Hürriyet Meselesi
Bazı insanların pek garip bir hürriyet anlayışı var. “Hudutsuz hürriyet yoktur, her hürriyet, başkasının hürriyetiyle hudutludur” hükmünü işlerine geldiği gibi tefsir ediyor ve kendilerine biraz fazla “hürriyet” bahşederek, hoşlarına gitmeyen her hareketi, her fikri, hattâ her temayülü zincire vurmayı tavsiye ediyor, bunu haklı gösterebilmek için de, en basit hürriyet tezahürlerine “anarşi” damgası vurmaktan çekinmiyorlar.
Evet, hürriyet başkasının hürriyetiyle hudutludur. Fakat cemiyet hayatında bu “başkası”nın hürriyetinin hudutları nedir? İktidarı ellerinde tutanlar, bunu sarsabilecek her şeyi kendi hürriyetlerine tecavüz saymakta haklı mıdırlar? O zaman her müstebit idarenin, bir bakımdan, hürriyet prensiplerine pek sadık olduğu neticesine varmak lâzım gelirdi. Geniş kitle, sadece devletin emrettiğini yahut devletin işine geleni yapmakta hür olursa buna hürriyet demek biraz güçtür.
Cemiyetlerin hayatında hürriyeti hudutlandıran çoğunluğun istek ve dilekleridir. Fertlerin bütün şahsî endişe, arzu ve temayülleri, kitlelerin umumî menfaatleri önünde durmaya, gerilemeye mecburdur. Fakat bunun mümkün olabilmesi için de, kitlelere, isteklerini, temayüllerini meydana vurabilmek imkânının verilmesi gerektir. Bunun için hürriyeti en mukaddes prensip bilen memleketlerde “Efkârı umumiye” denilen şeyin büyük kıymeti ve ehemmiyeti vardır, her türlü icraat, onun bilgisine sunulduktan ve onun tasvibi alındıktan sonra yapılır.
Hiçbir cemiyet, hürriyete yavaş yavaş, alıştıra alıştıra kavuşturulmaz. Hürriyete, onu kullana kullana alışırlar. Bunun aksini iddia etmek, Abdülhamid’in otuz sene Kanunu Esasi’yi “Millet henüz rüşde ermemiştir!” bahanesiyle tatbik etmemesine benzer. Meselâ uzun asırlar istibdat içinde yaşayan Türk milleti İstiklâl Savaşı sırasında kendisine verilen geniş sahici hürriyeti fena kullanmak şöyle dursun, bu hürriyete ne kadar lâyık olduğunu bütün dünyaya ispat eden bu kudret, bir kabiliyet, bilhassa bir disiplin göstermiştir. Devletin her büyük karardan evvel memleketin her köşesinde yaptırdığı mitingler, millet mukadderatını ellerinde tutanlara en emniyetli, en sağlam birer destek olmuş, onlara daha geniş bir hareket “Hürriyet”i vermiştir. Çünkü umumî bir kaidedir, idare edilene verilen hürriyet idare edenin hürriyetini de, müsbet sahada çoğaltır. Buna mukabil millet kontrolü, söz, toplantı, basın hürriyeti ve bunlara bağlı olan tenkit serbestliği, hürriyeti fena kullananların zararlarını önlemeye azamî derecede yardım eder.
Bizim anayasamız, Türk milletine lâyık olduğu hürriyeti hiç noksansız sağlayan en kuvvetli müeyyidedir. Milletimizin olgunluğuna, disiplinine güvenilerek verilmiş olan hürriyetin hiçbir bahane, hiçbir demagoji ile kısılamayacağına, bunun aksine, gitgide genişleyeceğine, büyük hürriyete gideceğine inanıyoruz.
Bunun için, Ulus gazetesinin “Fikir hareketleri” sahifesinde sık sık, kara bir hürriyet düşmanlığı görmek bizi şaşırtıyordu. Aynı gazetenin 20 Şubat tarihli sayısında Falih Rıfkı Atay’ın halkevlerinin kuruluş yıldönümü dolayısıyla yazdığı baş yazıda inkılâpçı ruha aykırı “hürriyet” tarifleri görmek bizi büsbütün üzdü. Kendi kanaatlerine uymayan ve işine gelmeyen hareketleri “şuursuz mesuliyetsiz, keyif, hırs veya menfaatten doğma” diye adlandırmak, keyfe göre “hürriyet”in elini kolunu bağlamayı tavsiye etmek, “Hind” kitabının ileri düşünceli mukaddemesini yazan Falih Rıfkı Atay’a değil “Üssü İnkılâb” muharriri Ahmet Mithat Efendi’ye yakışır.
Tan, 3 Mart 1944
Sabahattin Ali
Markopaşa Yazıları ve Ötekiler