliğini yüce bir sevgi atılımıyla güçlendirdikten sonra yanıt verdi: “Hayır, Seneca , bunca ağır koşullarda sizi eşlik etmeksizin bırakmayacağım; yaşamınızın erdemli örneklerinin bana iyi ölmeyi öğretmediğini düşünmenizi istemiyorum. Ve de bunu en iyi ve en soyluca, en güçlü isteğimle sizinle birlikte ne zaman yapabilirdim? Şundan emin olun; sizinle birlikte yola çıkacağım.” Seneca, o zaman, karısının pek güzel ve pek gururlu kararına ne kadar minnet borçlu olduğunu değerlendirip, aynı zamanda da ölümünden sonra onu düşmanlarının merhametine ve gaddarlığına bırakma kaygısından kurtulmuş olmasıyla eşine, “Yaşamını mutlulukla en iyi sürmene hizmet edebilecek şey üzerine sana tavsiyede bulunmuştum, Paulina. Şu halde, onur içinde ölmeyi yeğliyorsun! Buna karşı gelmeyeceğim. Ortak sonumuz için sağlamlık ve kararlılık aynı olsun; ama güzellik ve şeref senin için en yüceleridir” dedi. Bundan sonra, onların kol damarları aynı anda kesildi. Ama Seneca’nın pek sade yaşamı kadar çok ileri yaşıyla da sertleşmiş olan damarları kanı çok fazla zayıf ve ağır akıtıyordu; uyluklarındaki damarların da kesilmesini buyurdu ve neden olduğu karmaşanın karısının yüreğini burkması korkusuyla olduğu kadar, onu bu pek acıklı halde görmekten dolayı hissedeceği kederden kurtulmak için de, kendisinden pek sevgi dolu bir biçimde izin alıp, ondan yandaki bir odaya taşınmasına izin vermesini rica etti. Bu da yapıldı. Ama tüm bu kesikler onu öldürmekte hâlâ yetersizdi; Seneca, hekimi Statius Anneus’dan kenisine bir zehir verilmesini istedi. Oysa, bu da hemen hemen hiç etkili olmadı; zira uzuvlarının güçsüzlüğü ve katılığı yüzünden zehir yüreğine kadar ulaşamadı. Böylece, ona ilaveten çok sıcak bir banyo hazırlatıldı. O zaman henüz soluğu varken sonunu yakın hissederek, içinde bulunduğu durumda çok güzel konulara değinmeyi sürdürdü; yazmanları sesini duyabildikleri kadar bunları derledi. Onun bu son sözleri insanların belleğinde uzun süre ününü korumuştur (bunların bize kadar ulaşmamış olmaları korkunç can sıkıcı bir kayıptır). Seneca, son anının geldiğini hissederek kanlar içindeki banyo suyunu aldı ve “Bu suyu Jüpiter’e, kurtarıcıya adıyorum” diyerek başından aşağıya döktü. Tüm bunlardan haberdar edilen Neron, Roma’nın yüksek sosyetesine ait Paulina’nın ölümüyle kınanmaktan çekinerek ve ona karşı özel bir hıncı bulunmadığından yaralarını sardırmak üzere acele adamlar gönderdi. Bu, kadın yarı ölü ve bilinçsiz olduğundan kendisi fark etmeksizin yapıldı. O zamandan beri yaşıyorsa da, yüzünün solgunluğuyla yaralarından yaşamın nasıl akıp gittiğini göstererek, karakterinin niteliğine çok onurlu ve uygun bir biçimde oldu bu.
İşte, halkın hoşuna gitmesi için en az kendimizin uydurduğumuz öyküler kadar pek güzel ve trajik bulduğum üç gerçek öykü. Bense buna gönül veren kişilerin kitaplarda bulunan on binlerce çok güzel öyküyü aramayı akıllarına getirmemelerine hayret ediyorum; bundan daha az zahmet çekip, daha fazla keyif ve yarar alabileceklerdir. Ve tüm kısımları birbirleriyle aralarında uyarlı olan bunlardan bütün bir eser yapmak isteyebilecek kişi, madenlerin aralarında lehimlenmesi için yapıldığı gibi bir bağ kurmaktan başka bir şeye gerek duymayacaktır. O, eserin başarısının gerektirdiğine göre bunları düzenleyip çeşitlendirerek bu tarzda her türden çok sayıda olayı, aşağı yukarı Ovidius’un Dönüşümler’ini çeşitli bir alay masaldan birbirine iliştirip kurguladığı gibi çoğaltabilecektir.
