“Horozu çok olan köyün sabahı geç olur” – İsmet Özel

Atasözleri arasında bu derecede sürrealist olanına hiç rastlamamıştım. “Horozu çok olan köyün sabahı geç olur” da ne demek? Açıp Ö.A. Aksoy’un Atasözleri Sözlüğü’ne bakınca karşıma şu açıklama çıkıyor: “Bir konu üzerinde söz söyleyen çok olursa sonuca varmak gecikir”.

Açıklamayı anlamak hiç zor değil, ama atasözünde zikredilen vakıa ile gerçekçilik arasında bağıntı kurmak oldukça zor. Hatta insanın aklına önce sözlük açıklamasının tersi sayılabilecek bir anlam takılıyor. Vakitsiz öten horozun başını keserler diye düşünen çok horozlu köyün her horozu ne olur ne olmaz deyip ötmeyi bir başka horoza mı bırakıyor acaba ve köyün ahalisi horoz sesi duymadıklarından mı ancak kuşluk vakti uyanabiliyorlar? Bir başka ihtimale göre horozlar kimin önce öteceğini tespit için oylamayla vakit kaybediyor ve demokrasi yavaş işleyen bir rejim olduğu için o köyün sabahı geç oluyor. Bakın bu açıklamayla sözlükte yazılanlara bir ölçüde yakın düşebildik.

Türkiye’de durum nedir? Ülkemizde gereğinden fazla horoz olduğundan ötürü mü bir türlü sabah olmuyor, yoksa vakitsiz öttüler diye bütün horozların başı mı kesildi? Ne biri, ne öteki. Toplum hayatını kümes hayatı benzetmesiyle anlamaya çalışmak verimli bir çaba gibi gözükmüyor ve galiba hayatın geçek veçhesini anlayabilmek için atasözlerinden medet ummak fayda vermeyecek. Bakınız bir atasözü ne diyor: Horoz ne kadar öterse ötsün, civciv tavuğun dıkdığına bakar. İyi ama bunun konumuzla ne ilgisi var, diyeceksiniz. Gerçekten bu atasözünün konumuzla bir ilgisi yok. Bu daha ziyade civcivleri ilgilendiriyor. Peki, bizim konumuz neydi? Sanırım bizim konumuzun sabah üzerinde yoğunlaşması gerekiyor. Çünkü çocukluğumuzda “haşre kadar sürmez geceler” diye bize öğretmişlerdi. Uzun yıllar boyunca mensubu olduğumuz toplumun dünya milletleri arasında istiskale uğrayıp uğramaması genç, ihtiyar, yenilikçi, mutaassıp herkesin dert edindiği bir husus idi.
Sosyal meseleler üzerinde düşünmek daha çok insanı kapsar hale geldikten bugüne kadar (diyelim ki 30 yıl süresince) yaşanılan en büyük değişiklik işte bu alanda gerçekleşti. Türkiye’de yaşayan insanlar 1995 yılında 1965 yılına oranla dünya ve toplum meselelerinden daha çok haberdardırlar. Ama meselelere sahip çıkış bakımından adamakıllı bir gerileme var. Bu gerileyişin sebeplerini keşfedersek şikayet ettiğimiz zararın telafisi mümkün mü? Öyle görünmüyor. Çünkü sebeplerin dünyanın aldığı son biçimle bağlantısını biliyoruz. Üstelik bu biçimde etki etmenin tek tek insanların gücünü aştığının bilincindeyiz.

O halde tek insan olarak gücümüz neyse ona müracaat etmeye mecburuz. Ama toplum hayatımızda gücümüzün neye yettiğini anlama bakımından bizi eli kolu bağlı hale sokan ve kendi canavarlığımızı sevimli hale getiren atasözleri var. Bunlardan biri, “âlemle gelen düğün bayram”; diğeri, “bana dokunmayan yılan bin yaşasın” diye ifade ediliyor. Felaketimizden memnun olarak ve yılana gıda temin ederek nereye vardığımız gün gibi aşikar.

İsmet Özel
Neyi Kaybettiğini Hatırla

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz