“Bir insanın her zaman son gününü beklemek gerekir; kimsenin ölümünden ve her şeye son veren cenaze merasiminden önce mutlu olduğu öne sürülemez.” (Ovidius, Métam, III, 135)
Çocuklar, Kral Kroisos’un bu konudaki öyküsünü bilirler; kendisi Kyros tarafından yakalandığı ve ölüm cezasına çarptırıldığı sırada şöyle bağırmış: “Ey Solon, Solon!” Bu sözleri Kyros’a iletilmiş, o da kendisine ne demek istediğini sorunca, Solon’un verdiği öğüdün ne kadar doğru çıktığını söylemiş. Solon bir gün ona demiş ki, “talih ne kadar güler yüzünü gösterirse göstersin, hayatının son günü dolmadan insanlar kendilerini mutlu saymamalı. Çünkü hayatta ne olacağı bilinmez ve değişiklikler olabilir. Ufak bir hareket insanı bir halden bambaşka bir hale sokabilir.” Bu sebepten dolayıdır ki, Agesilaos, çok genç yaşta büyük bir devletin başına geçen Pers Kralı’nın mutluluğunu söyleyen birine, “Evet, ama” der, “Priam da böyle bir yaşta hiç mutsuz değildi.” Büyük İskender’in ardılları olan Makedonya Kralları Roma’da marangoz ve zabıt katibi oldular; Sicilyalı tiranlar da Korinth’de okul öğretmenliği yaptılar. Dünyanın yarısını fethetmiş ve bunca ordunun komutanı olmuş biri, bir Mısır kralının ciğeri beş para etmez subaylarının sefil bir yakarıcısı oldu; şu yüce Pompeius yaşamını beş altı ay uzatmamış olsaydı bunları görmeyecekti. Babalarımızın zamanında yaşamış ve İtalya’yı çok uzun süre egemenliği altında tutmuş olan şu Onuncu Milano Dükü Ludovic Sforza yaşamının on yılını en beter durumda esir olarak geçirdikten sonra Loche’da zindanında öldü. Hıristiyanlığın en yüce kralının dul eşi güzeller güzeli kraliçe (18 Şubat 1587’de boynu vurulan Marie Stuart) celladın elinde can vermedi mi? Böyle bin örnek var. Yapılarımızın kurum satmasına ve tepeden bakışına saldıran şiddetli rüzgârlarla fırtınalar misali, yukarıda da aşağıdaki yücelikleri kıskanan ruhlar var gibi geliyor insana,
“İnsani güçleri gizli bir gücün devirdiği ne kadar doğru; sanki acımasız silahların ve savaş baltalarının gururunu ayaklar altında çiğneyip, bundan bir alay konusu yapar.” (Lucretius, V, 1233)
Kader sanki uzun yıllar boyunca inşa etmiş olduğunu bir anda devirme gücünü göstermek için yaşamımızın son gününü kollar ve bizi Laberius gibi bağırtır: “Kuşkusuz, yaşamımda fazladan bir gündür bu.” (Macrobius, Saturnales, II. VII).
Böylece, Solon’un yaptığı uyarı kabul edilebilir. Ama o bir filozof olduğuna ve filozoflar mutluluk ve mutsuzluğu talihin cilvelerine bağlamadıklarına göre, onlar için yücelikler ve iktidarlar hemen hemen önemsiz rastlantılardır. Bence Solon daha ileriye bakmış ve iyi bir ruhun rahatlığına, mutluluğuna, düzgün bir kafanın kararlı ve güvenli oluşuna bağlı olduğunu düşünmüştür, bir insan, komedyasının sonunu (kuşkusuz en zor olan sahnesini) oynamadan önce ona mutluluk sıfatı bağlanamaz. Oyunun tüm geri kalanı maskeler altında geçmiş olabilir ya da Felsefe’nin bu güzel söylevleri bizde ancak göstermelik dururlar; ya da, varoluşun büyük değişikliklerini bizzat yaşamadığımız için sakin bir çehreyi koruyabiliriz. Oysa, ölümle karşılıklı oynadığımız bu son rolün vakti geldiğinde, duyguları saklamak söz konusu değildir artık; kendi dilimizle açıkça konuşmamız gerekir; iyi kötü ne varsa ortaya koymamız,
“O zaman sadece kalbimizin derinliğinden çıkan samimi sözlerden dolayı maske düşer, geriye gerçeklik kalır.” (Lucretius, III, 57)
İşte bu son anda denektaşına dokunmanın ve yaşamımızın tüm öteki eylemlerini sınamanın nedeni. En yüce gündür bu, tüm ötekileri yargılayan gündür; eskilerden biri, “Tüm geçmiş yıllarımı yargılaması gereken gündür bu” der. Ben de çalışmalarımın meyvesinin sınanmasını ölüme tevdi ediyorum. Güzel sözlerimin ağızdan mı, yoksa yüreğin derinliğinden mi geldiğini göreceğiz o zaman.
Ölümleriyle tüm yaşamlarına iyi ya da kötü ün kazandıran birçok insan gördüm. Pompeius’un üvey babası Scipio (aslında Pompeius’un esir edilmektense ölümü yeğleyen damadı), o zamana kadar edinmiş olduğu kötü şöhreti iyi ölümüyle temize çıkardı. Epaminondas, üçünden hangisine, Chabrias’a mı İphikrates’e mi yoksa kendisine mi daha çok değer verdiği sorulduğunda, “Buna karar verebilmek için önce bizi ölürken görmek gerekir” der. Gerçekten de, sonunun onuru ve yüceliği hesaba katılmaksızın değerlendirilecek kişi bunlardan yoksun kalacaktır. Tanrı onu hoşuna gittiği gibi istedi; oysa, çevremde tamamen yaşamın tiksindiriciliği içinde tanımış olduğum iğrenç ve rezil üç kişi kusursuzluğa varan koşullar içinde düzgün ve hazırlıklı ölümlere sahip oldu.
Cesur ve talihli ölümler vardır; güzel bir geleceği vadeden bir yaşamda kılı kırk yararken ölümü gördüm (olasılıkla Boétie’den söz ediyor); ölümün kanımca pek dikkat çekici bir sonla, bir kişiyi tam çiçek açarken birden durdurduğunu ve tutkulu ve cesur niyetlerini yarıda kestiğini gördüm. İddia ettiği yere gidemeden vardı, arzusunun ve umudunun taşıdığından daha görkemli ve yüce bir biçimde. Ve düşüşüyle, ömrünce eylemiyle yürekten dilediği iktidar ve ünü aştı.
Bir başkasının yaşamını yargılarken, bu yaşamı nasıl sürdürmüş ona bakarım; kendi yaşamımla ilgili başlıca kaygılarımdan biriyse, onun iyi geçmesidir, yani dingin ve gürültüsüz bir şekilde.
Michel de Montaigne
Denemeler (I. Kitap)
Fransızcadan Çeviren: Engin Sunar, Say Yayınları