Sözünü ettiğim son çiftte, Paulina kocasının aşkı uğruna yaşamını terk etmeyi seve seve sunuyorsa, kocasının bir zamanlar onun aşkı uğruna ölümden kendini sakınmış olmasını saptamak daha da ilgi çekicidir. Bu alışverişte büyük denge görmüyoruz. Ama Stoacıların kanılarına göre, onun yine de karısının lehine yaşamını uzatarak, onun için ölmesi kadar erdemli bir şey yapmış olduğunu düşündüğünü sanıyorum. O, Lucilius’a yazdığı mektuplarından birinde, önce kendisini Roma’da bir ateşli bir tutkunun sarmış olduğunu, onu engellemeye çalışan karısının düşüncesine rağmen kırsalda sahip olduğu bir eve gitmek için arabaya bindiğini, karısına onu saran ateşin bedensel değil yersel olduğunu söylediğini anlatır. Sonra da şöyle devam eder: “Karım sağlığım için tavsiyelerin zoruyla gitmeme izin verdi. Zira ben onun yaşamının tümüyle bana ait olduğunu biliyor, onunla meşgul olmam için, öncelikle kendimle ilgileniyorum: Beni daha sağlam ve daha kararlı kılan yaşlılığın ayrıcalığı, bu ihtiyarın içinde bana gereksinimi olan genç bir kadının bulunduğunu hatırladığım zaman siliniyor. Onu beni daha cesurca sevmeye sevk edemiyorsam da, o beni kendimi daha özenle sevmeye sevk ediyor. Gerçek sevgilere kesinlikle bir şeyler bağışlamak gerektiğidir bu; bazen de koşullar bizi aksi yöne itse bile, zahmetli de olsa yaşamı hatırlamak gerek, mademki, yaşamın kuralı iyilikten yana olan kişiler için hoşlarına gittiği kadar uzun yaşamak değil, ona borçlu oldukları kadar uzun yaşamaktır, uçmaya hazır ruhu dişlerle durdurmak gerek. Karısına ya da bir dostuna yaşamını uzatmayı istemekte yeterince değer vermeyen ve ölmeye can atan kişi fazla güçsüz ve aşırı kırılgandır; bizim olanların çıkarı gereksindirdiğinde ruhun buna karşı gelmeyi bilmesi gerekir. Dostlarımız için bazen kendimizi feda etmeliyiz ve ölmeyi isteyecekken onlar için vazgeçmeliyiz. Birçok yüce kişinin gösterdiği gibi, başkalarını hesaba katarak yaşama doğru dönmek kalp soyluluğunun bir kanıtlamasıdır. Ve de, çok sevilen bir kişiye tatlı, hoş ve yararlı olabildiği hissediliyorsa yaşlılığın muhafaza edilmesi (ki bunda, daha büyük bir yüreklilik ve hayata karşı büyük bir küçümsemeyle birlikte yaşam süresine karşı belirli bir boş vermişlik mevcuttur) dikkat çekici bir bilgelik çizgisidir. Zaten, çok keyif verici bir ödül alınır bundan; gerçekten de karısına saygısından dolayı pek sevgili olmaktan, bundan kendince daha değerli hal almaktan çok daha tatlı hiçbir şey olur mu? Bu şekilde, Paulina sadece kendi korkusunu bana iletirken, benim korkumu da ortaya çıkardı. Ne kadar sağlamlıkta olabileceğimi gözden geçirmem bana yetmedi; aynı zamanda onun buna dayanmakta ne kadar acı çekebileceğini de ölçüp biçtim. O zaman, yaşamak zorunda kaldım; bu, bazı kereler yaşamaktansa gönlü yüceliğin kanıtlamasını yapmaktır.” İşte onun mükemmel sözcükleri, aynen davranışında olduğu gibi.
Michel de Montaigne
Denemeler (III. Kitap)
Fransızcadan Çeviren: Engin Sunar, Say Yayınları